Atlas - Columbia yürüyüşlerinden yedincisini 2-3 Temmuz’da Gökçeada’ya gittiğimizde Marmaros şelalesine yürümüştük. Ada’da çamlarla kaplı bir vadi içinde muhteşem bir güzellik olan Marmaros Şelalesi’nin suyu tertemiz akıyordu.
Bu etkinlikten 10 gün sonra. Bu kez bilimsel bir çalışma için oradaydım. Jeoloji Mühendisliği Bölümü öğrencilerine jeolojik harita kampı yaptırıyorduk bu kez.
Şelaleye yine gittim. Bu kez suyu bulanık akıyordu. Önce anlam veremedim ama daha sonra suyu bu hale getirenin “sondaj çamuru” olduğunu anladım.
Biraz kurcalayınca MTA ve özel bir şirketin Gökçeada'da altın sondajı yaptıklarını öğrendim. MTA zaten birkaç yıldır adada çalışıyordu.
Altın rezervi var ya da yok hiç önemli değil. Önemli olan dünyanın en sulak adalarından biri olan Gökçeada'nın sularının daha sondaj aşamasında kirlenmeye başlaması.
Altının çıkarılma aşamasındaki kirliliği düşünmek bile istemiyorum.
Geçen hafta MTA Kuzey Batı Anadolu Bölge Müdürü Ali Altınay İl koordinasyon Kurulu Toplantısı’nda sanki büyük bir marifetmiş gibi Gökçeada’da altın bulduklarını açıkladı. Bu açıklamadan sonra Vali Güngör Azim TUNA şaşırdı. Sonra “Her şeyi bulup çıkarmak zorunda değilsiniz, biz Gökçeada’da turizmi geliştirmeye çalışıyoruz, organik ada diyoruz, siz madenci sokmaya çalışıyorsunuz" diyerek tepki gösterdi. Ali Bey de “küçük bir alan” diye geçiştirmeye çalıştı.
Öncelikle Vali beye tepkisinden dolayı çok teşekkür ediyorum. Aradaki farkı öyle güzel koydu ki. Yüzyıllarca gelir getirecek turizm yatırımları mı yoksa 10 yıl içinde adayı cehenneme çevirecek bir altın yatırımı mı? Sorun aslında bu kadar açık. Sadece MTA değil bir yabancı şirkete de adada altın sondajı yapma izni verilmiş ve firma Ada’da rezerv tayini için altın sondajı yapıyor.
MTA kısa zamanda bu işten sıyrılacak. Çünkü sahayı ihaleyle satacak.
İsterseniz Gökçeada’da altın madenciliğine neden karşı olduğumu dilim döndüğünce ve olabildiğince basit anlatmaya çalışayım.
Altın; demir, kömür, krom gibi damarlar halinde gözlenmiyor. Arama çalışması esnasında da altını göremiyoruz. Çünkü altın kayaların içinde gözle görünemeyecek kadar küçük oranlarda bulunuyor. Tonda 1 gram altın ekonomik hale gelebiliyor. Yani 1 gram altın 1 tonluk bir kayadan siyanür liçi yöntemiyle ayrılıyor ve daha sonra metale dönüştürülüyor.
Çok kaba bir özetle 1 kilo altın elde edebilmek için 1000 ton kayayı eritmek gerekecek. Varın bir kaç ton altın için kaç tepenin yok edileceğini de siz hesaplayın.
Gökçeada’nın topografik görüntüsü değişecek her şeyden önce. Tepeler yok edilecek.
İş bununla kalsa iyi! Adada beş adet gölet var. Altıncı belki de yedinci gölet de siyanür göletleri olacak.
Gün gelecek işleri biten firmalar çekip gidecekler ve Gökçeada kaderiyle, yani siyanür atıklarının depolandığı göletlere baş başa kalacak.
Başka bir tehlike de adanın sularını etkileyecek. Arsenik elementi altın elementi ile çok yakındır. Altın’ın bulunduğu yerlerde arsenik de bulunur. İşte bu arsenik yer altında kendi halinde dururken maden işletmeciliğinin başlaması ile birlikte oksijenle temasa geçtiği anda açığa çıkacak ve ilk olarak adadaki suların arsenik içeriği artacak. Sonuç mu? Adada kanserden ölümler artacak.
Yani özetle durum hiç de MTA Kuzey Batı Anadolu Bölge Müdürü Ali Altınay’ın dediği gibi değil ne yazık ki. Altım madenciliğinin sınırı yoktur ve madencilik faaliyeti başladığında adanın turistik değerinin sıfıra düşme riski vardır.
Artık organik tarım yapılan yerler arsenik içerikli sularla sulanacak.
Biz altın madenciliği konusunda hep Gökçeada’nın ve Vali Güngör Azmi Tuna’nın yanında olacağız. Adayı gerçekten sahiplenenler yanlarında olduğumuzu sakın unutmasınlar.
Biz son birkaç yıldır yaptığımız çalışmalar sonucunda Ada’da altından daha değerli bir turistik değer bulduk. Kaynak bulur bulmaz çalışmalara başlayacağız. Bu değer uzun vadede altından çok daha fazla ekonomik bir girdi sağlayacak. Bu nedenle kimse altının kısa vadeli büyüsüne kapılmasın, Gökçeada’da geri dönüşü olmayan faaliyetler başladığında Gökçeada kalkının tek alternatifi adayı terk etmek olacak.