Kobani direnişine destek eylemlerinin başladığı günden bu yana ard arda, yeni ve önemli gelişmeler yaşıyoruz. Ne yazık ki, yaşanan bu gelişmeler insan hakları, demokrasi ve geleceğimiz için pek de olumlu gelişmeler değil. Bir yandan son derece karmaşık emeller için beslenip büyütülen ve sınırlarımıza dayanmış olan IŞİD barbarlığı, bir yanda bu barbarların acımasız saldırısına karşı, kentlerini, özgürlüklerini savunan Kaboni halkının yalnız bırakılmışlığı, bir yanda oradaki akrabalarına yardım elini uzatmak isteyen Kürt yurttaşlarımızın çaresizliği... ve bütün bunların iç siyasetimizde yarattığı dalgalanmalar.
Kobani destek eylemlerinin başladığı günden bu yana hem orada, hem sınırlarımızda olup bitenler, hem de bize etkileri hakkında çok şey yazılıp söylendi. Ben bu yazımda, eskinin yargısız infaz günlerini anımsatan örnek bir olay ve sonrasında olup bitenlerden yola çıkarak, iktidarın yapmayı kafasına koyduğu çeşitli siyasal düzenlemelere dikkat çekmeye çalışacağım.
Bildiğiniz gibi, neredeyse bütün yurtta Kobani’ye destek eylemleri başladıktan bir kaç gün sonra Bingöl’de emniyet müdürlerine yönelik bir saldırı düzenlendi ve biri müdür yardımcısı olmak üzere iki polis öldürüldü, emniyet müdürü ise yaralandı. Türkiyede yaşayıp siyasetten az çok haberdar olan her insan için saldırının zamanlamasına, biçimine bakıldığında bir çok soru işaretini görmek çok da zor değildi. Malum ortalık epeyce hareketlenmiş ve iktidar açısından kontrolden çıkmak üzereydi, sıradan vatandaşın, “bak yine eski günlere dönüyoruz, ortalık karıştı” şeklindeki korkulu duygu durumuna ihtiyaç vardı.
Saldırı bu ihtiyacı epeyce gidermişti ki sonrasında yaklaşık iki saat sonra saldırıyı gerçekleştiren PKK’lı teöristlerin ölü olarak ele geçirildiği haberi geldi. Başbakan Davutoğlu, Türkiye’de yaşamamış olsak asla inanamayacağımız bir şekilde aynen şöyle dedi: “Olayın olduğu andan itibaren gerekli talimatlar verildi ve teröristler bir iki saat içerisinde cezalandırıldılar” Tabi insan düşünmeden edemiyor, bu nasıl bir talimattı acaba? Ne zamandan beri teröristler polis tarafından öldürülerek cezalandırılıyor? Orada öldürülenlerin terörist olduğunu nereden anladınız? Bu olayın failleri oldukları nereden belli? Arabadaki herkes mi teröristti? Sorular sorular sorular...
Olayı biraz ayrıntılandıralım isterseniz: Saldırıdan yaklaşık iki saat sonra Genç İlçesi yakınlarındaki köprü girişine konumlanan emniyet mensupları, dur ihtarına silahla karşılık veren bir otomobildeki 4 kişiyi ölü ele geçirmişlerdir. Söylendiğine göre otomobildeki beşinci kişi ise yaralı olarak yakalanmıştır. Nereden belliyse bu kişiler saldırının failleridirler. Otomobilde 3 adet silah ele geçirilmiştir.
Şimdi aklınız alıyor mu? 2 saat önce şehir merkezinde emniyet üst düzey mensuplarına karşı silahlı saldırı yaptınız (ki o kişilerin orada olduğu bilgisini nasıl aldığınız da soru işareti) sonra doldunuz bir otomobile ve normal yollarla, teyzenize bayram ziyaretine gider gibi gidiyorsunuz. Üstelik o kadar yavaşsınız ki iki saatte ancak 20 dakikalık bir yol alabiliyorsunuz. Bu yetmiyor, önünüz kesilince de beş kişi üç silahla çatışmaya giriyorsunuz. E öldürülüyorsunuz. Cezanızı çekmiş oluyorsunuz ve olay bitiyor.... Gariplikler bu kadarla bitmiyor, çatışmada öldü diye ailesi jandarma tarafından aranan Erhan Şenyuva’nın akıbeti bilinmiyor, çünkü cesedi ortada yok. Yaralı olarak kurtulan Umut Koçyiğit’in arkadaşı ise olay sırasında arkadaşının telefonunun açık kaldığını ve polis telsizlerini duyduğunu söylüyor.
Sonuçta hiçbir Kürt örgütü eylemi üslenmiyor. HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, ilk günden karanlık merkezler tarafından yapıldığı kanısını taşıdıklarını, olayın hemen ardından KCK yetkileriyle iletişime geçtiklerini ve KCK’nin olaya ilişkin kuşkularını kendileriyle paylaştığını söylüyor. Baluken öldürülenlerden ikisinin HPG’nin dağ kadrosundan olduğunun ve başka bir görev için bölgeden geçtiğini, olayla hiçbir ilgilerinin olmadığını öğrendiklerini söylüyor. Ölenlerden biri 15 yaşında, diğeri ise Milli Eğitim Müdürlüğünde hizmetli olarak çalışan bir memur. Dört çocuk babası Ali Bozan, ağabeyi Abdülbaki Bozan, “Devletin hizmetli kadrosunda memuruydu, BDP üyesiydi. Silah kullanmasını bilmezdi. Polis 50 kurşun sıkmış. Fotoğraflarını çektik. Hukuk mücadelesi vereceğiz” diyor.
Olay sırasında orada olan ve ayağından yaralanan kamyon şoförü, Mehmet Halit Pınar, olayın hemen önünde olduğunu, çatışmanın olmadığını, askerlerin dört sivili infaz ettiğini, rasgele etrafı da taradıklarını, kendisinin de ayağından yaralandığını söylüyor.
Ne kadar tüyler ürpertici, hukuksuz bir durumla karşı karşıya olduğumuzun farkında mısınız?
Şu anda durum nedir? Soruşturma ne aşamadadır? Öldürülen kişilerin saldırıyı yaptıklarına dair ne gibi kanıtlara ulaşıldı? Bilmiyoruz. Ama başta cumhurbaşkanı olmak üzere iktidardakiler bu olay üzerinden, öfke saçan konuşmalar yapmaya, göz dağı vermeye devam ediyorlar. Konuşmalarına bakılınca, amacın, kimsenin sokağa çıkmaya cesaret bile edemediği, polisinin açıkça vur emriyle donatıldığı bir ülke olduğu anlaşılıyor.
En çok Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşuyor tabi,
"Uluslararası odakların maşası olarak Kobani bahanesiyle polisimize, askerimize, kamu ve özel mülke saldıran her kim olursa olsun, misliyle karşılığını alır, bundan sonra daha da sert olarak alacaktır...”
"TBMM inşallah salıdan sonra yeni yasal düzenlemeleri gerçekleştirerek, hükümet idari tedbirleri alarak, diğer tüm kurumlarımız üzerine düşeni yaparak sokakları bu vandallardan süratle temizleyecektir.”
“Bütün bunlara karşı polisimiz ne yapacak? Hala kalkan mı tutacak? Gereği neyse askerimiz de polisimiz de onu yapacaktır”
“... İşte bedelini Bingöl'de nasıl ağır ödedilerse, yine bedelini ağır ödeyeceklerdir.”
Davutoğlu, “Olayın olduğu andan itibaren gerekli talimatlar verildi ve teröristler bir iki saat içerisinde cezalandırıldılar” diyor.
İçişleri bakanı Ala da geri kalmıyor. “Şiddet bir çözüm yöntemi değildir, şiddet misliyle karşılık bulur.”
Bu öfkeli, tehdit dolu konuşmalar polis devletine giden yeni adımlar için hazırlık anlamına geliyor. Bu yeni adımlar, içişleri bakanlığı tarafından hazırlanıp meclise sunulacak olan ve tahmin edilebileceği gibi yukarıdaki konuşmalar doğrultusunda hazırlanan yasa tasarıları.
Ritme uygun bu adımlarla, polisin yetkileri artırılıyor, eli rahatlatılıyor, aslında muhalefet için ‘sokağa çıkma’ olayı neredeyse bitiriliyor. Yapılması düşünülen bazı yasal düzenlemelere göre, molotof kokteyl silah olarak tanımlanıp, cezalandırılıyor. (8-12 yıl) Molotof silah olarak tanımlanınca, polis bu silaha silahla karşılık verebiliyor. Yani, polis molotof atan bir göstericiyi öldürüp, bana silahla saldırdı diyebiliyor. Eylemlerde sıkça kullanılan havai fişek de cezadan kurtulamıyor. Polise karşı direnmek, ‘görevi yaptırmamak için şiddet kullanmak’ olarak sayılıyor, eğer kimliğini gizlemek için gösterici yüzünü kapatmışsa ceza daha da artırılıyor. Eylemlere katılanların tutuklanması kolaylaştırılıyor...
Bütün bu düzenlemeler, insanların kafasına gözüne gaz sıkıp acımasızca coplayarak zaten her fırsatta ‘destan yazan’ bir polisin elini güçlendirmek için; hem de sokağa çıkıp hak arayan, muhalefet yapan herkesin kolayca ‘vatan haini’, ‘terörist’ olarak damgalandıkları bir ortamda yapılıyor.
Hele hele, eli silahlı, palalı, sopalı sivil militer güçlerin de sokağa indiği ve polisle birlikte ‘vatan haini’, ‘terörist’ avladığı düşünülürse, iktidarın nasıl bir Türkiye hayal ettiğini, yapılan konuşmaların, yasal düzenlemelerin bizi nereye götürmeye çalıştığını kestirmek hiç de zor değil. Görünen köy kılavuz istemez.
@ymbymb