Saraybosna’dayım, etnik savaşta harabeye dönmüş, otellerinde bile, bir odası yıkılmış, bir odasında tek duvar kalmış, top ve kurşun görmemiş bina ara ki, bulasın, 1995.
Beyrut’tayım, iç savaş sonucunda hayalet kente dönmüş, orada yangın, burada çökmüş binalar, 1993.
Gazze’deyim, İsrail ile savaşta yerle bir olmuş, toplara dayanamayıp, rüzgarla devrilen kocaman binalar, eriyen demir kepenkler, 2006.
Bağdat’tayım, Amerikan işgalinden sonra sokak çatışmalarıyla delik deşik olmuş, her yerde kan izleri, ceset yığınları, 2005.
Fiilen bulunduğum kentler, belirttiğim tarihlerde. Savaş sonrası sarılamayan acılar ortasında, insanlığın kaybolduğu bölgeler.
Ya da TV’lerde izlediğimiz, iç savaşın sürdüğü, artık “kent” demeye bin tanık isteyen Halep, Şam ve diğer Suriye yerleşim yer aleri, Irak’ın kuzeyi, güneyi, ortası.
Burası neresi
Ve dün TV’de gördüğüm sahneler?
Saraybosna mı, Bağdat mı, Beyrut mu, Gazze mi, neresi? Delik deşik olmuş binalar, kum torbalarının geçit vermediği sokaklar, yarısı yıkılmış, kalan yarısında ne cam ne çerçeve kalmış evler, kepenkleri kağıt gibi kıvrılmış dükkanlar, damları uçmuş evler, yangından çıkmış gibi, dumanı tüten simsiyah binalar.
Burası Diyarbakır’ın Sur ilçesi, tam bir harabe. Günlerdir
sokağa çıkma yasağının bulunduğu Diyarbakır’ın içi.
“Sur manzaralarını” izlerken, insanların denklerini sırtlarına vurup, evlerini terk ettiklerini görüyorum. Gidip gördüğüm, yukarıda saydığım kentler geliyor aklıma.
Saraybosna’daki savaşta 110 bin kişi hayatını kaybediyor, iki milyon kişi evini, yurdunu terk etmek zorunda kalıyor.
Kendi evinde yaşamak artık imkansız. Evler sadece anılarda kalıyor.
Lübnan’daki iç savaşta 230 bin kişi can veriyor, bir milyon kişi evsiz, barksız kalıyor, başka yerlere göç ediyor.
Diğer yerlerde ölen ve evlerini terk eden insan sayısını bilmiyorum.
Sur’da da, dün görüyorum, insanlar evlerini, yurtlarını terk ediyor. Sur’da ölen ve yerini, yurdunu terk eden insan sayısını bilmiyorum. Çoluk, çocuk bilmedikleri bir dünyaya açılıyor, orada onları neyin beklediğini, ne ile karşılaşacaklarını bilmeden, yaşadıkları yerlerden göç ediyor.
Harabe manzaraları açıkça gösteriyor, orada yaşamak artık imkansız.
90’lardan farklı
Son aylarda terör arttıkça, terörle mücadele yoğunlaştıkça, ben de dahil, pek çok kişi, “90’lara döndük, 90’lar gibi” diyerek, geçmişle karşılaştırma yapıyoruz.
İktidar sahipleri buna itiraz ediyor, “hayır, 90’lar gibi değil”.
Dün sokağa çıkma yasağının sona erdiği, günlerdir süren çatışma sonrasındaki Sur manzaralarını görünce, “doğru” diye düşünüyorum, “90’lar gibi değil”.
2000’li yıllara kadar, yaklaşık otuz yıl süren savaştan sonra, 90’larda böylesine yakıp yıkılan, harabeye dönen tek bir kent yok.
Sokak sokak çatışma
Yıllarca, yılda birkaç kez gidip gördüğüm Güneydoğu’da böyle kentler görmüyorum, yok böyle “Sur manzaraları”.
Günümüzdeki çatışmanın 90’lardan farkı şu:
80’lerde ve 90’larda çatışma dağlarda, kırsal alanda, bugün ise kentlerde, bugün şehir savaşları var. Şehirlerde sokak sokak çatışma.
Tank, top, makinalı tüfek, roket atar eşliğinde bir tek “süngü muharebesi” eksik.
Sorunlara gebe
“Sur manzaraları” Güneydoğu’da artık pek çok yerde geçerli. Çünkü, Güneydoğu’da pek çok yerde şehir savaşı var artık.
Kim bilir, toplamda kaç insan ölüyor.
Bu manzaraların sonucunda ortaya çıkan toplam maddi kayıp, kim bilir ne kadar.
Yörede tek tek insanların uğradığı zararı kim karşılayacak?
Maddi kaybın ötesinde, yaşadıkları perişanlık sonucunda asıl insanların ruhlarında aldığı derin yara nasıl sarılacak?
O sokakta kalmış insanlar kimi suçluyor, kimden yana? Şöyle geri çekilip baktıklarında, kimin yanında duracaklar?
Kimin yanında dururlarsa dursunlar, yaşadıkları sürece ruhları nasıl sükunete kavuşacak? O kabustan nasıl kurtulacaklar?
En basit, en sıradan soru, okula giden çocuklar nerede, nasıl okula gidecek? Gittikleri okulda onlar nasıl karşılanacak?
Evlerini terk ediyorlar, kimin evine gidiyorlar, gittikleri yerde, ne süreyle, hangi koşullarda oturacaklar?
Devlet onlara yer gösterecek mi?
Günün birinde çıkar
Bütün bu pratik ve fakat hayati sorunlar devam ederken, şehir savaşları daha ne kadar sürecek?
“Şurada sokağa çıkma yasağı ilan edildi… Şurada sokağa çıkma yasağı sona erdi… Şurada çıkan çatışmada…”
Bu sıradanlaşan, bu alışkanlığa dönüşen, neme lazım gibi, itici, umursanmaz cümleler Sur manzaraları sonrasında ete, kemiğe bürünüyor, insanları kendine getiriyor, vicdanları kanatıyor, sessiz ve derinden.
Günün birinde, bir yerlerden nasıl ve hangi patlamayla çıkar, bilinmez.
Sur manzaraları başlıyor, insanlık kayboluyor.