Bugün İnsan Hakları Günü.
10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 217 A(III) sayılı kararıyla ilan edilen meşhur “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin” kabul edilişinin yıl dönümü.
Hani 30 maddelik, hani “Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.” diye başlayan, çok meşhur beyannamenin yıl dönümü.
Hepimize, bütün insanlığa kutlu olsun.
Amerikalı bilim-kurgu yazarı Ursula Le Guin’in “Omelas’ı Bırakıp Gidenler” adlı öyküsünü bilir misiniz?
Bugün döndü dolaştı bu öykü zihnimde nedense.
1 Kasım seçimleri sonrasında beklenen sonucu alamayınca, “gidelim, gidelim” diye tutturan “eş-dost” yüzünden mi?
Yoksa bu “bırakıp gitme” duygusunun, her ne kadar silkelemeye çalışsam da benim de yakama yapışmasından dolayı mı?
Bilmiyorum....
Neyse,
önce okumayanlar için öyküyü anımsatayım kısaca.
Küçük bir kasabada geçiyor öykü, adı Omelas, burada herkes çok mutlu, herkes adeta pırıltılar içinde yaşamakta, fakat Omelas’taki bu mutluluğun sürmesi, zavallı bir kızın, çok kötü şartlarda bir zındanda tutulmasına bağlı. Yani, kasabada yaşayan her insanın mutluluğu, refah içinde yaşaması, eğlenmesi bu masum kız çocuğunun mutsuzluğuna bağlı.
Bu zavallı kız, bir kamu binası bodrumunda tutsak.
Neden tutsak?
Omelas halkının mutluluğu için.
Ahlaksız bir anlaşma bu, şartları çok net.
Ağır ama...
Eğer mutluluk istiyorsa kasaba halkı, bu masum kız, o zindanda acılar içinde kalmak zorunda.
Omelas kentinin insanları onun orada olduğunu ve neden orada olduğunu biliyor; zira mutlulukları, şehirlerinin güzelliği, çocuklarının sağlığı, insanlarının bilgeliği, dostluklarının sıcaklığı, zanaatkârlarının ustalığı, ürünlerinin bolluğu ve baktıkları gökyüzünün maviliği tümüyle bu çocuğun dayanılmaz kötü koşullarda, sefalet içinde tutulmasına bağlı.
Omelas kenti insanlarının “o çocuk” için yapacakları bir şey var mıdır?
Belli bir yaşa gelen herkesin çocuğu ziyaret etmesi sağlanır. Böylece herkes mutluluklarının neye bağlı olduğundan haberdar olurlar.
Bir şeyler yapmak isteyen, öfke ve kızgınlık duyup çocuğu kurtarmaya çalışanlar da çıkar arada.
Ama çocuk için artık özgürlüğün pek bir anlam ifade etmediği düşünülür. Bütün yaşamında aşağılanmış ve aptallaşmıştır. Korku içindedir. Bu durum, birşeyler yapmak isteyenler için avuntu kaynağı bile olur: “Ne anlamı var ki artık?” diyenler olur, çocuk zaten bitmiştir.
Özetle, çocuk tutsaktır. Bunun bir nedeni yoktur. Çok kötü koşullardadır. Acılar içindedir. Bunu herkes bilmektedir.
Omelas kenti sakinleri, içinde bulundukları durumun, o çocuk gibi, aslında kendilerinin de tutsak ettiğinin farkındadırlar.
Evet farkındadırlar ve Omelas kentinin bazı insanları bu çaresizliğe dayanamaz ve hiç değilse kendilerine karşı dürüst olabilmek için Omelas'ı terk edip giderler.
Kimse nereye gittiklerini bilmez ve bir daha da geri dönmezler.
10 Aralık 2015 İnsan Hakları Günü’nde, Ursula Le Guin’in öyküsünü okumuş, ya da ondan önce Dostoyevski, W. James okumuş insanlar olarak bizim Omelas’ımızda durum nedir?
Bizim Omelas’ımız Türkiye mi, dünya mı?
Omelas’ı bırakıp gidecek miyiz?
Biz mutluluğumuzu neye, kimlere borçluyuz?
Silvan’da, Sur’da, Nusaybin’de ölen çocuklara mı?
Uğur gibi, Ceylan gibi, artık çok çok oldukları için isimlerini aklımızda tutamadığımız çocuklara mı?
Tahir Elçi’ye mi?
Dört ayaklı minareye mi?
Mutluysak eğer, yaşıyorsak eğer... Borçlu muyuz?
Kimlere borçluyuz?
Sokağa çıkamayan, ekmeksiz, elektiriksiz susuz bırakılan insanlara mı?
Küçücük çocuklarıyla yaşadığı mahalleden can havliyle kaçmaya çalışan kadınlara mı?
Ölümü göze alıp, plastik bidonlarla su alabilmek için sokağa fırlayan çocuklara, yaşlılara mı?
Ülkemizin “bir bölümünde” yaşanan savaşa mı?
Orası için “insan hakları”nın hiç birşey ifade etmemesine mi?
Biz mutluluğumuzu kimlere borçluyuz?
Barış istedikleri için havaya uçurulan insanlara mı?
Haber yaptıkları için cezaevlerine tıkılmış insanlara mı?
Mehmet Baransu’ya mı?
Erdem Gül’e mi?
Can Dündar’a mı?
Biz Omelas’ımızı bırakıp gidecek miyiz?
Bizim mutluluğumuz...
Sıcak evlerimiz, yumuşak yataklarımız, sanatımız, felsefemiz...
Kıyıya vuran çocuk cesetlerine mi bağlı?
Biz nereye gideceğiz?
New York’a mı?
Londra’ya mı?
Paris’e mi?
Nereye gideceğiz?
Söyle bize Ursula abla,
Omelas’ı bırakıp gidenler nereye gittiler?