‘‘Toplantıdan ferahlayarak ayrılmadım, içimi sıkıntı bastı’ diye yazıyor Ali Bulaç: ‘Beni dehşete düşüren şey birtakım gazeteci ve köşe yazarlarının Sayın Başbakan’ı bir tür tahrik etmeleri, şahin bir dil kullanmaları, cemaati ‘Gladio’ olarak tanımlamaları, Başbakan’ın operasyonlar konusunda geç kaldığını söylemeleri, hatta Uludere’de 34 masum insanın öldürülmesinden söz konusu ‘paralel yapılanma’yı sorumlu tutmaları.’’
Başbakan’ın ‘son durum’u ayrıntılarıyla ‘değerlendirdiği’ toplantıdan sonra bugün basında çıkan 25 – belki de daha fazla, T24 bu kadarını saymış – köşe yazısı içinde eleştirel ve içten tonlama taşıyan, farklılaşan tek görüş bu.
Öyle bir buluşma ki bu 4 Ocak 2014 toplantısı, bir zamanların Dolmabahçe ikili görüşmesi özgül ağırlık adına, birşeyleri simgeleme adına neyse, bu da gazetecilik ahvali adına o.
İkinci bir Dolmabahçe vak’asıyla karşı karşıyayız.
17 Aralık sabahından başlayarak sayfaları yaprak yaprak açılan devasa yolsuzluk-rüşvet-karapara aklama soruşturması nedeniyle siyasi hayatının en buhranlı dönemine giren, zaten Olimpiyatlar ve Expo hezimetleri nedeniyle o ünlü talihinin döndüğünün de farkına varmış olan Başbakan’ın, köşeye sıkışma durumunda nasıl davranacağı, Gezi olaylarından beri nasıl davranmış olduğundan belliydi:
Kayıplarını telafi edebilmek ve üstünlüğü korumak için en temel refleksleri akla tercih etmek ve karma bir düşmanlar paketini ambalajlayıp kamuoyuna satmak.
‘Aklına ilk geleni yapmak’ işte böyle bir şeydir.
Ama öyle yaygın ki bu toprakta, normal; yadırganmaz.
Ama paket ambalajı ve satışı bir ekip gerektirir.
Dolayısıyla olay şöyle gelişti:
Bu gelinen basınçlı noktada, ya kendisi ya da ‘deha’ danışmanlarından biri, derhal bir grup basın mensubunu çağırıp anlatmayı uygun ve etkili buldu.
Ekip itinayla seçilip toplandı. Aralarında 28 Şubat döneminin en militarist- militan sayılan simalarının – ki şu anda, hafızalarla alay edercesine, yüksek medya mevkilerindeler - da yer almasında beis görülmedi.
Hatta bunlardan birinin, gazetesi Uzakdoğu seyahatinde uçakta akreditasyon engeline takılmış olsa dahi bu toplantıya koşa koşa geleceği de zaten garanti olarak görüldü.
Kimse yanılmadı.
Öte taraftan, davetli lerheyeti içinde hiçbir çatlak ses sahibinin olmaması, Beyefendi’yi sinirlendirecek soru soracakların bulunmaması da asli kriter olarak benimsendi.
Sahibinin sesi korosu böyle şekillendi.
Başbakan açısından başarılı oldu Dolmabahçe buluşması. Bugün çıkan, övgüsü bol, sorgusu sıfır kopyala-yapıştır yazılara bakınca başarının yüksek dozu açık.
Tam beklenen randıman alınmış.
Bulaç zaten genel tavrı tasvir etmiş.
Ama, daha ötesi de var: Başbakan son derece kendinden eminmiş, hatta şakalaşıyormuş, ne kadar etkileyici imiş, yani öyle böyle değilmiş ve kendisi doya doya anlatmış, ‘senaryoyu’ ayrıntılandırmış, adeta bir TV korku dizisine dönüştürmüş.
İnandırıcılığı öyleymiş ki, hepimiz anında inanmakta mutabık kalmışız.
Yeni kavramlar, daha önce lanse edilip ‘kesmeyenler’in yerini almış.
Mesela söyleyince insanın kanını donduran ‘küresel saldırı’ kavramının yerini, daha fenası, ‘küresel suikast’ almış, ki hakikaten ötesi yok.
Meslektaşlarımız, sahada hakem bulunmasına delirip, ona verip veriştirmek adına ne ağzına gelirse söyleyen, ‘bu hakemlere ne gerek var’ noktasına gelip dayabmış mutsuz, cezalı bir futbolcuyu sözünü kesmeden, hak vererek dinler gibi dinlemişler.
‘Bağımlı yargı’ gibi yepyeni, muhteşem bir kavramla kamuoyunu tanıştırmayı, ‘yahu be nedir?’ diye sorgulamadan, görev bilmişler.
‘Kaos lobisi’ gibi laflar da mı duyulmuş? Öyleyse, daha da iyi olmuş.
Sonra, gazeteciler kalmış, ve ‘basına kapalı bölüme’ geçilmiş.
Evet.
Tekrarlayalım, net anlaşılması için:
Sonra, gazeteciler kalmış, ve ‘basına kapalı bölüme’ geçilmiş.
Evet, gerçekten de öyle olmuş.
Yani gazeteciler o bölümde geçici olarak istifa etmişler.
Akla gelen en iyi ihtimal bu.
İstifa edilen o bölümde geçici olarak başka görev almışlar mı, işte bu kısım hala gizemini ve heyecanını koruyor ama neyse.
Ve tabii, gazetecili basına açık bölümde de, gazetecili basına kapalı bölümde de söylenenler, paranoya makamında bir komplolar tiradının notaları gibi, kayıtsız şartsız vakanüvislerimiz tarafından ahaliye olduğu gibi yazılmış.
Nedir bunların kanıtı, elde ne var, bunu somut örneklerle vs. - hak getire.
25 tane, belki daha fazla yazı. Kümülatif değeri bir, bilemediniz üç. Bu kadar.
Başbakan ve yakın çalışma arkadaşları, ne bekliyordunuz, ermiş muradına.
Ortada devasa bir yolsuzluk soruşturması, engellenen ikincisi, yüksek yargı üzerinden geri tepen ama nedense hala uygulamada kalan bir garabet yönetmelik, ikisi bakan oğlu biri kamu bankası müdürü tutuklanmış kişiler, biri görevden zorla, kavga gürültü alınmış dört bakan, kutulara saçılmış veya uçmuş para demetleri, başka oğullar, keyfi tek adamlığa dair bir ton iddia var.
Bunların hepsi komplo. Küresel suikast.
Gazetecilik nedir?
Başta yürütme, her türden iktidar yapısını kamu adına sorgulamak, izlemek mi?
Kamu vicdan ve aklına üşüşen soruları korkmadan ve ısrarla, tekrar tekrar sorabilmek mi? Pisliğin uğursuzluğun görev suiistimalinin üzerine toplum adına gidebilmek mi?
Gerçeği bulmak adına kılı kırk yarabilmek, yarışabilmek mi?
Yoksa…
İşini iyi kötü yapmaya çabalayan meslektaşları ‘Beyefendi sizden rahatsız’ diye horlanır, dışlanır, tehdit edilirken, bırakın dayanışma eylemini, bırakın bu tür toplantıları boykotu, tek bir kelime ile itiraz edememek mi?
Yoksa teyp rikordır gibi, ne denirse, kafa sallayarak kaydetmek mi?
Şu olmuş mesela: Başbakan ıslak imzalı mektup geldi diyor, kimse de bunun önünü arkasını deşmiyor, nedir kimdir nereden nasıl ne amaçla gelmiş diye, haydi Başbakan’ı bıraktım, ikinci üçünü kaynağa sormuyor. (Eh, diyen büyüğümüz öyle diyorsa, sormaya ne hacet, tabii ki öyledir.)
Ta ki, toplantıya elbette ne sadık ne de ünlü olmadığı için çağrılmamış bir genç gazeteci, Arzu Yıldız, başka kaynaklara bunu sorup ‘aslını’ öğrenene ve yazana kadar.
Tek bir gazeteci. Ve onun gibi hala Don Kişot’luğu marifet sayanlar (!)
‘Gazetecilik’te işte bu noktaya geldik.
Bu iş bitti galiba, noktasına.
İkinci Dolmabahçe bize bunu anlatıyor işte.
‘Paralel devlet’i bilemem, varsa kanıtı hemen ortaya çıkartın.
Ama…
‘Paralel gazetecilik’ devrimiz kesinlikle başlamıştır.
Herkese, vatana hayırlı, uğurlu olsun.
Bundan sonra, nice paralel evrenlerde buluşmak üzere.
Ortam artık tamamen müsait.