13 Aralık 2010

AKSİ SİMGELER

Simge her şeydir. Bu gerçeği, bellek oluşturan mihraklar da bilir, o belleği dağıtmak isteyenler de...

Simge her şeydir. Bu gerçeği, bellek oluşturan mihraklar da bilir, o belleği dağıtmak isteyenler de. Belleğimiz, T.C. varlıkları olarak hepimizin ortak belleğinin Wikileaks’ten sonra (belki wikileaks Türkiye adı altında kirli çamaşırlarımızın dökülerek) Türkiye’yi oluşturan herkesin bağlanabileceği ortak bir belleği yeniden şekillenmesi, şekillendirilmesi gerekmektedir. Vakit geçmeden hem de. Uzun süredir, yavaş ve emin adımlarla aynada aksini gördüğümüz mihraklar T.C. ortak belleğini dağıttılar. Mutlaklar yerle bir oluyor. İyi oluyor, kötü oluyor tartışmasına girmeyeceğim. Taksi şoförleri ile yeterince konuşuyorum. Lakin referandumdan sonra tutulmayan sözler, seçimler yaklaştıkça yeni partilerin kuruluşu, CHP’nin içinde bir türlü durulmayan ateş ve yumurtalı boyalı protesto eylemleri ile AKP iktidarında oluşturulduğuna inandırıldığımız sanal huzur ortamı yine aynı sanal (simulakrum) çağrışımlı uygulamalarla sarsılmak istenmektedir. Pek yakında, seçimler öncesinde siyasiler  “o eski huzursuz günlere dönmek istemiyorsanız, bize oy verin” benzeri sözlerle beynimize işlemeye çalışacaklardır. Gel gör ki ben siyasetten anlamam ama İzmir’de gördüğüm slogan aklımda: HAKLI ŞİDDET YOKTUR!
Yirmi yıl çalıştığım Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi başta olmak üzere çeşitli üniversitelerde yine gençliğin kimi haklı sivil itaatsizlikleri, kimi şiddetli başkaldırılarına toplum yabancılaştırılmıştır ve hayatım boyunca gördüğüm üniversite odaklıymış gibi yaratılmak istenen karmaşa, kargaşa ortamı yeniden hortlayacak korkusu yayılmak istenmektedir. Türkiye Cumhuriyeti ciddi bir dönüm noktasındadır, yol ayrımına gelmiştir. (Y)
Ben, kendisini bu memlekete ait hissetmeyenleri nasıl oluşturduğumuzu, “nerede hata yaptık?” çaresizliğinden öte ciddi sebepler bulmaya çalışarak böyle yeis içinde derin derin soluyup düşünürken Ankara’dan bir haiku geldi. Bir zamanlar Öyküye Bir Bilet Gidiş Dönüş dergisini çıkarırken öykülerimi, fotolarımı yayımlayan yazar, sanat bilimcisi arkadaşım Barış Acar, Uzun Hikaye isimli sitesinde yayımladığı “Y” başlıklı haikusunu göndermiş bana. Haiku şöyle:
Y
Tren camında
gülen adamın yaşlı 
yüzünün aksi.

Bu, Yusuf’un Y’si dedim ve böylesi bir ego güdülenmesi ile okudum ilkin. Yaşlı hocasının yansımasına genç diyor sandım Barış. Bir daha okudum, cinası gördüm. Kolektif Cumhuriyet çocuğu belleğimde tren camındaki adam Mustafa Kemal, bana göre. Onun gülen, gülümseyen yüzünün aksi, bir görünmeyen yüz olabilir. Aksi, şimdi dayatılan bir gülen yüz olabilir. İma ya da ironi ile haikudan Barış bunu kast etmiş midir bilemem, ama ben görünenin ardındaki görünmeyeni çıkarmaya, öküzün altında buzağı aramaya bayılırım, bilen bilir.
“Aksi” sözcüğü ile ilkin, “yansıması” anlamı geldi, ikinci olarak da “tersi” anlamı. Son zamanlarda e posta iletilerimi zamandan tasarruf olsun diye sade küçük harf “y” diye imzaladığım için “Aaa ben diye üstüme alınmak istedim bu cinaslı anlamlarla birlikte. Fakat “gülen” sözcüğü ile de birleşince aynı sözcük, üçüncü anlamını getiriverdi: “Tarihteki bugünkü çağrışımlarına bakarak bağlamsal simgeleri ile küreselleşmiş bir cemaatin gülen yüzünün aksidir, tersidir gerçekten gelmekteki, trenin camındaki cumhuriyet yüzünün aksi o usulca gelen gülen yüzdür,” gibi bir anlam da çıkıyor sanki. Başlık da çatal Y olunca, yol ayrımına geldik, denmek isteniyor gibi.
Masum bir haikudan neler çıkardım, görüyor musunuz? Belki Barış’ın, tren camında gördüğü yaşlı adamın gülen yüzünün aksi bir genç yüzdür sadece. Haikunun görünen masumiyetinin ardında bulduğum görünmeyen, benim yitirdiğim masumiyet mi yoksa? 
Simge her şeydir ve harfler, sözcükler birer simgedirler ya “Visibilia ex invisibilibus”: Avrupa İktisat Okulu’nun da düsturudur bu söz. Anlamı da şudur: “Görünenin kaynağı görünmeyendir” ya da “görünmeyenden çıkar görünen. “ 

Aynadaki, camdaki yaşlı adamın gülen yüzü, önceden gözümüze görünmezdi, çünkü hayal edemezdik birçok aksi, yansımayı göstermezdi. Hayal edemediğimizden, hiç görmediğimizden.  Şimdi gözümüze görünen her şey, önceden düşlenen (görünmeyen), düşlendikçe beliren, şekillenen bir gülen yüzün gelişi midir? Gülen yüz, kendisini usul usul görünür kılmıştır; şimdi zaman, bu gülen yüzün aksini hayal etmeye gelmiştir.
Mustafa Kemal’in Cumhuriyet değerlerinin karşısında bir aksi simge olarak başta ABD ve koca kapitalli Avrupa ülkeleri ile yaratılan, öteki diye dayatılan bir gülen yüz mü vardır, ve böylelikle amaçlanan bu ülkeyi yine hoşgörüsüzlük içinde kan gölüne dönüştürüp bölmek midir? Bana doğru gelenin yüzünü göremiyorum ki aksini göreyim.
Ülkemizin ekonomik yazgısı, ya da bir kurumun, bir cemaatin hatta; hatta belki bir gülen yüzün ekonomik yazgısı iktisatla açıklanamaz. Hele hele, organize edilmiş bir gülen yüz ise. Geçip giden zaman içinde usul usul yürürlerken gözümüze görünmeyen, şimdi gözümüze giriyor. Aynada gülen yüzü, Cumhuriyeti kuran yüzün, Mustafa Kemal’in 88 yaşındaki yüzünün aksi olarak mı benimseyeceğiz, yoksa onun aksini, tersine tebbet simgesi olarak baş tacı mı edeceğiz. İslamı özgürleştirmişse eğer Mustafa Kemal, bir Makedon imamın dediği gibi, bu aksi yüz ne yapmaktadır?
Kolektif hipnotizma olabilir mi bu? Tanrılar Okulu’nda söylenen de buna benzer bir iddiaydı, yanlış anımsamıyorsam: Gezegenin kaynakları sınırlı değildir diyorlar. Asıl sınır insanın dogmalarla kendi sınırlarını dış dünyaya yaymaya, yansıtmaya çalıştığı yerde ortaya çıkmaktadır. Vizyoner yeni gençler, gezegenin yeni liderleri olacaklarmış, düşlerini gerçekleştireceklermiş. Niye bilmem, bir kola reklamı geldi aklıma: Daha çok iste!
Avrupa İktisat Okulu’nun rektörü Prof. Stefano E. D'Anna, iyimser görüşlerini ilettiği “Ebediyet Ekonomisi” yazısında fazla kullanılıp anlamını yitiren “sevgi” sözcüğüne de değiniyor ve İtalyancadaki bu sözcüğün (amore) bir türevinin “a-mors” olduğuna (ölümün yoksunluğu) olduğuna dikkat çekiyor. Pragmatizm penceresinden, yeni genç liderler yetişecekmiş bu küresel markette, ölümün yoksunluğunda.
Oysa camdaki adamın dünyasında ölüm korkusu var, sonrası vaat edilen simgesel ve simulakr gelecek ülkenin ve hayatın başrolünde, içi koflaşmış sevgi sözcüğü de nefer, bu hizmet sektörünün pazarındaki geçer akçe.
Küresel simgeler, paranın küresel hipnotizma mekanizmaları, yeni toplumsal çalkantılara gebe yurdumda geleceğimizi belirleyecek gibi. Hizmet etmek ve hizmetkarlık, o gülen yüzün aksinin Sufizmi hakkında Şikago’daki konferansta neler konuşuldu, biraz daha incelemek lazım ve Köln camiine milyonlarca avronun niye bağışlandığını.
Assange, küresel kirli çamaşır bohçasını ters yüz etmeseydi, inanç kurumlarını iktidar için kullananların yüzlerinin aksini de göstermeseydi, dünya onun iyi olduğuna, bizim için kendisini feda ettiğine inansaydı, İsa’nın yeniden doğmuş hali olur, peygamberleşirdi.  Oysa şimdi, aksi simgeler belleğine çomak soktuğu için,  yüz kızartıcı suçlar yakıştırılarak, saçlarına kar yağmış bu adamın şerefini yerle bir etmeye çalışıyorlar. 
Kimler? Aksi simgeler? Nazım ustanın Küçük Kızcağız’ına kulak asalım yine:
Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler...
Hiroşimalar, Felluçeler olmasın diye Wikileaks’e destek vermek gerek. PEN üyesi olarak seviniyorum şimdilik. Belki aksi simgelerin küresel hipnotizma yöntemleri de açığa çıkar, halkımız da uyanır diye ümit etmekteyim. Ümitsizler ümit edermiş atasözünü de aklımdan çıkarmadan, ne yazık ki.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yalnızlar Evrenkenti & Recep

Ben bilmem, eşim bilir. Yumuşatılmış dahi olsa bilen beydir. \"Bilmek,\" kolayca kazanmanın yolunu bilmek olmuştur

TİYATROFOBİ!

Tiyatro korkusunun kökleri Yunanca theatron (izleme yeri) ve phobia (korku) sözcüklerinin birleşimine dayanır...

SATILMIŞ & BOSHLAND!

Bilim kurgu uzmanı ve yeni yılın ilk günü çok erken yitirdiğimiz canım arkadaşım...

"
"