“Yandaşlıkla” nam salmış, zaten o nedenle “büyük gazeteye” transfer olmuş malum gazeteci daha bir kaç gün önce “selvi” gibi döktürüyor yine:
“Yargıda önemli değişiklikler oluyor. Normalleşme yönünde adımlar atılıyor”.
Adamın sözünü ettiği “normalleşme”, o satırların hemen bir, iki gün sonrasında “tecelli” ediyor:
-Önceki gün yapılan son duruşmada, bir yılı aşkın süredir tutuklu bulunan Cumhuriyet’teki meslektaşlarımızın tutukluluk halinin devamına karar veriliyor. “Normalleşme” adına.
-On beş gündür göz altında bulunan, sivil toplum hareketinin önde gelen temsilcilerinden Osman Kavala tutuklanıyor. “Normalleşme” adına.
Teşhis mükemmel, “normalleşme”. Ancak, ortada bir soru kalıyor, “normalleşme” hangi anlama geliyor, orası ayrı.
“Hukuksuzluğun devamı” ise, teşhis mükemmel.
Yok, hayır...
“Normalleşme”, hani şu bildiğimiz, gerçekten “hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığının yeniden hayata geçmesi” ise, teşhis tam çuvallıyor. Belki, “yandaşlık” icabı.
Kaldı ki, “normalleşme” denildiğine göre, demek ki, ortada “anormal” bir durum var. Ve bunu artık “yandaşlar” bile kabul ediyor.
Yani, yargı bağımsız değil, Roma Hukukundan bu yana “tutukluluk hali istisna” iken, tutukluluk istisna değil, kural haline geliyor. Normal olmayan bu.
Cumhuriyet ve Osman Kavala bunun son iki örneği.
Yabancılar şaşkın
Cumhuriyet duruşmasını uluslararası basın kuruluşları ile bazı yabancı sivil toplum örgütleri de izliyor.
Duruşmanın başından sonuna kadar ve asıl tutukluluk halinin devamı kararını duyunca, adamlar şaşkınlıktan ne söyleyeceklerini bilemiyor.
Hemen hepsinin ağzından dökülen sözler, üç aşağı, beş yukarı aynı:
“Nasıl olur? Bu nasıl bir tutukluluğun devamı? Neden hâlâ tutuklu kalıyorlar? Yerleri, yurtları belli, üstelik örneğin Cumhuriyet’in CEO’su Akın Atalay yurt dışında iken, hakkında yakalama kararı çıkıyor ve o buna rağmen dönüp geliyor, kaçma şüphesi nasıl var, anlayamadık”.
Salt hukuk açısından bakıldığında, zaten kimse anlamıyor. Hele de, “yabancı” iseler, anlamak iyice güçleşiyor.
Ve doğal olarak, onlar “bu kararın arkasında ne var” sorusunu sormadan edemiyor.
Zorla suç yaratmak
Duruşma bir tuhaf.
Sanki hiç bir şey “reel” değil. Her sahne sanki “üç boyutlu bir film” gibi. Kavramlar, kararlar, bazı söylemler.
Oysa, meslektaşlarımızın ve avukatların savunmaları “taş gibi”, mantık yerinde, evrensel hukukun tam göbeğinde. Ama eğer, evrensel hukuk eksik ise, o zaman hiç bir şey “reel” değil.
Tuhaflık burada.
Zorla bir “suç” yaratılmak isteniyor ve o “suça” dayanarak bir ceza yaratılmak isteniyor.
Duruşmayı baştan sona “tuhaf” kılan ögelerden bir başkası işte bu “zorlama”.
Yine “vakıf” masalı
Meslektaşlarımız başlangıçta “terör örgütü üyeliğinden” yargılanırken, duruşma aşamalarında bu iddia çöküyor.
Ve bir “vakıf masalına” dönüşüyor. Oradan belki bir şey tutturulmaya çalışılıyor.
“Cumhuriyet Vakfı” nasıl yönetiliyor?
Kime ne?
Kimler yönetiyor?
Kime ne?
Vakfın mal varlıklarının toplam değerini istiyor mahkeme, o da geliyor.
Vakfın mal varlıklarının değeri ne ise ne, ne alaka?
“O varlıklar değerine uygun satılmış mı?”
Satılmış ya da satılmamış, kime ne?
Satılmamış ise, bunu sorgulayacak olan vakıf üyeleri, vakıf genel kurulu.
Suç bunun neresinde?
Satılmamış ise, vakfın genel kurulu, vakıf yönetimini değiştirir.
Ya da değiştirmez, kime ne?
Gül ve yargı
Adalet Bakanı Abdülhamit Gül geçen hafta Bursa’da konuşuyor:
“Adalete güven iyice sarsıldı”.
“Adalet Bakanının” görevi sarsılan güveni topluma yeniden kazandırmak değil mi? Bunun için ne yapıyor?
Cümle alemin yıllardır bildiğini, yaşadığını Adalet Bakanı da söylüyor ama, ne değişiyor?
İşte, o sarsılmadan iki yeni örnek, Cumhuriyet davasında tahliye yok ve Osman Kavala tutuklanıyor.
Şimdi şöyle bir tahmin mümkün mü acaba?
11 Eylül’den önceki duruşmada, mahkeme heyetindeki yargıçlardan biri Kadri Gürsel’in tahliyesini istiyor, onun tutukluluk halinin devamı kararına muhalefet şerhi düşüyor. Gürsel bir sonraki duruşmada, yani 11 Eylül’de tahliye ediliyor.
Önceki günkü duruşmada aynı yargıç bu kez diğer meslektaşlarımızın tahliyesini istiyor, tutukluluğun devamı kararına yine muhalif kalıyor.
Yoksa, arkadaşlarımız iki ay sonraki duruşmada mı tahliye edilecek, diye bir soru çıkıyor ortaya.
Hani “normalleşme” adına.
Tarih bunları hep yazacak. Yazacak ama, arkadaşlarımız da boşu boşuna yatmış olacak.