Çok yönlü ve büyük bir kirlenmeyle karşı karşıyayız.
Karşı karşıya olmak belki de eksik bir ifade.
Çünkü öyle olsa, dururuz, çömeliriz, kaçarız... Kurtuluruz bir şekilde.
Ama öyle değil, söz konusu olan hepimizin içinde bulunduğu bir ortam kirlenmesi.
Dolayısıyla, hepimiz kirleniyoruz.
Kirliliğin kaynağı biz değiliz ama kirlenmekten kurtulamıyoruz.
Ortada bir kavga var.
Kavganın tarafları hakkında günlerdir yazılıp çiziliyor.
Her şey açık, meydanda dövüşülüyorzaten.
Dövüşenler birbirlerini çok iyi tanıyorlar, ortak bir kaderi paylaşmışlıkları, ortak düşmana karşı, beraber savaşmışlıkları var.
Elde edilen zafer sonrasında başlayan bir güç dövüşü şimdi yaptıkları.
Bir taraf ele geçirdiği yargı ve kolluk güçleriyle, yolsuzluk gibi hassas bir konudan girip, her türlü meşru veya meşru olmayan yolu kullanarak iktidarı sarsıyor, aynı zamanda da devlet içinde elde ettiği ayrı bir güç odağı olma durumunu pekiştiriyor.
Diğer taraf ise operasyonların, şantajla, tehditle yapıldığını bu nedenle de aslında sözkonusu olanın yolsuzluk bahanesiyle meşru iktidara saldırmak olduğunu, olayın arkasında, büyük bir komplonun, dış güçlerin bulunduğunu, kendilerine yapılan saldırının, demokrasiye, sivil siyasete yapılan bir saldırı olduğunu söylüyor.
Hem tarafları, hem de destekçilerini iyi biliyoruz.
Bir de,bu kavgayıdışardan seyredip, “düşmanımın düşmanı benim dostumdur” mantığıyla hareket eden,“nasıl olursa olsun yeter ki AKP iktidarı yıkılsın” görüşünde olan,sağdan sola uzanan büyük bir insan yelpazesi var.
Şimdi, kirliliğe bakar mısınız?
Bir yanda, en üst düzeyde bakan ve bürokratların adlarının geçtiği, bakan çocuklarının tutuklandığı ve “amman nooluyoruz” diyerektenhükümet tarafından, her kanaldan müdahale edilmiş dev yolsuzluk dosyaları; diğer yanda,iktidarın aylar öncesinden altını oyduğu söylenen, gizli gizli mafyavari yollarla belge toplayan, güvenlik ve yargı organlarını etkisi altına almış ve kendilerine dokunulamayan güç odakları.Kimsenin zerre kadar güveninin kalmadığı, hukuk mu guguk mu olduğu tartışılır bir sözde hukuk sistemi.Ergenekon, darbe davalarında cemaatçi olarak suçlanan şimdi ise, muhalefet tarafından sırtları sıvazlanan yargı mensupları... Bu sistemden beslenen, değerlerin alt-üst olduğu, kimsenin ilkelerinin olmadığı, çifte standartlar ülkesi.
Bu kirli ortamda, kavgaya seyirci kalmak, bir tarafa bel bağlayarak, diğer tarafın yenilmesini beklemek düşülebilecek en büyük hatadır. Çünkü, zaten bu topraklarda siyaset yapmak her zaman, devlet kontrolünde bir avuç insanın yapabileceği bir etkinlik, kitleler için ise seyirlik bir şeydir ve siyaset yapan, sokağa inen, demokrasiyi sandıkla sınırlı görmeyen vatandaş istenmez, tehlikeli görülür. Dolayısıyla, kim kazanırsa kazansın oluşturulacak yeni yapıda aslında en çok kaybeden yine biz oluruz.
Siyaset yapmak,sadece siyasetçilere bırakılmayacak kadar önemlidir.
Bu kirliliğin siyaseti değersizleştirmesine izin vermemeli, başka bir tarz siyasetin olabileceğini her türlü araçla göstermeliyiz.
Evet, siyaset dışı yollara karşı siyaseti savunmalıyız.
Siyaseti savunmak, iktidarı savunmak değildir ama.
Tersine siyaset yapmak, bazen sokağa inip, onun sadece sandık olmadığını, iktidara karşı haykırmaktır.
İşte tam bu noktada ihtiyacımız olan Gezi Ruhudur.
Peki nedir bu Gezi ruhu?
İnsanın hayatın nesnesi değil, öznesi olduğu yeni bir siyaset anlayışıdır.
Bireyin olup bitenlerin seyircisi olmaktan çıkmasıdır.
Her yerde, her zaman değerlerimizi koruyarak siyaset yapabilmektir.
Siyasetin TV karşısında değil sokakta yapılacağıdır.
Sokakların kazanılabileceği, sokakta kazanabileceğimizdir.
Farklılıklarımızdan beslenebileceğimizdir.
Birlikte olursak güçlü olabileceğimizdir.
Kendimize güvendir.
Dayanışmadır.
Cesarettir.
Zekadır.
Mizahtır.
Aşktır.
Gezi Ruhu bunları başardı.
Başarmıştı.
Şimdi neden seyrediyoruz?
Neyi bekliyoruz?
Nereye gitti o ruh?
Twitter: @ymbymb