07 Haziran 2020

George Floyd, içten içe yanan bir çırayı alevlendirdi; "Adalet yoksa, barış da yok"

Amerikan rüyasının başarısızlıkları, hayal kırıklıkları sık yaşansa da, gelecek kuşaklara miras bırakılacak değerlerin ahlaki bir çöküşe yol açmaması gerektiğini düşünenlerin, yazdığı kitaptan daha iyisini yazacağına söz verenlerin de ülkesi burası

Susma, bir şey söyle, herhangi bir şey söyle. Irkçılığı kınayacak bir şey söyle çığlıkları bütün Amerika'yı sarıyor. Amerika'nın tüm eyaletlerinde isyan edenler haykırıyor. Bugün ya da dün olanlardan sorumlu olmadığını düşünebilirsin, ancak bugün susarsan geçmişteki ırkçılığın da suç ortağı olursun. Amerikalılar kendilerine huzur veren ön kabulleriyle yüzleşmek zorunda kalıyor. Amerika farklı, ben farklıyım, geçmişte olanlardan özür diledim, özgürlük ve adalet artık herkes için aynı diyen öğretilmiş ezberler doğru değil miydi şüphesi Amerikalıların beynini kemiriyor. Kendini ve yurttaşı olduğun ülkenin ne olduğunu sorgulamaya başladığında, yüzleşmek istemediğin travma serbest kalmış olur. Sorgulamadan yaşarsan bir inşaat tuğlası gibi katı ve sağlam olursun. Yaşlandıkça bilgi biriktirir, ancak sana ulaşmasına engel olursun. Hayatını küçük zehirli bir çember içine alır, yüksek çıkmaması için sesini sürekli kontrol edersin. Farklı olman için hayatın sana birçok fırsat tanıdığını hatırlamak dahi istemezsin.

Bu ülkede siyahiler, ırkçı baskı, polis gaddarlığı, insanların zihnine virüs gibi yerleşmiş ön yargılar, hayal kırıklığı, ırk temelli ekonomik eşitsizlik, yerine getirilmemiş sözler, işkence, gönüllü sürgünlükle 400 yıldır birlikte yaşıyor. Bütün bunlar siyahilerin ruhunda, büyük bir karmaşa, iç çatışma, kızgınlık, ait oldukları topluma yabancılaşma, korku, güvensizlik, suçluluk duygusu, kendini yok etme isteği şeklinde dönüp duruyor. Yıllar içinde aleni ırkçılık kültürel olarak yok olmuş gibi dursa da bugün bilinçaltına saklanmış, beyazların göremediği ırkçılık daha çok acıya sebep olabiliyor. Siyahiler Afrika'dan bu topraklara zorla getirildikleri günden beri ırklar arasındaki eşitliğin, adaletin tesis edileceği anı bekliyor. Yazar James Baldwin "Dinlemeyen, düşünmeyen beyaz çoğunluğa burada bizim de olduğumuzu nasıl anlatacaksın, senin bu ülkedeki rolün ve geleceğin nedir?" diye sormuş ve "Çok şey değişse de, değişenden çok fazla şey aynı kalıyor" diyerek bugün olanları daha 1963 yılında dile getirmişti.

George Floyd'un öldürülmesi, çaresizlik, öfke, ümitsizlik duygularını sokağa döküyor. Gösterilerde "Stop Killing Us" haykırışları yükseliyor. Beyazların büyük bir bölümü, polisle karşı karşıya kaldıklarında siyahilerin kendilerini ne kadar savunmasız ne kadar korku içinde hissedebileceğini tahmin edemiyordu. 

Şimdi beyazların özellikle genç beyaz kadın ve erkeklerin çok yoğun bir biçimde gösterilere katılması dikkat çekiyor. Amerikan futbolu oyuncusu Colin Kaepernick'in 2016 yılındaki siyahi ölümleri protesto etmek için ulusal marş çalınırken diz çöktüğü gibi Amerika'nın her yerinde polisler, ulusal muhafız güçleri, yaşlılar, gençler, beyazlar ve siyahiler birlikte diz çöküyor. Gösterilerin bir kısmı önceden organize edilirken büyük bir bölümü kendiliğinden, doğal olarak gerçekleşiyor. Katılanlar arasına yağmacılar, şiddette başvuranlar, ajan provokatörler, kundakçılar sızmış olsa da göstericilerin çok büyük bir bölümü barışcı ve sadece ellerinde pankartlar ve sloganlarla yürüyor. Radikal Sağ Analiz Merkezi'nden Alexander Reid Ross, New York, Portland, Dallas gibi bazı şehirlerdeki gösterilere Neo-Naziler'in, faşistlerin şiddeti körüklemek ve toplumdaki gerginliği arttırmak amacıyla katıldıklarını söylüyor.


Colin Kaepernick

George Floyd'un katledildiği Minnesota eyaleti eğitim, sağlık ve ücretler başta olmak üzere ırk temelli eşitsizliğin en derin bir biçimde görüldüğü eyaletler arasında. Ezici çoğunluğu beyazlardan oluşan Minneapolis polis gücünün siyahilere karşı aşırı güç kullandığı uzun zamandır herkesin bildiği bir sır. Floyd'un öldürülme anıyla ilgili videoda görülen "seyirci" polislerden Tou Thao'nunda, geçen yıl bir siyahiyi Floyd gibi yere yatırıp boynunu diziyle sıkıştırarak dişlerinin kırılmasına ve yaralanmasına yol açmaktan açılan bir davasının sürmekte olduğu ortaya çıktı.

George Floyd'u öldürmekle suçlanan Chauvin'in üçüncü derece (kasıtsız adam öldürme) cinayetle tutuklanmış olması, diğer üç polisin yalnızca işlerine son verilmesi öfkeyi arttırıyordu. Daha önceki örneklere bakılarak Chauvin'in kısa bir süre sonra serbest bırakılacağı, diğer polislerin de mahkeme kararıyla görevlerine geri döneceklerine kesin gözüyle bakılıyordu. 3 Haziran tarihinde, Chauvin'nin ikinci dereceye cinayetle, diğer üç polisin de tutuklanarak yargılanmasına karar verildi.

Amerika'nın Obama döneminde görev yapmış başsavcı Loretta Lynch (siyahi kadın) "Suç işlenirken sessiz kalmak suça ortak olmaktır, siyahileri, bizleri her gün tutukluyorlar, şimdi delil olmasına rağmen 3 polisi neden tutuklamıyorlar bunun cevabını ben bilmiyorum" diye tepkisini dile getirmişti. 

Herkes en zor anında 'Annem neredesin?' der

Amerika ağlıyor. George Floyd'un, annesinden yardım isteyen çığlıkları başta siyahiler olmak üzere herkesin kendileri ve çocuklarına dair korkularını ve çaresizliklerini haykırmalarına dönüşüyor. Onun sesinde herkes kendi çocuğunun sesini duyuyor. George Floyd'un annesi iki yıl önce ölmüş. Kendisi ve ailesi annelerinin ölümünün ikinci yıl olan 31 Mayıs için hazırlık yapmaktaymış. Bir insanın annesinden yardım isteyişine insan olduğunu düşünen kim bigane kalabilir? Hayatta en çaresiz zamanlarda insanın aklına önce annesi gelir, insan ağlarken annesini yardıma çağırır. The Atlantic Dergisi'nde "İnsanlar Ölmeden Önce Ne Söyler" başlıklı makalede, Hajo Schumacher adlı bir yazar yaşlılar evinde çalışan bir hemşireye atfen, "ölmekte olan bütün erkeklerin son sözleri bir birine benzer, son nefeslerinde hepsi annelerine seslenir" dediğine atıf yapılmıştı.

Tarih kendini tekrar etmekten vazgeçecek mi?

Ünlü yönetmen Spike Lee bir televizyon programında soruları cevaplarken, "bu ilk değil, aynı şey tekrarlanıyor, öldürülen yine bir siyahi beden, bu ülke siyahi cesetler üzerine inşa edildi, diğer şeyleri onaylamıyorum (şiddetti kastediyor), ancak insanların yaptıklarını neden yaptıklarını anlıyorum" dedi. Spike Lee, geçen hafta George Floyd, Eric Garner (2014 yılında "nefes alamıyorum" diye 11 kere çığlık atmasına rağmen bir New York polisi tarafından boğularak öldürülmüştü) ve 1989 yılında Oscar'a aday gösterilmiş "Doğru Olanı Yap" filmindeki Radio Raheem adlı karaktere yer verdiği "üç erkek kardeş" başlıklı 3 dakikalık bir video yayınladı.Video'nun başlığı "Tarih Kendini Tekrar Etmekten Vazgeçecek mi?" Lee daha önce olduğu gibi yine 3 dakika içinde her şeyi anlattı. Televizyon programında üstünde "1619 bizim atalarımız" (Bu tarih genellikle Amerika'ya ilk kölelerin getirildiği yıl olarak kabul edilir) baskılı bir tişört giymişti.


Spike Lee

Princeton Üniversitesi Afro-Amerikalılar Araştırma Bölümü Başkanı Eddie Glaude Jr., "Pandemi, zaten siyahi halkın umutsuzluğana yeni bir çaresizlik eklemişti. Korona insanları harap ederken, siyahilere ne olduğu konusunda ülkede genel bir umursamazlık var gibiydi. George Floyd'un öldürüldüğü anla ilgili video, on yıllardır içten içe yanan bir çırayı alevlendirdi. Gelir eşitsizliği on yıllardır siyahileri etkiliyor. Bu nedenle pandeminin sağlık ve ekonomi üzerindeki etkileri siyahiler arasında daha şiddetli olarak kendini gösterdi. Bugün 1968'dan daha kötü. Her zaman kızgınım, kızgınlığımın içinde bir nebze de hüzün var" diyor.

Acılar birikiyor

13 Mart 2020 tarihinde, uyuşturucu kaçakçılarının peşinde olduğu anlaşılan Louisville'deki polis, arama emrini icra etmek üzere 26 yaşındaki acil servis teknisyeni Breonna Taylor'ın apartmanının kapısını hiç uyarıda bulunmadan kırarak girmişti. Taylor'ın erkek arkadaşı Kenneth Walker'ın, ruhsatlı silahını ani baskının kimler tarafından yapıldığını anlamadığı için panik içinde bir kere ateşlediği, bir polisin bacağından yaralanmasına sebep olduğu ve kapı kırılması esnasında 911'i arayarak yardım istediği anlaşıldı. Polislerin çok sayıda mermi kullandığı olayda Taylor sekiz kurşun alarak hayatını kaybetmişti. Evde uyuşturucu bulunmadığı gibi Walker hakkında açılan dava da düştü. Korona'nın ortaya çıktığı ilk günler olduğu için haberlerin arka sıralarında kalan bu olay George Floyd'un öldürülmesi sonrasında 29 Mayıs tarihinde Louisville'deki göstericilerin "Taylor için adalet yoksa, barış da yok, polisler aleyhine dava açın" sloganlarıyla şiddete dönüştü.

Annesinin Georgia'daki evinden koşu için çıkan Ahmoud Arbery'nin, iki beyaz tarafından öldürülmesinin yası hala tutuluyor. Central Park'taki kuş gözlemcisi siyahi Christian Cooper'ın beyaz genç bir kadını köpeğine kurallara uygun şekilde tasma takması için uyarıda bulunmasına, kadının bunun üzerine polisi arayarak Afro-Amerikalı birinin kendisini ve köpeğini tehdit ettiğini söylemesine dair video görüntüleri de hafızalarda hala çok taze.

Yazar Roxane Gay, "siyahiler hayatlarına dair gerçekleri paylaşır, beyazlar için bu gerçekler entellektüel bir egzersizdir, ben de diğer siyahiler gibi yalanlardan yorgundum, şimdi çok daha yorgunum, fakat bunun hiç bir öneminin olmadığını biliyorum, beyaz ırkçılığa karşı bir aşı yok" diyor.

Yüz binlerce insan 9 gündür Amerika'nın bütün önemli şehirlerinde protestolara katılıyor. George Floyd'un doğduğu Houston şehrinde 2 Haziran'daki gösterilere katılanların sayısı 60 bine ulaştı. Aynı tarihte New York sokaklarında ucu bucağı görünmeyen bir insan seli akıyordu.

Lousiana'daki siyahilerin tarihi üniversitesi Grambling Devlet Üniversitesi'nde ceza hukuku öğrencisi olan 21 yaşındaki Kayla JuNaye Johnson, "27 Mayıs 2020'da hayatım değişti, her zaman protestolarda yer alırdım, ancak bu sefer ilk sıradaydım, "Ellerim havada, ateş etme" diye bağırdım, şimdi 1960'ların sivil haklar hareketini daha iyi hissediyorum, ben de bu tarihin bir parçasıyım", Brooklyn'deki göstericilerden Eldon Giller, "ben belirli bir kimseyle değil sistemle savaşmak için buradayım", Minneapolis'ten Johnnie Green, "polis hiç bir zaman bizi savunmadı, Korona nedeniyle insanlar aç, evsiz, işi yok, ne olmasını bekliyorduk, bu durum bizi bir iç savaşa götürür diye endişe ediyorum", 65 yaşındaki Yvonne Passmore, "bu sadece George Floyd'un hunharca öldürülmesi meselesi değil. Yıllar boyu insan gibi kabul edilmemek, yalnızca polis tarafından değil, tüm sistem tarafından kabul edilmemek meselesi. Sağlık güvencemiz yok, evimiz yok, tepki sadece adalet sistemine değil, her şeye", 41 yaşındaki beyaz Nick Boswell, "buradayım, çünkü bu ülkede siyahiler 400 senedir varolan sistem yüzünden çok acı çektiler. Bu yüzden bu protestonun bir parçasıyım", Sacramento'dan Tanya Faison, " daha önceden gelen bir sağlık sorunumdan dolayı 3 aya yakın bir zamandır evden hiç çıkmamıştım. Siyasetçiler ve siyahi olmayanlar şimdi olanları dikkatle izliyor, siyasi bir değişim için daha fazla şans var, bu nedenle her türlü riski alıp gösterilere katılmaya karar verdim", Kansas'tan Randy Fikki, "eğer şimdi sesini yükseltmez ve hiç bir şey söylemezsen, George Floyd'un ölümünü seyreden polislerden bir farkın olmaz", Oakland'dan Mackenzie Slagle, "polis vahşetinin durdurulması için buradayım", Atlanta'dan Spence Ingram, "pandeminin ortasında hayatımızı riske atarak sokakta olmamız doğru değil, ancak insanca bir hayat için protestolara ve mücadeleye katılmak zorundayım." diyor. Küçük bir siyahi çocuğun taşıdığı bir pankartta "Bizi Öldürmeye Son Verin" yazıyor.

2 Haziran'da tüm insanlara sosyal medya sayfalarını karartmaları, "BlackoutTuesday" için hayatın rutin akışına ara vererek, George Floyd'un öldürülmesinin ardından düşünmeleri, yas tutmaları ve sistematik ırkçılığın yok edilmesi için hangi politikaların uygulanması gerektiği konusunda kafa yormaları istendi. Bu çağrıya sosyal medyada sadece Amerika'dan değil dünyanın her yerinden milyonlarca insan katıldı. Slogan, "Bugün tatil değil, dur, düşün ve değiştir." Müzik endüstrisinin de katıldığı bu güne endüstrinin önde gelen isimlerinden Quincy Jones, "söylemesi çok zor, çünkü hayatım boyunca ırkçılıkla uğraşmak zorunda kaldım. Irkçılık şimdi kirli kafasını yeniden kaldırıyor, bu işi artık kesin bir çözüme kavuşturmak gerekiyor" sözleriyle bir tweet attı.

Trump'tan sadece susması isteniyor

Trump Korona'nın arka planda kalmış olmasından memnun gibi duruyor. Ezici çoğunluğu adaletsizliğe, polisin barbarlığına karşı çıkan göstericiler yerine sadece yağmacıları, şiddete başvuranları öne çıkarıp ifade ve gösteri özgürlüğünü baskı altına almaya çalışıyor. Amerikan halkını "askeri kullanmakla" tehdit ediyor. Birçok Vali Trump'ın bu tehditine itiraz ederek, "Hayır, benim rızam olmadan hiç bir şey yapamazsın" diyor. Trump, sadece kendi tabanına şov yapmak için elindeki İncil'le resim çektirmek üzere James Madison'dan bu yana kullanılmakta olan Beyaz Saray'ın yanındaki St. John's Episcopal Kilise'sine gitti. Çevrede bulunan barışçı protestocuların "ellerim havada, ateş etme" diye sloganlar atarken plastik mermi, göz yaşartıcı bombalar ve atlı polislerin saldırısına maruz kalmasını hiç umursamadı. Kilisenin Piskoposu Mariann Budde, "Çok öfkeliyim, kiliseye dua etmek için gitmedi. Trump'ın yaptığı ve söylediği her şey şiddeti alevlendiriyor. İncil'i askeri gücün bir uzantısı gibi kullanıyor" diyerek tepkisini dile getirdi.

Atlanta Belediye Başkanı 4 çocuk annesi, siyahi Keisha Lance Bottoms, yer yer şiddete baş vuran bazı göstericileri Martin Luther King'i hatırlatarak çok güçlü ifadelerle kınarken, öfke ve korkunun sebebini çok iyi bildiğini söylemekten geri durmuyor. Krizi yönetirken çok büyük bir takdir toplayan Belediye Başkanı "Ben 18 yaşında siyahi bir erkek çocuğun annesiyim, siyahi bir anne olarak korkunun ne olduğun en iyi bilenlerdenim, George Floyd'un öldürülmesini gördüğümde bir anne olarak çok büyük bir acı duydum. Bu mesele Trump'tan daha büyük. Nasıl bir ülke olacağımıza karar vereceğiz. Değişim istiyorsan Kasım seçimlerinde oy ver. Trump sadece sussun bu yeter" diye vurguluyor. Trump'ın atadığı ilk Savunma Bakanı General James Mattis, "Trump, Anayasa ile alay ediyor, bizi bölmeye çalışıyor" diyor.

Richard Nixon'ın 1968 yılında Demokratları kargaşayı hoş görmekle suçlayan taktiğini benimsemiş görünen Trump'ın, Başkanlık seçim kampanyasını "kanun nizam hâkimiyeti" söylemi üzerine kuracağı anlaşıldı. Kasım ayındaki seçimlerin tüm Amerikalılar için tarihi bir seçim olacağı üzerinde genel bir mutabakat oluşuyor. Ohio Üniversitesi'nden Darick Hamilton, "Ülke olarak çok önemli bir yol ayrımındayız. Bütün bu yaşananlar olumlu sonuçlar yaratarak bizi adalete doğru yönlendirebilir veya adaletten çok uzaklaşabilir, faşizme yönelebiliriz" diye uyarıda bulundu.


Irkçılık Korona'dan daha çok korkutuyor

New York uzun zamandır bir hayalet şehir haline gelmişti. Şimdi New York'un her yerinde binlerce insan her gün gösteri yapıyor. Belediye Başkanı Bill de Blasio, şiddeti kınarken, ırkçılığın neden olduğu derin öfkeyi ve polislerin neden olduğu ölümlerin bu protestolara yol açtığının farkında olduğunu, değişim için gerekli mesajın alındığını, gösteriler sırasında gereksiz kuvvet kullanan polislerden hesap sorulacağını, bunun için Eyalet Başsavcısı gözetiminde bağımsız bir araştırma yapılacağını söyleyerek herkesi sakin olmaya davet etti. Siyahi bir kadınla evli De Blasio'nın kızı Chiara'da 30 Mayıs'taki gösterilere katıldı ve polisin trafiği bloke ettiği için bulunduğu yeri terketmesi uyarısına karşı çıkması nedeniyle önce gözaltına alındı, sonra serbest bırakıldı. Bu mahrem bilginin New York Polis Sendikası tarafından ifşa edilmesi ve "Polise taş atanlardan biri Belediye Başkanının kızı iken isyan çıkaran anarşistlere karşı polis New York'u nasıl savunabilir ki" açıklaması büyük bir tepkiye yol açtı.

30 Mayıs itibariyle Amerika'da 1.7 milyon Korona vakası tespit edildi. Ölenlerin sayısı 103 bine ulaştı. Amerika'nın 50 eyaletinde yüz binlerce protestocu sosyal mesafelendirme ve korkuyu bir kenara bırakarak, çok büyük kalabalıklar arasında diğer insanlarla omuz omuza akın akın yürüyor. Bazen ele ele tutuşan bazen hep birlikte şarkı söyleyen göstericiler bazen de yüzü koyun yere yatıp "nefes alamıyorum" diye bağırıyor. Kızgınlıklarını ve acılarını bağırsalar da hafifletemiyorlar. Televizyonlardaki sürekli yayınlanan Korona için günlük hayata dair tavsiyelere şimdi kimse aldırış etmiyor. Korona'ya karşı ön cephede çarpışan doktorlar ve sağlık personeli de önlükleriyle gösterilere katılıyor. Böylece ırkçılığın, Korona'dan daha tehlikeli ve daha korktucu olduğu anlaşılıyor. Sacramento'daki gösterilere katılan Tanya Faison'ın dediği gibi, "Bir an gelir neyin senin için daha tehlikeli olduğunu değerlendirmek zorunda kalırsın. Irkçılık her şeyden daha korkutucu. Bu nedenle, şimdi maskemi takıyorum, eldivenlerimi giyiyorum ve protestolara katılmak için yürümeye başlıyorum."

Korona gibi büyük pandemilerin toplumları, hayata dair çok şeyi değiştirdiğini pek çok sefer okuduk ve duyduk. Korona, ırkçılığı bir daha dönmemek üzere zihinlerimizden söküp atabilir mi? Korona tüm adaletsizliklerin üstündeki perdeyi kaldırarak ırkçılık ve eşitsizliği gün ışığına çıkarttı. Korona'dan en fazla yoksulların ve siyahilerin neden öldüğü sorusunun cevabını şimdi herkes biliyor.

George Floyd'un öldüğü anları gösteren video sadece siyahilerin, solcuların ve liberallerin değil sağcıların da tepkisine yol açtı. Muhafazakar yorumcular arasında yeralan Fox News'in sunucularından Jeanine Pirro, "George Floyd nefes alamadığını söyleyerek yalvarıyor, bu polisin bu ülkede özgür olmasına imkan yok" diyerek isyan etti.

Avukat, siyasi yorumcu ve babası gibi insan hakları aktivisti Bakkari Sellers, "Çok fazla acı var. Çok yorgunuz. Siyahi çocuklarımız var, onlara kendilerini korumaları için ne tür tavsiyeler vereceğimizi bilmiyoruz. Çekilmiş video olmasa bu hadiseyi bile ört bas edecek olan mevcut sisteme herhangi bir güven duymamız mümkün değil. Şiddeti kimse onaylamaz, ancak öfke ve korku o kadar derinde ki, yaranın kabuğuna pansuman yapmak yerine çok derindeki yarayı tedavi edemez miyiz?" diye soruyor.

Yazar Van Jones, "Bu sadece bir polisin işlediği suç kadar basit bir mesele değil, çok daha derin bir mesele. Hepimiz bu cinayetin suç ortağıyız. Bunun olmasına nasıl izin veriyoruz? Bunun cevabını ben bilmiyorum, Central Park'taki beyaz köpek sahibi Amy Cooper gibi, Hillary Clinton'a oy vermiş, kendini liberal olarak gören birçok beyaz insanın beyninde de siyahilerin suçlu olduklarına dair ön yargılar ve küçümseme var. Bu beyaz faşistlerle "white supremacist" mücadelen daha zor" diyerek isyan ediyor. 

Demokrat Parti Temsilciler Meclisi üyesi, 1963 yılında Martin Luther King'in "Bir Rüyam Var" konuşmasını yapmış olduğu Washington yürüyüşene sivil haklar hareketinin 6 en büyük ve en genç liderlerinden biri olarak katılmış olan John Lewis 4 Haziran'daki televizyon konuşmasında, "Videoyu seyrederken çok büyük bir acı çektim, burası hepimizin evi, bu evde birlikte yaşayacağız. Amerika sadece bizim değil dünyanın evi, burada olanlar tüm dünyayı etkiliyor" diyor.

Birçok yorumcu, siyahilerin ölümünün insan ölümü olarak görülmediğini, siyahi bedenlerin insan olarak kabul görmediğini tekrarlıyor. Martin Luther King'in kızı Bernice King babasının "Buradan bir kaosa mı gideceğiz, yoksa hep birlikte bir toplum mu olacağız" sözlerini hatırlatırken, "Zaman lehimize çalışmıyor" diye uyarıda bulunuyor.


Martin Luther King

Kareem Abdul-Jabbar'ın 30 Mayıs tarihinde Los Angeles Times'ta çıkan makalesi her şeyi anlatıyor. Kelimesi kelimesine okunması gereken bu makaleden uzun bir alıntı yapıyorum. "Polis karakolu önünde kızgın siyahileri elleri yumruk halinde protesto ederken gördüğünde ne görürsün? Eğer beyazsan, "Sosyal mesafelendirmeye uymuyorlar diye düşünebilirsin. Target gibi bir mağazayı yağmalayanlar arasında siyahi yüzler dikkatini çektiğinde, bu sadece davaya zarar veriyor diye düşünebilirsin. Bir polis karakolunun kundaklandığını gördüğünde ise parmağını sallayarak, davayı kötüleştiriyor diyebilirsin. Haksız değilsin-fakat haklı da değilsin. The Atlantic dergisinde net ifadelerle, güçlü makaleler yazmak, CNN'de süregiden yıkımı anlatmak, değişim vaadden adayları desteklemek gibi geleneksel her şeyi yaparak kamusal ve siyasi farkındalığı arttırmaya çalışsak da, bir iğneyi dahi kımıldatamadık. Belki siyahi toplumun şimdiki en önemli kaygısı, protestocuların 6 feet ayrı durup durmadıkları, bir kaç çaresiz ruhun tişört çalıp çalmadığı ve hatta bir polis karakolunun ateşe verilmiş olup olmadığı değil. Siyahi toplum, oğullarının, kocalarının, erkek kardeşlerinin ve babalarının yürüyüşe, koşuya ya da araba kullanmaya gittiklerinde polisler ya da gelecekte polis olacaklar tarafından öldürülüp öldürülmeyeceğinden kaygı duyuyor. Belki de siyahi olmak ömrünün geri kalanını evde, barınakta kalarak geçirmek anlamına geliyor. Çünkü bu ülkeye bulaşmış ırkçılık virüsü Korona'dan daha ölümcül. Irkçılık Amerika'da havada bir toz gibidir. Görünmez. Seni boğsa bile görmezsin, ancak güneş ışığı vurduğunda görürsün. Sonra her yerde görürsün. Üzerindeki ışığı yaktığımız sürece, nereye dokunmuşsa temizleme imkanımız olur. Ancak tetikte olmalıyız, çünkü her zaman havadadır."

Bu yakıcı sözler bizi kötülüğe bağlayan zihinlerimizdeki kara lekeleri yok edebilir mi? Everest dağı orada karşımızda duruyor, onu aşsak bile yeni dağları aşabilecek cesaret ve gücümüz var mı? Başka biriyle çatıştığında arkanı dönüp gidebilirsin, kendinle çatıştığında kendinden uzaklaşacak derinliğin var mı? Derinin üstündeki kabuklar ölmüş deri oldukları için acıtmazlar. İçerdeki yaranın iyileşmesi için daha derine inmelisin. Bu sakin bir denizde yüzmekten vazgeçip fırtınalı bir okyanusa atlamak gibi olabilir. Dizlerin titreyerek baktığın bir tablodaki beyaz noktaların aslında siyah olduklarını bildiğin halde beyazı görmek için yalvarırsın.

Şimdi sessiz kalmanın "ben olanlara aldırmıyorum", "ben buralarda değildim onun için benim sorumluluğum yok" demek olduğunu bilenler Korona ortasında hayatlarını riske atarak gösterilere katılıyor. James Baldwin, 1963 yılında Florida Forum'da yaptığı bir konuşmada, "Ben beyazların ahlaki edilgenliklerinden, kalplerinin körleşmesinden ve sağırlaşmasından dehşete düşüyorum, benim insan dahi olduğumu düşünmeyen bu insanlarla nasıl iletişim veya bağ kurulabilir bunun cevabını bilmiyorum" demişti. Bugün ülke çapındaki gösterilerde çok sayıda beyaz genç kadın ve genç erkek de ön sıralarda yürüyor. Burası bir cehennem gibi görünse de, değişime cesareti olanların, Obama'nın dediği gibi umutlarında cüretkar olanların, iyileşmeye inancı olanların seslerini duyurabildiği bir yer. Yaraların sarılabileceği ihtimalinin kendine yer bulabildiği bir yer. Burası her şeye rağmen bazı polislerin, ulusal muhafızların göstericilerle birlikte diz çöküp özür dileyebildiği de bir ülke. Burada Amerikan rüyasının başarısızlıkları, hayal kırıklıkları sık yaşansa da, gelecek kuşaklara miras bırakılacak değerlerin ahlaki bir çöküşe yol açmaması gerektiğini düşünenlerin, yazdığı kitaptan daha iyisini yazacağına söz verenlerin de ülkesi burası. The New York Times gazetesinin baş yazısındaki başlık gibi "protestonun yurtseverlik" olduğuna inananların da ülkesi. Bazı yerlerde sesler karartıldığı için hiç duyulmuyor.

Blues müziği siyahilerin kederini anlatmaz mı?

Yazarın Diğer Yazıları

'Main Street', Wall Street'e karşı; GameStop hisselerinde ne oldu?

GameStop hissesi, Cuma günü Borsa kapanmadan birkaç saat önce 60 dolar civarında direniyordu. Küçük yatırımcı büyük yatırımcıyı yutamasa da, Wall Street'in güvenini sarsmayı başardı

Amerika'da yeni bir sayfa; Biden'dan sadece 'eylem' değil, 'dönüştürücü eylemler'in ayak sesleri

Birisi deli sessizliği yok edecek rüzgarı geri çağırdı. Washington'daki kiraz ağaçları yine çiçek açacak, bahar gelecek, umut bitmeyecek…

Trump, aşırı sağ radikalizmini yaygınlaştırdı, normalize ederek meşrulaştırdı

Demokrasinin sadece seçimlerden ibaret olmadığını bilen Amerikalılar, demokrasi için özgür basın, güçlü sivil toplum, bağımsız mahkemeler, güvenli bir anayasal çerçeve yanısıra, belki de bunların ötesinde seçimleri kaybedenlerin seçim sonuçlarını kabul edecekleri demokratik bir kültürün ne kadar önemli olduğunu öğrendi