06 Eylül 2020

Amerikalılar sonbahar ve kışın belirsizliğinden korkuyor; Biden "normal"e dönüşün umudu mu?

Bu eylül, New Yorkluların simasına aşina olduğu eylül değil; şimdi sonbaharın içine ölüm girdi

Trump'ın 5680 sözcükten oluşan Cumhuriyetçi Parti Kongresi'nin kapanış konuşmasından sonra herkes derin bir nefes almış ve biraz sükunet hayal etmişti. Korona Kongreleri diye de adlandırılan ve iki hafta süren kongrelerin hemen ertesinde Trump, 30 Ağustos tarihinde sabah 7 civarında attığı 70'e yakın tweetleriyle yeni başkanın göreve başlayacağı 20 Ocak tarihine kadar Amerikalılara nefes aldırmayacağını gösterdi.

Geçtiğimiz günlerde NBC News ve Wall Street Journal'ın gerçekleştirdiği bir kamuoyu yoklaması, kayıtlı seçmenin yüzde 30'unun posta yoluyla, yüzde 43'ünün ise sandıklarda oy vereceğini gösterdi. Trump taraftarları arasında postayla oy vereceğini söyleyenlerin oranı yüzde 11, sandıkta oy vereceğini söyleyenlerin oranı yüzde 66 iken, Biden'ı destekleyenlerin yüzde 47'si posta, yüzde 26'sı ise sandıklarda oy vereceğini söylüyordu.

Bu yoklamaya göre, 3 Kasım seçimlerinde, sandığa atılan oylarda Trump'ın, postayla kullanılan oylarda ise Biden'ın kazanması bekleniyor. Seçimin bu şekilde cereyan etmesinin demokrasi bakımından ciddi sonuçları olabileceğine dikkat çeken uzmanlar, Trump'ın posta vasıtasıyla verilen oylarda hile yapıldığı bahanesiyle bu oyların sayılmasını beklemeden 3 Kasım gecesi zafer ilan edebileceği ve taraftarlarının sokaklara çıkarak kutlamalara başlayacağı, bu sonucu kabul etmeyen Demokrat Partililerle Trump taraftarlarının karşı karşıya gelebilecekleri bir kaos senaryosu üzerinde ciddi olarak duruyorlar. Oyların sayılmasının günler hatta haftalar alabileceği, gelecek başkanın kimliğinin Kasım ayı ortasına kadar bilinemeyebileceği ileri sürülüyor.

Eski başkanlardan Jimmy Carter'ın kurucusu olduğu, 1989 yılından bugüne kadar başta demokrasiye geçiş sürecindekiler olmak üzere 39 ülkedeki seçimleri izlemiş olan "The Carter Center"ın CEO'su bu yıl listelerine 3 Kasım ABD seçimlerini de ekleyebileceklerini açıkladı. Merkez'in bu kararının arkasında mevcut kutuplaşma çerçevesinde son araştırmalara göre Amerikalıların yüzde 25'nin seçimlerin adil ve serbest olarak yapılmayacağına inanmasının yattığına vurgu yapan ifadeler, bazı siyaset yorumcuları tarafından "Amerikan demokrasisi için bir utanç" olarak tasvir edildi.

Trump, yangının tam merkezine ziyaret yapıyor

Trump, "Black Lives Matter" hareketine karşı açık bir kampanya yürütüyor. Nefret ve husumete yol açan sözlerinin yanına vatanperverlik sözünü de ilave ederek Amerikalılar arasındaki hengameyi, Amerika'nın içinde kavrulduğu yangını uzaktan seyrediyor iken, 1 Eylül tarihinde yangının merkezini, Kenosha'yı ziyaret etmeye karar verdi. Wisconsin Valisi'nin "sakın gelme ve bizi daha da bölme" çağrılarını dinlemeyen Trump, ziyaretinin yoğun ve kahramanca mesai yapan polisleri ziyaret etmeye ve gösteriler sonrasında ortaya çıkan tahribatı incelemeye matuf olduğunu söyledi.

Gösteriler Trump'ın elini güçlendiriyor. Taşrada yaşayan salıncak eyaletlerdeki kararsız ve ılımlı seçmenleri Trump'a doğru itiyor. Göstericilerle, Trump taraftarları arasındaki çatışmalar, yanan evler, kundaklanan dükkanlar, ateş sarmalı içindeki sokaklar, silah sesleri Trump'ın kanun ve nizam mesajının daha fazla seçmene ulaşmasını sağlıyor. "Pew Poll"un yaptığı son araştırma, Amerikalıların yüzde 59'nun şiddeti dikkate alarak oy kullanacağını gösteriyor.

Silah satışlarında ciddi bir artış görülüyor. Michigan'da, Wisconsin'de yaşayanlar, gösterilerden, protestolardan endişe duydukları için ilk defa silah aldıklarını söylüyorlar. Kanun ve düzeni eline aldığını iddia eden Trump taraftarı aşırı sağcı grupları inceleyen uzmanlar, bunlar arasında artık yalnızca silahların taşınması değil kullanılması eğiliminin de güçlendiğine dikkat çekiyorlar.

Geçen seçimlerde oy kullanmayan en büyük grup olan ve "kanun ve nizam" mesajına büyük önem veren bu grubun protestoculara karşı polisin yanında yer aldığı için Trump için bu defa sandıklara gidebileceği söyleniyor.

Bu eylül, New Yorkluların simasına aşina olduğu eylül değil

New York için sonbahar şiddetli sağanak ve fırtına zamanları olduğu kadar hayata yeniden başlamanın da zamanıdır. Bunaltıcı sıcakların bittiği, havanın berrak ve latif olduğu, çimlerin hâlâ taze koktuğu, gelecek kışın gazabını korkarak bekleyen New Yorkluların gökyüzünden akar gibi yağan yıldızlara bakarak hayal kurdukları Eylül, bu yıl kesif bir karanlık içinde kayboldu. Central Park'ta gökyüzüne uzanan yüzlerce yaşlı ağacın loşluğu altında "yaşı kaç" diye ağaçların yaşını merak eden biçare New Yorklular şimdi, gözlerini kısarak, kaşları çatık, hoşnutsuz bir şekilde ağaçların gölgesine sığınıyor.

Şimdi sonbaharın içine ölüm girdi.

Çocukların okula başladığı, yeni filmlerin, müzikallerin, oyunların, konserlerin, sergiler üzerine binlerce makalenin yayınlandığı, sayıları son derece azalmış olsa da kitapçı vitrinlerine yeni kitapların dizildiği, ucuzlukların bittiği mağazalarda yenilenen vitrinlerin caddeleri büyülediği, yanık bir tenle ofislerine dönen New Yorkluların hızlı adımlarla caddelerde yürüdüğü Eylül ayı hissiz, kendisine yabancı, herkese dargın bir Eylül'e dönüştü.

New Yorklular, Mart ayından bu yana bin civarında restoranın kapandığı, geriye kalanların ayakta kalabilmek için ölüm-kalım mücadelesi verdiği restoranlara son günlerde daha fazla rağbet ediyorlar. Kış aylarında tekrar kapanacağını düşündükleri restoranlara, daha önce büyük bir dikkatle takip ettikleri ve bugün büyük bir bölümü işsiz kalan yiyecek içecek yazarlarının yorumlarına bakmadan, etin doğru pişirilip pişirilmediğine aldırış etmeden sadece kaybolan "eski hayat"larını aramak için dalgın dalgın yürüyerek gidiyorlar. Eskiden ses bombası düşmüş kadar gürültülü olan caddenin ortasındaki restoranlarda en düşük ses tonuyla, harap olan hayatlarını unutmak için konuşuyorlar. En nefis yemekler bile kimseye yarını unutturamıyor.

Kulaklarının arkasını ısıtan güneş ışığının kaybolduğu, esrarlı ışıklarda hâlâ aşk şarkılarının söylenebildiği yaz sonrasında, soğuk rüzgarlardan korunmak için tekrar çaresiz bir biçimde paltolarının yakalarını kaldıracakları, gecelerin daha uzun ve daha yalnız olacağı kışı düşünüyorlar.

Sinemaya gitmek hafızamızda eskimiş bir hatıraya dönüşüyor. Las Vegas'ta 27 Ağustos tarihinde açılan 172 kişilik sinema salonuna sadece 28 kişinin geldiğini gören Hollywood, sinemaya gitmek belki de bir daha gelmemek üzere kayboldu diye endişeleniyor. Yüzde 50 kapasite, güçlendirilmiş havalandırma, agresif temizlik bile, sinemanın ne kadar hasretini çekmiş olsalar da Amerikalıların kapalı bir yerde saatlerce vakit geçirmeye hazır olmadığını gösteriyor.

Zaten her şeyin evden seyredilebilir hale gelmesi, New York'ta birçok sinema salonunu kapanmaya mecbur etmişti. Oysa sinemaya gitmek için çaba harcarız, yakındaysa yürürüz, uzaktaysa otobüse, metroya bineriz. Ben evde bir hafta önce seyrettiğim filmi hatırlamazken, sinemada seneler önce seyrettiğim filmleri hatırlıyorum. Amerikalıların devasa Coca Cola ve patlamış mısır kovalarıyla koltuklarına yerleştikleri, yanındaki seyircinin sessiz olunması için şışşt dediği, geç kalmış bir seyircinin özür dileyerek bacaklarına çarparak yerini bulmaya çalıştığı salonda, ışıkların kararması ve filmin başlamasıyla salona mucizevi bir şekilde inen derin sessizlikte devasa perdenin önünde hep birlikte güler, birlikte ağlarız. Sinema çıkışında, yanımızda, arkamızda yürüyenlerin film hakkındaki yorumlarına isteyerek kulak misafiri oluruz.

Amerika'da perdelerin hâlâ kapalı olduğu Hollywood ise tüm ümitlerini, sinemaların açıldığı, gelir bakımından bu yıl dünyanın en büyük sinema pazarı olan Amerika'yı yerinden edecek Çin pazarına bağlamış durumda. Hollywood, Çin'in sansürüne de boyun eğerek Çin pazarı için filmlerin bazı bölümlerini kesmesi nedeniyle eleştirilere maruz kalıyor.

Metropolitan 28 Ağustos tarihinde sınırlı sayıda kişiye, maske ve sosyal mesafelendirme kuralları çerçevesinde kapılarını açtı. 28 Ağustos'ta sadece üyelerin girmelerine izin verilen müzede, sokaklarda gördüklerimden daha fazla sayıda insan vardı. Aynı anda üç yeni sergiye ev sahipliği yapan müzede, "Jacob Lawrence: The American Struggle" sergisi önündeki uzun kuyrukta herkes sabırla bekledi.

150.yıl kutlamaları için hazırlık yapıldığı esnada kapatılan müze, 150 milyon dolara ulaşan gelir kaybı, çalışanların sayısındaki yüzde 20 düşüşle tekrar açıldı. George Floyd ve Breonna Taylor'ın öldürülmesi sonrasında MET Yöneticisi Maw Hollein'in yapmış olduğu kimilerine göre isabetsiz kimilerine göre cesur açıklama müzenin geçmiş ve geleceğini tartışmaya açtı. Hollein yapmış olduğu açıklamada, müzenin tarihinin "beyazların üstünlüğü"nü savunan ırkçı tarihle iç içe olduğunu kabul etmişti. Bu yüzden 150. yıl kutlalamaları için jübilesinin sloganı seçilmiş "Making the MET" sloganı da dahil ağır eleştirilerle karşı karşıya kalmış olan müze almış olduğu yarayla biraz da kapılarını mahcup bir şekilde açtı.

Metropolitan Müzesi'nin açılmasıyla müze ile özdeşleşmiş olan seyyar arabalardaki yiyecek satıcıları da geri döndü. Müzenin "hot dog" kralı olarak tarif edilen 70 yaşındaki Dan Rossi, Korona'dan önce bazı çok iyi günlerde ulaştığı 2 bin dolarlık satışların şimdilik hayal olduğunu bilse de yeniden satış yapabiliyor olmaktan çok mutlu. 3 dolara "hot dog" 1 dolara küçük şişe suyu satan Dan Rossi, seyyar arabasının ele geçirilmesi ya da yerinin değiştirilmesi korkusuyla son 7 yıl boyunca gecelerini bir şezlongda arabasının içinde geçirmiş olduğunu, ilk defa müzenin kapalı olduğu 5 ay boyunda evinde yatağında uyuyabildiğini söylese de müzenin kapalı olduğu dönemi hatırlamak dahi istemiyor.

Korona'nın akıl almaz bilinmezliği

Geçtiğimiz hafta Korona'ya yakalananların ikinci defa tekrar hastalanabileceğine işaret eden haberler derin bir hayal kırıklığı yarattı. Hong Kong'dan bir kişinin, Avrupa'dan 2 kişinin yeniden enfekte olduğu haberlerinin ardından Nevada'dan 25 yaşındaki bir Amerikalının Mart sonunda hafif biçimde geçirmiş olduğu Korona'ya tekrar, bu sefer çok ciddi semptomlar göstererek yakalandığı haberi geldi. Ekonomik kriz, ödenemeyen kiralar, zar zor kendi yağında kavrulanların kaybettikleri işler, polis şiddeti, kapalı/yarı kapalı okullar, şiddete dönen gösteriler ve Korona'nın hızını kesmemiş olmasının yarattığı belirsizlik karşısında Amerikalıların duyduğu çaresizlik duygusu daha da derinleşiyor. Korona muammasının içinden kimse çıkamıyor.

Hayatın belirsizliklerle dolu olduğunu bilsek de belirsizlik yokmuş gibi yaşamayı tercih ederiz. Hangi yaşta olursak olalım, hayatlarımızı bir gün yaşayacağımızı düşündüğümüz belirsiz bir geleceğe erteleriz. Hayallerimizi yaşamak yerine bir gün yaşayacağımız hayatın hayalini kurarak yaşarız. Belirsizlikten hem korkar hem de belirsizliği severiz. Yıllarca aynı mahallede, aynı evde yaşayıp, aynı koltuğa oturarak hayatımızı kendimizin belirlediğini düşünerek rahat ederiz. Bu rutinden kurtulmak için seyahatlere gider, sonu kestirilemeyen filmler seyreder, casus romanları okuruz.

Belirsizlik doğduğumuz günden itibaren hayatımızın merkezinde olmasına rağmen, şimdi Korona'nın yarattığı belirsizliğe, irademizi hükümsüz kılmasına, biçare kalmamıza öfke duyuyoruz. Korona'yla, "bugünün" artık soru sormanın, ya da takvimizde bir günü işaretlemenin zamanı olmadığını da öğrendik.

Korona bize sürekli olarak ölümü hatırlatıyor. Ölüm, geride kalanları yakıyor. Ölmek için yaşadığımızı bilmek istemiyoruz. Yol açtığı gam ve kederle sürüklendiğimiz acı ruhumuzu yaralıyor. Gelecekten şüpheye düşerken, belirsizlikten daha çok korkuyoruz. Gecenin sessizliği içinde belirsizliğe cevap bulabilmek için attığımız sessiz çığlıklar akisler yaparak yayılıyor.

Biden "normal"e dönüşün umudu, belirsizliğin çaresi gibi tanıtıldı. Oysa şimdi kimse normalin ne olduğunu tarif edemiyor. Biden, yarının endişesinden azade bir "normalden" bahsediyor. Oysa Koronalı hayatın kendileri için ne hazırladığını bile düşünemeyen Amerikalılar, Korona'nın yarattığı binlerce kördüğümün içinde sonbahar ve kışın belirsizliğinden korkuyor.

Amerikan Hava Yolları'nın geçtiğimiz günlerde 19 bin çalışanın işine son vereceğine dair haberin sıradan bir gelişme gibi kabul görmesi, JP Morgan Chase'in rotasyon usulü çalışmanın sürekli olabileceği açıklaması, uzaktan çalışmanın işten çıkarılma ihtimalini kolaylaştıracağı tahmini, gençlerin şehirleri terk ederek doğdukları yerlere ve banliyölere taşınması, internet üzerinden eğitim yapan üniversiteli öğrencilerin, üniversitelerinden çok uzak diyarlarda eğitim yapmaları gibi beklenmeyen gelişmeler "eski normal"i hızla hayatlarımızdan ve hafızalarımızdan uzaklaştırırken, hayatımız bir esrarengiz bir kuyu içindeki hüzne dönüşüyor. Kalbimizde eziklik büyüdükçe hayata karşı ne kadar zayıf olduğumuzu idrak ediyor, göz aldatan hayatlarımızın sert çehresine teslim oluyoruz. Bu defa vicdanlarımızdan, kendimizden gizlediğimiz günahlarımızdan kaçmak daha zor görünüyor.

Korku içimizde biriktiğinde hem bize hem de umuda yer bırakmıyor. Umut orada bir yerde bizi beklemiyorsa hayat sadece çentikli bir yola dönüşmez mi? Patt Smitt umuda dair güzel bir örnek veriyor. New York öldü, çöküyor diyenlere, "New York dünyanın etnik bakımdan en zengin şehri, bu yüzden geri dönecek" diyor. New York'ta, Jackson Heights'ta Central Park'ın yarı büyüklüğündeki bir alanda yaşayan 180 bin kişi 167 farklı dil konuşuyor. Burası bir Türk'ün sahip olduğu binada, apartman yöneticisinin Yunanlı, kiracıların Hintli, Pakistanlı, Perulu, Kamboçyalı, Meksikalı olduğu dünyadaki tek yer. Bu insanların çocukları aynı bahçede birlikte oynarken, anne ve babalar birbirlerinin kültürünü tanıyarak ön yargılarından kurtuluyor. Yoksulluğuna, ıstıraplarına, mahrumiyetlerine, karlı günlerde sığınacak tavan arasındaki yerlerden başka yerleri olmayan göçmenlerine rağmen burası dünyanın merkezi. Bu yüzden umudu kaybedemez, kaybetmemeli, umuda muhtacız diye içimden tekrarlıyorum. Umut orada bizi bir yerde beklemiyorsa, o zaman umudu biz yaratmalıyız.

Turgut Uyar "Umuttur" şiirinde şöyle diyor:

Bütün gümbürtüsüyle
Umut kaçınılmaz
gerçektir çünkü
Biri Asya'da biterken
sözgelişi, Şili'de öbürkü başlar

Yazarın Diğer Yazıları

'Main Street', Wall Street'e karşı; GameStop hisselerinde ne oldu?

GameStop hissesi, Cuma günü Borsa kapanmadan birkaç saat önce 60 dolar civarında direniyordu. Küçük yatırımcı büyük yatırımcıyı yutamasa da, Wall Street'in güvenini sarsmayı başardı

Amerika'da yeni bir sayfa; Biden'dan sadece 'eylem' değil, 'dönüştürücü eylemler'in ayak sesleri

Birisi deli sessizliği yok edecek rüzgarı geri çağırdı. Washington'daki kiraz ağaçları yine çiçek açacak, bahar gelecek, umut bitmeyecek…

Trump, aşırı sağ radikalizmini yaygınlaştırdı, normalize ederek meşrulaştırdı

Demokrasinin sadece seçimlerden ibaret olmadığını bilen Amerikalılar, demokrasi için özgür basın, güçlü sivil toplum, bağımsız mahkemeler, güvenli bir anayasal çerçeve yanısıra, belki de bunların ötesinde seçimleri kaybedenlerin seçim sonuçlarını kabul edecekleri demokratik bir kültürün ne kadar önemli olduğunu öğrendi

"
"