- Iğdır’da hakkında gözaltı kararı çıkartılan Mezopotamya Ajansı muhabiri Berzan Güneş’in evini polisler basıyor. Berzan Güneş’i evde bulamayan polisler, evdeki kitapları gerekçe göstererek, babası Ahmet Güneş’i gözaltına alıyor.
- Bursa Ekmek Sanayi alkol satan büfe, bakkal ve benzeri dükkanlara ekmek verilmeyeceğini ilan ediyor.
- Bolu T Tipi Cezaevinde tutuklu bulunan Gurup Yorum üyelerinden Bergün Varan’ın saçları kökünden kesiliyor. Bu bir suç. Ancak, ilgili dosya işlemden kaldırılıyor.
- Mecidiyeköy’de Torun Center’e ait inşaatta asansörün boşluğa düşmesi sonucunda on işçi hayatını kaybediyor. Yöneticilerin hepsi tutuksuz yargılanıyor. Dokuz sanığa sekiz yıl dört ay hapis cezası veriliyor. Ancak, mahkeme cezayı günlüğü yirmi liradan 60’ar bin 800’er lira para cezasına çeviriyor. Ölenler öldükleriyle kalıyor.
Bunlar son bir ay içinde yaşanan insan hakları ihlallerinden sadece bir bölüm.
İş cinayetlerinde rekor
Başka alanlarda da insan hakları ihlalleri var. Örneğin, iş cinayetleri, işçilerin hayatlarını kaybettiği “kazalar!”
Son bir buçuk ayda 122 işçi daha iş cinayetlerinde hayatını kaybediyor.
Ocak 2018 itibariyle, son bir buçuk yılda iş cinayetlerinde yüzde on artış kaydediliyor.
Bu bir “Avrupa rekoru”.
Ancak, bu cinayetlerin sorumluları hakkındaki yasal işlemler, işte bildiğiniz gibi. Ölen işçilerin ailelerine ödenmesi gereken tazminatlar ise, o da bildiğiniz gibi.
Örneğin, Soma maden cinayetinde 301 işçi hayatını kaybediyor, ailelerine ödenmesi gereken tazminat on üç takside bölünüyor, dört yıldır bu tazminatın ancak üçü ödenmiş durumda.
Bu arada
-Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına uymuyor. Örneğin, AİHM ve Anayasa Mahkemesi Mehmet Altan’ın tutukluluğunun kaldırılmasına karar verdiği halde, Altan hala hapiste.
-Görevlerinden ihraç edilen 19 kamu görevlisi, haksız biçimde ihraç edildikleri ve seslerini kimseye duyuramadıkları gerekçesiyle intihar ediyor.
-Yüzlerce akademisyen bildiri yayınladıkları, düşüncelerini açıkladıkları gerekçesiyle aylardır mahkeme mahkeme dolaşıyor. Bir bölümü görevlerinden ihraç ediliyor.
-Cumhurbaşkanına hakaretten sadece 2017 yılında 4 bin 187 kişi hakkında dava açılıyor.
-Kaba dayak ve diğer yöntemlerle 427’si gözaltında, 1855 kişi de gözaltı dışında olmak üzere, toplam 2 bin 682 kişi işkence ve kaba muameleye tabi tutuluyor.
-Sosyal medya paylaşımları nedeniyle, yani düşünceleri açıkladıkları için her gün bir kaç kişi gözaltına alınıyor. Gözaltına alınanların bir bölümü tutuklanıyor.
-“Altı yaşında kızlar evlenebilir” zırvalığı ile iktidar sahiplerinin bile eleştirdiği Nurettin Yılmaz adlı herifi protesto ettiklerinden dolayı 21 kişi yargıç karşısına çıkartılıyor.
Cezaevleri doldu taştı
AKP iktidara geldiğinde cezaevlerinde hapis yatan tutuklu ve hükümlü sayısı 55 bin.
Ocak 2018 itibariyle, bu sayı 244 bin 790’a çıkıyor.
Bu rakam Türkiye’nin on üç ilinin nüfusundan fazla.
Cezaevlerinde yatan mahkum sayısı açısından Türkiye Avrupa’da rekoru başka ülkeye bırakmıyor.
68 yıllık imza
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komitesi Türkiye’deki bu gelişmeleri sürekli izliyor ve kayda alıyor. Konsey’in bir de “İşkence ve Kötü Muameleyi Önleme Komitesi” (CPT) var.
Bu komite Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin bir ürünü olarak kuruluyor. Konsey’e üye ülkelerden 47’sinin imzası, yani onayı var. Türkiye bunlardan biri.
Ne demek bu imza?
“Ben insan hakları ihlallerine karşıyım, insan haklarını korumaya söz veriyorum” demek.
Türkiye bu imzayı tam 68 yıl önce atıyor, 4 Kasım 1950’de.
Ne demek bu imza?
Sözleşmede yer alan:
-Yaşam hakkını korumaya,
-İşkence yasağına,
-Adil yargılama hakkına,
-İfade özgürlüğüne,
-Özgürlük ve güvenlik hakkı ilkelerine sahip çıkacağım, bu hakları koruyacağım, demek.
Ne var ki, özellikle son dört yılda bu haklar Türkiye’de yerle bir.
Bardağı taşıran tören
Sözleşmenin bir diğer önemli maddesi, kuvvetler ayrılığı. Yasama, yürütme ve yargının birbirinden bağımsız olması. Demokrasinin olmazsa, olmaz koşulu.
Bu evrensel ilke de, son yıllarda Türkiye’de yerle bir.
Özellikle yargı bağımsızlığı ortadan kalkmış durumda, zaman zaman görülen bir kaç istisna dışında.
Avrupa Konseyi bunları da sürekli not ediyor.
Yargı bağımsızlığının kaybolduğuna ilişkin kanı Avrupa Konseyinde bir törenle pekişiyor.
Atamaları yapılacak yargıç ve savcılar Beştepe’de Cumhurbaşkanlığı Sarayındaki törende Tayyip Erdoğan’ı ayakta alkışlıyor, her sözüne alkış tutuyor.
İşte, bu sahne Avrupa Konseyi’nde bardağı taşırıyor, yargı bağımsızlığının kaybolduğuna ilişkin görüş bu sahne ile pekişiyor.
Aslında dört yılda bir
CPT, İşkenceyi Önleme Komitesi, insan haklarını korumakla yükümlü komite, aslında Avrupa Konseyi’ne üye ülkelere düzenli olarak dört yılda bir gidiyor ve incelemelerde bulunuyor.
Komiteye her ülkeden bir temsilci seçiliyor. Gidilecek ülkenin temsilcisi o komitede yer almıyor. Üyelerin dışında, bir ülkeye gidecek heyete tıp doktorları, avukatlar ile cezaevi ve emniyet uzmanları da katılıyor.
Kural olarak, her dört yılda bir ancak, bu komite Türkiye’ye son yıllarda ziyaretlerini (!) sıklaştırıyor. Neredeyse her dört yıl yerine, her dört ayda bir gelmeye başlıyor.
Örneğin, Haziran 2017’den sonra, Ekim 2017’de geliyor.
Ve şimdi bu hafta CPT yine Türkiye’de.
Siyasilerle de buluşacak, akademisyenlerle de görüşecek, basın kuruluşlarının da görüşünü alacak, cezaevlerine de gidecek, iktidarı da dinleyecek.
Ve sonunda bir rapor yazacak.
O raporun ilgili devlete, bizim durumumuzda Türkiye’ye doğrudan bir yaptırımı yok, sadece hükümete tavsiyelerde bulunuyor.
Ancak, çok geniş etkisi var.
Ekonomik ve siyasal etkisi. Başka ülkeler katında, Türkiye’ye dönük etkisi.