5 saniyeden 3.5 dakikaya hayat ve ölüm kalım meseleleri
Sosyal medyada karşılaştığım bir video klip ve o klibin çekim hikayesi beni hem etkiledi hem de düşündürdü
Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada karşılaşıp izlediğim bir video klip ve o klibin çekim hikayesi beni hem etkiledi hem de epeyce düşündürdü.
Guillaume Panariello tarafından yazılan ve yönetilen klip, Siska’nın Unconditional Rebel adlı parçası için çekilmişti. 3 dakika 28 saniyelik klip, yavaşlatılmış bir halde önümüzden akan son derece etkileyici görüntülerden oluşuyordu. Buraya kadar ilginç bir şey yok. Fakat filmin, sadece 5 saniyede çekilmiş olan görüntülerden elde edildiğini okuyunca ve üstüne bu 5 saniyelik çekimi izleyince yaratıcılık ve teknolojik gelişmenin ortaya çıkardığı sonuç karşısında heyecanlanmadan edemedim. (Merak etmeyin bağlantıları yazının sonunda verdim.)
Biraz daha bilgi vereyim. Yönetmen saatte 50 km hızla giden bir otomobilin penceresinden, saniyede 1000 kare çekebilen bir kamerayla çekmişti filmi. Otomobil geçerken yol kenerında hazırlanmış olan figüranlar istenen rolleri oynuyorlardı sadece. Bu 5 saniyelik çekimi izlemek tabi bir şey ifade etmiyor bizlere, 5 saniye göz açıp kapayıncaya kadar bitiyor zaten. İş bundan sonrasında başlıyor bir anlamda. Saniyede 1000 kare çeken kamerayla aslında 5 saniyede dev bir görsel materyal elde edilmiş oluyor. Teknolojinin sunduğu bu olanak yaratıcılıkla birleşince de ortaya etkileyici bir klip çıkıyor.
Film bende ne gibi düşüncelere neden oldu?
ilk olarak şunu söyleyeyim, felsefenin -ya da düşünce dünyasının- ilgi odağı olmuş metafizik bir problem hakkında, zaman hakkında düşünüp konuşmak mümkün. Fakat ben öyle yapmadım (ne keyiflidir oysa o konular), onun yerine, gündelik yaşantımızda önümüzden kayıp giden ve gerçeklik olarak algıladığımız, adına bazen ‘hayat’ dediğimiz şeyin bize, klibin o ilk 5 saniyelik haline benzer bir gerçeklik sunması üzerine düşündüm. Evet o önümüzden akan şeyi, etrafımızda olup bitenleri olduğu gibi algılayabiliriz, bunun için özel bir şey yapmamıza gerek yok, ya da, bununla yetinmeyip, onu biraz kurcalar, altını üstüne getirir, arkasına, sağına soluna bakar, görünmeyen yanlarını görmeye çalışabiliriz. Yaptığımız şey bizi belki de başka yerlere, başka sonuçlara götürür. Bunun için yapmamız gereken önce yavaşlamak, üzerinde durmak, düşünmek yani sorgulamak. Sokratesle ne demişti, “sorgulanmayan bir hayat yaşanmaya değmez.”
Şimdi bu bakışı, yani filmin bakış açısını, gündelik siyasete uygulamaya çalıştım. Sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son konuşmaları üzerinde yaptım bunu. Erdoğan’ın söylediklerini biraz yavaşlattım, durdurdum, çevirip arkasına bakmaya çalıştım. Bakın neler çıktı.
“Ne diyorlardı, “seni başkan yaptırmayacağız…” Bu sözün aslında “Türkiye’yi 2023 hedeflerine ulaştırmayacağızı” ifade etiğini çok iyi biliyoruz.“
Beni en çok sinirlendiren söz bu oldu tabi. Ne demek “seni başkan yaptırmayacağız” sen kimsin, siz kimsiniz? Ben bu milletten % 52 oy almış bir kişiyim. Siz kimsiniz de bunu söylüyorsunuz? Bu Türkiye’nin geleceğiyle oynamaktır. Türkiye’yi 2023’e taşıyacak iradenin önüne çıkmaktır. Bensiz bir Türkiye düşünebiliyoır musunuz? Ben düşünemiyorum. Bu vatan hainliği değil midir? Bunun kuşkusuz cezası olacaktır. Bu süslü sözlere kapılanların, sözde aydın takımının da cezası olacaktır. Bu nokta unutulmasın.
“Meclis’in kalkıp bir geçici hükümeti kurma şekli var. burada da parlamentoda temsil edilen siyasi partilerin güçleri oranında, geçici seçim hükümetinde temsil edilmesi gerekiyor. Bunun da çeşitli faydaları var, zararları var. “
Şimdi bunun faydası lafın gelişi, asıl zararına bakmak lazım. Biz şimdi 13 yıldır iktidardayız bu saatten sonra geçici de olsa, başka partilerden gelme bakanlarla mı çalışacağız. Ne olacak, HDP de bakan verecek. Düşünebiliyor musunuz, tamam bir yanlışlık oldu(bu halka da güven olmuyor) 80 tane vekil çıkardılar, MHP’yle aynı, onların da bir kaç bakanlığı olacak. Yani Allahın Kürdüne, teröristine bakanlık mı vereceğiz. Tövbe estağfurullah...
“Ben biliyorum ki benim muhtarım hangi evde kim var, nedir ne değildir. Bunu gelecek, gayet uygun sakin bir şekilde orada kaymakamına gerekirse valisine, emniyet müdürüne bildirecek.”
Esnaf nasıl alperense, muhtar dediğin de mahallenin gözüdür, sokağında caddesinde kimin ikamet ettiğini, nelerle meşgul olduğunu bilir. Hangi evlerde kim kalıyor, siyasi eğilimi nedir bilir. Bilinmez mi canım, bırakın beni bir sokağa size haftasına bütün hırlıyı hırsızı bildireyim. Çok mu zor, kim hangi gazeteyi okuyor, karısının kızının kılığı kıyafeti nedir, esnafla hangi muhabbetleri ediyor, cumaları ne yapıyor... kolay şeyler bunlar. Varsa bir terslik benim muhtarım bunu gerekli yerlere bildirir. Bildirmelidir. Bu konuda halkımız her zaman, geçmişten bu güne bizlerin yanında olmuştur.
"İster kabul edilsin ister edilmesin, Türkiye'nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken bu fiili durumun hukuki çerçevesinin yeni bir Anayasa ile netleştirilmesi, kesinleştirilmesidir"
Şimdi bakın ne diyorum, ister kabul edin ister etmeyin, dura dura bir daha söyleyeyim: İsterseniz yani. Sizin ne düşündüğünüzün, kim olduğunuzun, kaç kişi olduğunuzun bir önemi yok. Ben size ne dedim, ben bildiğiniz sus pus oturan cumhurbaşkanlarından değilim, verin 400’ü rahat edelim. Bu ülkenin başkanlık sistemine, yani bana ihtiyacı var. Zaten millet iradesiyle seçmiş beni. Siz ne yaptınız, gidip teröristlere oy verdiniz. Buyrun bakalım ne oldu. Uyarmıştım sizi oysa. Bu ülkenin daha çok yıl bana ve ekibime ihtiyacı var. Siz demokrasicilik oynamak istediniz ama yok artık geri dönüşü, Türkiye’nin yönetim sistemi çoktan değişti. Şimdi yapılması gereken, yasaların buna uygun hale getirilmesidir. Basitçe bir daha söyleyelim, siz ne yaparsanız yapın bu iş oldu zaten, sesinizi çıkarmayın, ne derler, zevk almaya bakın. Yoksa, yoksa diye bir seçenek yok.
“Şimdi buradan Kürt kardeşlerime sesleniyorum. Gücünü terör örgütlerinden alanlarla beraber mi yürüyeceksiniz? Onun için Kürt kardeşlerim bu noktada onların samimiyetlerini istismar edenlere gereken dersi en kısa zamanda vermelidirler.”
Sevgili Kürtler, sizler ancak ve ancak bizim politikalarımıza evet dediğinizde, önünüze sandık konulduğunda bizim partimize oy attığınızda, sesinizi soluğunuzu çıkarmadığınızda, size verdiklerimizle yetindiğinizde bizim her daim kardeşimizsiniz. Canımızsınız. Biz Kürtleri çok severiz. Yok çatlak sesler duyarsam, gider de başka partiye oy verirseniz o zaman iş değişir. Noolur, terörist olursunuz. Bunun ortası yok. Tarafınızı seçin ya biz ya cehennem.
"Şu anda yüzlerce teröristi askerimiz, polisimiz aslında gömmüştür. Yeterli mi, yeterli değil. Rehavete kapılmak yok. Kıyamete dek bu mücadele sürecektir.”
Bakın şimdi hep asker ölmüyor, bizimkiler şehit oluyor. Onları ise gömüyoruz. Yeterli mi değil, içimizden gelen komple gömmek ama olmuyor. Sizler rahat olun ama, gömmeye de devam edeceğiz. Barış olacak filan yalan. Boşuna kimse ümitlenmesin. Bu iş kıyamete kadar sürecek.
"Musallada cenaze namazını kıldığımız Ahmet kardeşimizi ebedi yolculuğuna herhangi bir mevta gibi uğurlamıyoruz. İnanıyoruz ki şehadet makamına ulaşmış olan bu şehidi uğurluyoruz. Ne mutlu onun ailesine, ne mutlu onun tüm yakınlarına. Peygamberlikten sonar en yüce makam. Makamların yücesi olan böyle bir makama Ahmet kardeşimiz ulaşmış durumda.”
Sevgili şehit aileleri ve yakınları, çocuğunuzu bir hiç uğruna kaybetmediniz. Biz onları, ülkemizin (ve iktidarımızın) siyasi çıkarları için yolladık dağlara, bu çıkarlar, eskiden beri, bazen vatan, bazen toprak, bazen millet bazen de din aşkıyla güç buldu. Ne mutlu Ahmet kardeşimize ve yakınlarına, Allah bu makamı hepimize nasip etsin (yok yok o kadar da değil) Sevgili asker yakınları, şehitlik makamı en yüce makamlardan biridir. Ne mutlu size ki şehit olmaya, bu şerefli makama erişmeye aday bir çocuğunuz var. Bu da olmadı ya, naaptık, lafı getiremedik bi türlü...
Çetin Balanuye, Naturans üçlemesinin bu son kitabında bizi, etkin olmaya ve diğer etkin insanlarla bir arada olmaya, dostluğa davet ediyor. Ben de bu davet doğrultusunda, bir ilk hareket olarak, herkese bu kitabı okumayı öneriyorum
İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı