28 Ocak 2020

"Parrhesia" ya da "doğruyu söylemek" Tiyatro Kast sahnesinde

Oyundan çıktığımızda antik Yunan dünyasında doğan ve günümüz için çok büyük değer taşıyan "parrhesia" kavramı adeta sırtımıza yüklenmiş oluyor

Tiyatro Kast'ın bu sezon sahnelemeye başladığı yeni oyunlarına adını veren parrhesia, Fransız düşünür Michel Foucault'nun üzerine verdiği dersler sayesinde daha yakından bildiğimiz bir kavram. İzmir turnesi sırasında izlediğim Kast'ın bu yeni ve dikkat çekici oyunundan söz etmeden önce biz de kavram üzerinde duralım biraz.

Türkçeye "doğruyu söylemek" olarak çevrilen parrhesia kavramı, dilimizde karşılık bulduğu halinden daha derin bir anlam taşıyor aslında. Foucault, 1983 sonbahar döneminde California Üniversitesi'nde verdiği derslerde, parrhesia kavramının Antik Yunan tragedyalarından başlayarak M.S. 5. yüzyıla kadar edebiyat, sanat ve felsefedeki kullanımını ele alır. (Bu derslerin ses kayıtlarından elde edilen "Doğruyu Söylemek" adlı kitap Ayrıntı Yayınları tarafından 2005 yılında basılmış) Foucault bu derslerinde, kavramın birçok farklı kullanımını anlatırken, daha çok, bugün de kendisine göndermeler yapılan olumlu kullanımı üzerinde durur.

Nedir parrhesia? En basit haliyle parrhesia kullanmak hakikati dile getirmek, söylemek anlamına gelir. Parrhesia kullanan, hakikati söyleyen kişiye parrhesiastes denir. Parrhesiastes, doğru olduğunu bildiği şeyi, herhangi bir şekilde retoriğe başvurmadan düpedüz söyler. Peki, bu kişinin hakikati söylediğini nereden biliriz? Parrhesia kullanan kişinin söylediği şey gerçekten de doğrudur, çünkü bu kişide inanılan şey ve hakikat bir ve aynı şeydir. Fakat doğruyu söylemek tek başına parrhesia kullanmak anlamına gelmez. Doğruyu söylemenin aynı zamanda söyleyen kişi için risk taşıması gerekir. Yani parrhesia kullanan kişi bu yaptığı şey nedeniyle belli bir zarar görme (öldürülme, sürülme, hor görülme, dışlanma vb) riskini de göze alıyor olmalıdır. Böyle bir riskin olabilmesi için de doğruyu söyleyen ile söylenen arasında hiyerarşik bir ilişkinin olması gerekir. Doğruyu söylediğiniz kişi karşısında sizin bir risk alabilmeniz için o kişinin sizden daha üst bir konumda olması, size yaptırım uygulayabilecek belli bir güce sahip olması gerekir. Risk yoksa doğruyu söylemek parrhesia kullanmak anlamına gelmez. Örneğin bir bilim insanının yaptığı araştırmalar sonucunda bulduğu doğruları açıklaması parrhesia kullandığı anlamına gelmez. Ancak bu açıkladığı doğrular, örneğin iktidar politikalarına ters düşüyorsa ve bu nedenle bilim insanının işinden atılma, hapse girme olasılığı varsa bilim insanı parrhesia kullanmış olur. Diyebiliriz ki parrhesia doğası gereği aynı zamanda bir eleştiri içerir. Son olarak parrhesia kullanan kişi için bunu yapmak bir ödev olmalıdır. Doğruyu söylemek eğer bir zorunluluktan dolayı yapılıyorsa parrhesia olmaktan çıkar. Hakikat, hakikati söylemek gerektiği için, başka bir şey nedeniyle değil ahlaki bir sorumluluk olduğu için söylenmelidir.

Foucault'un kendi sözleriyle aktarırsak: "Parrhesia'da konuşmacı özgürlüğünü kullanır ve kandırma yerine dürüstlüğü, sahtelik ya da sessizlik yerine hakikati, hayat ve emniyet yerine ölümü, yaltaklanma yerine eleştiriyi, kendi çıkarını koruma ve ahlaki kayıtsızlık yerine ahlaki ödevi tercih eder." (Doğruyu Söylemek, M. Foucault, Ayrıntı Yayınları, 2019)

Şimdi, "Parrhesia" oyununa dönersek, öncelikle, doğruyu söylemenin giderek zorlaştığı, doğruyu söyleyenlerin sayısının hızla azaldığı dünyamızda parrhesia kavramını gündeme getirmek, seyircileri bu kavram üzerinde düşünmeye çağırmak, öte yandan bu zor kavramı tiyatronun, hareketin, bedenin olanaklarıyla anlatma çabasına girmek başlı başına kutlanmaya değer bir girişim. Peki, hakikati sahnede söylemek, bunu sanatın olanaklarıyla sahneye taşımak nasıl mümkün olabilir? Bu sorulara yönelik yanıt arayışı Tiyatro Kast'ı "parrhesia" kavramına götürmüş.12 yıllık bir geçmişe sahip olan Tiyatro Kast, çeşitli oyunlarla geçen yıllar sonunda gelinen noktada kendini "fiziksel tiyatro" olarak konumlandırmaya daha yakın hissediyor. Oyunun yönetmeni Salih Usta Tiyatro Kast'ı şu sözlerle ifade ediyor: "Şu anda geldiğimiz noktada kendi tiyatromuzu 'fiziksel tiyatro üzerinde araştırmalar yapan bir grup' olarak nitelendiriyoruz, bu kavramı önemsiyoruz. Beden üzerine araştırmalar yapıyoruz, prodüksiyonlar üretiyoruz ama yaptığımız tiyatronun fiziksel tiyatro mu, bir imaj tiyatrosu mu yoksa bir hareket tiyatrosu mu olduğu üzerine de bir tartışmamız var. Çünkü sahneye koyduğumuz şey beden-bedenin hareketi, hareketin imajı-imajların gücüyle sahnede seyirci ile yeni bir ilişki biçimi kurmak. Sorduğumuz sorulardan biri şu; Şu andaki günümüz seyircisine anlatmak istediğimizi 'nasıl' anlatabiliriz?  Bu 'nasıl' sorusu bizim için bedeni ve imajı önemli bir noktaya getiriyor. Beden ve bedenin yarattığı imajlar, sesin yarattığı imajlar, nesnelerin yarattığı imajlar, boşluğun yarattığı imajlarla seyirciye aktarmak istediklerimizi yeni bir biçimde aktarmaya çalışıyoruz."

Oyun hepimizin çok iyi bildiği, çocukluğumuzda adeta içimize işlemiş bir çocuk şarkısıyla başlıyor ve oyun boyunca başka çocuk şarkıları da akışta yer alıyor. Bize "doğruyu" söyleyen, dostumuzun düşmanımızın kim olduğunu, nasıl yaşamamız, neleri yapıp neleri yapmamamız gerektiğini söyleyen şarklar bunlar: "1-2-3'ler, yaşasın Türkler 4-5-6, Polonya battı, 7-8-9, Almanya domuz, 10-11-12, İngiltere tilki, 13-14-15, Ruslar kalleş, 16-17-18, geriye kaldı Portekiz." ya da "Tembel çocuk, tembel çocuk haydi kalk işte sabah oldu, gün doğdu…" ya da "Çok çalışkan olmalıyız / Çok çalışkan olmalıyız / Bu ulus için, bu vatan için / Çok çalışkan olmalıyız…" diye giden şarkılar. İçine doğduğumuz kültür kendi gerçekliğini, ideolojisini (hakikati değil tabi) doğduğumuz andan itibaren bize aktarmaya başlıyor. Oyun, Peter Handke'nin "Çocuk Olmanın Şarkısı" adlı şiiriyle ise adeta parrhesia yapıp, çocukluğun hakikatini dile getiriyor: "…Çocuk henüz çocukken şu sorulara sıra gelmişti. Neden ben benim de sen değilim. Neden buradayım da orda değilim. Zaman ne zaman başladı ve uzay nerede bitiyor. Güneşin altındaki yaşam sadece bir rüya mı?..."

Yönetmen Salih Usta şöyle diyor bu konuda: "Çocuk herhangi bir zarar gelip gelmemesini gözetmeksizin, güdüsel olarak direkt gerçeği, hakikati söyleyebiliyor. Çocuk şarkıları hepimizi ortak bir bilince çektiği için hepimizde ortak bir algı oluşturuyor ve bu benim anlattığım şeyin en önemli noktalarından birini oluşturuyor. Doğruyu söyleyen çocuğun karşısında çocuk şarkıları büyük bir yalan söylüyor aslında çocuğa ve bize. Okullarda öğretilen marşlar veya şarkılar da resmi kültüre ait, bizden neye inanmamızı nasıl biri olmamızı istiyorlarsa onu bize söyletiyorlar. Çok güzelmiş gibi gelen çocuk şarkıları, incelediğimiz zaman çok psikopatça olabiliyor, çocuk şarkılarıyla bize çocukluğumuzda çizilmiş olan dünya ile içinde büyüdüğümüz dünya arasındaki uçurum giderek büyüyor. Bize yalan söyleniyordu ve hâlâ da yalan söylenmeye devam ediyor. Birileri çocukken söyledi, şu anda da başkaları yalan söylüyor."

Tiyatro Kast "Parrhesia" oyununda, Peter Handke'nin çocukluk şiiri, Galeano'nun kısa anlatıları, Şule Gürbüz'ün satırları, Tarkovsky'nin Nostalgia filminden alıntılar ve oyuncuların otobiyografik hikâyeleri akıp giderken sahnede beden ses ve ışık kullanımıyla "kendi doğrusunu arıyor" doğruyu söylemeye çalışıyor. "Parrhesia" fiziksel bir tiyatro deneyimiyle yoğun bir felsefi kavramı sırtlama, beden üzerinden, hareketle anlatma girişimi. Oyundan çıktığımızda antik Yunan dünyasında doğan ve günümüz için çok büyük değer taşıyan "parrhesia" kavramı adeta sırtımıza yüklenmiş oluyor. Bu yük, doğruyu her koşulda söylemenin ahlaki yükü olarak omuzlarımızdan zihnimize bütün bedenimizi ele geçiriyor. Parrhesia oyunu 31 Ocak, 3, 12, 25 Şubat'ta Kadıköy Theatron Yeldeğirmeni Sahnesi'nde. Ayrıntılı bilgi için tıklayınız.

Yazarın Diğer Yazıları

Dünya Felsefe Günü’nde kendimize sorabileceğimiz ince sorular

Hiç doğmamış olduğunuzu hayal edin: Bu düşünce sizi rahatsız eder mi? Hiç yaşamamış gibi unutulacağınızı hayal edin: Bu sizi rahatsız eder mi?

“Etkin” olmaya çağrı: “Naturans III, Yeni Gündelik Yaşam” 

Çetin Balanuye, Naturans üçlemesinin bu son kitabında bizi, etkin olmaya ve diğer etkin insanlarla bir arada olmaya, dostluğa davet ediyor. Ben de bu davet doğrultusunda, bir ilk hareket olarak, herkese bu kitabı okumayı öneriyorum

Bergama Tiyatro Festivali’nde “Zaman, Zemin, Zuhur”

İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı

"
"