Sıcak !
Köyler, şehirler, dağlar, deniz kenarları, gündüzler, geceler... sıcak.
Hava, su, toprak yanıyor.
İçinde kazanların fokurdadığı bir odaya tıkılmışız sanki, sıcak gittikçe artıyor, güçlükle nefes alıyoruz.
Bir sağa bir sola, umutla çeviriyoruz yüzümüzü, dudaklarımız yapışmış, ağzımızı güçlükle açıp kapatıyoruz, bir rüzgar, bir esinti... Yok!
Sıcak artmaya devam ediyor.
Leviathan ağzından çıkardığı alevlerle sürekli besliyor ateşi.
Her şeyi, hepimizi yutacak gibi...
Son yıllarda adından çok söz edilen genç Rus yönetmen Andrey Zvyagintsev, Cannes Film Festivalinde en iyi senaryo ödülü alan, 2014 yılı yapımı Leviathan adlı filminde bir insanın, ailesiyle birlikte bir anda içine sürüklendiği dramını anlatır. Kolya, karısı Lilya ve oğulları Roma’nın durumunu ifade eden en iyi sözcük belki de çaresizliktir. Kolya ve ailesinin sıradan yaşamları bir gün karşılarına belediye başkanında simgeleşen devlet gücünün çıkmasıyla bir anda alt üst olur. Kolya, evini, arazisini yani varını yoğunu elinden yok pahasına almaya çalışan bu güç karşısında direnme cesareti gösterir. Bütün olanlar da bu nedenle olur zaten. Kolya’nın karşısındaki güç leviathandır.
Filme adını veren leviathan, çokça yerde bir metefor olarak kullanılan ve Eyüp Peygamber’in Eski Ahit’teki hikayesinde yer alan bir su canavarıdır. Varlığı bilinir ama onu kimse görmez. Kötüdür. Güçlüdür. Kimse karşısında duramaz. Ahit’in sözcükleriyle söylersek, “Leviathan’ı çengelle çekebilir misin, dilini halatla bağlayabilir misin?... Ağzından alevler fışkırır, kıvılcımlar saçılır. Kaynayan kazandan, yanan sazdan çıkan duman gibi burnundan duman tüter. Soluğu kömürleri tutuşturur. Boynu güçlüdür, dehşet önü sıra gider...”
İngiliz filozofu Thomas Hobbes’un (1588-1679) ünlü eserinin adıdır aynı zamanda Leviathan. Söz konusu filme adını verdiren önemli etken de budur sanırım. Hobbes, Leviathan adlı eserinde, devleti ve onu meydana çıkaran gerekçeleri ortaya koymaya çalışır. Hobbes’un düşüncelerini kısaca ifade etmek istersek; insan doğası gereği güç peşinde koşar, her insanın varlığı diğer insanlar için bir tehtittir. İnsan doğuştan iyi filan değildir ve yaşarken sürekli olarak kendi nüfuz alanını başkalarının aleyhine genişletmek ister. Bu son derece doğaldır Hobbes’a göre, onun deyişiyle, “İnsan insanın kurdudur.”(Homo homini lupus) Fakat bu güvensizlik ortamı, yapısı gereği birlikte yaşamayı olanaksız kılar. Birlikte yaşamanın yolu, bireylerin kendilerini aşan yetki sahibi bir gücün otoritesini kabul edip, gönüllü olarak yetkilerini ona devretmelerinden geçer. İşte Hobbes’ta bu güç “yasa” ya da “devlet”, “devlet otoritesi”dir. Bu Leviathan’dır.
Leviathan, yasadır, otoritedir, güçtür. Ama herkes adına sahiptir buna ve herkes adına kullanmalıdır. Problem de tam burada çıkmaktadır ve filme konu olan da budur:
Ya bu güç kötü amaçlar için kullanılırsa. Yani devlet otoritesi kötü emeller için kullanılırsa, yasalar bu kötü emellere uygun olarak düzenlenmişse, o zaman ne olacak?
Bireyin haklarını korumak için oluşturulan devlet kendisi bu hakları gaspetmeye başlarsa ne olacak?
Başka bir deyişle bu durumda bireyi devletten kim koruyacak? Daha basit bir örnekle söylersek, beni kötülüklerden korumak için var olan polis kötülük yaparsa, beni polisten kim koruyacak?
Şimdi yeniden filme dönebiliriz. Kolya filmde leviathanla karşı karşıyadır. Leviathan bölgede boğazına kadar rüşvete, yolsuzluğa ve suça batmış bir belediye başkanında simgelenir. Başkanın çevresindeki koruma halkaları çok güçlüdür. Hiç kimseden korkusu yoktur. Kolya’nın direnişi ona sadece bir çengel atmaktan öteye geçmez. “Leviathan’ı çengelle çekebilir misin, dilini halatla bağlayabilir misin?” Hayır!
Güç onu pervasızlaştırmıştır, karşısına çıkan herkes, onun için ezilmesi gereken bir böcek değerindedir ve öyle yapmaktan geri durmaz. Leviathan, yakar, yıkar yok eder. Kolya’yı, Lilya’yı, oğulları Roma’yı koruyacak hiçbir şey yoktur. Darmaduman olurlar. Kötülük egemen olur. Bu arada film boyunca kötülüğü manevi anlamda besleyen din, Kolya’nın evinin yerine yapılan bir kiliseyle ödülünü alır.
Bugünlerde yaşadıklarımız ve içine çekilmekte olduğumuz süreçte, leviathanın ağzından çıkan alevleri hissediyorum.
Hissetmeyeniniz var mı?
400’ü verin tatlıya bağlayalım dedi. Bunun için meydanlara indi, nefes tüketti.
Vermediğimiz gibi tek başına iktidardan mahrum ettik.
Olacak şey mi bu şimdi ? Kabul edilebilir mi bu durum?
Hayır !
Leviathan harekete geçmekte gecikmedi.
Önce havanın dumanlanması gerekiyordu.
Çünkü dumanlı havalarda, çizgiler bir birine karışır, yalanla hakikat, dostla düşman, iyiyle kötü ayırt edilmez olur. Korku ve yılgınlık böyle ortamlarda daha kolay salınır.
Dumanlı hava için büyük bir açılış, 31 genç. 31 ölü.
Sosyalistler, Kobani’ye gidiyorlar, IŞİD patlatıyor.
Kurgu sağlam değil mi? Akıllıca.
İşin içinde sol var, Kürt’ler var, IŞİD var. Yeterince dumanlı.
Sonra?
Sonrası malum, bir anda kan gövdeyi götürür oldu.
Leviathan çalışıyor. HDP terörist. Ona oy verenler hain. Selahattin savaş çığırtkanı.
Türk bayrağına sarılan cenazeler. Onların yürek yakan hikayeleri. F-16 görüntüleri. Sorti ve ceset sayıları. Sosyal medyada komandoya gaz veren videolar. Bayraklar, bayraklar.
Parti kapatalım, dokunulmazlıkları kaldıralım söylemleri. Toplantı ve gösteri yasakları. Ev baskınları. Yargısız infazlar. Gözaltılar.
Gözaltındakileri tutuklayın (aman bırakmayın) mesajları.
Sanırsın ki 2 ay önce ortaya bir sandık hiç konmadı. İnsanlar seçim yapmadılar.
Leviathan’ın kimseye bir hesap borcu yok.
O yapar; döver, söver, yakalar, dağıtır, baskın yapar, yasak koyar, öldürür, bombalar, yok eder...
Ondan korunmanın tek yolu, ses etmemek, tevekkeli Etyen Mahçupyan, “stres ve tehdit ima eden durumlarda” otoriter zihniyetinin öne çıkabileceğini yazmıştı aylar öncesinde.
Filme bir daha dönersek, sonu hiç de iyi bitmiyor.
Umut filan da yok.