Birinci Dünya Savaşı sırasında kullanılan bir deyim, her ne kadar Latince olsa ve Roma Hukuku’na uzansa bile, siyasi teoride en çok Birinci Dünya Savaşı sırasında kullanılıyor.
Avusturya - Macaristan İmparatorluğu’nun Rusya ve Balkanlara karşı atağı “longa manus” olarak niteleniyor, “uzanan el” anlamında. “Uzandığı, el attığı yerleri sıkıştıran” anlamında.
Günümüz Türkiye’sinde ise, aynı terim yeniden Roma Hukukuna dönüyor, yeni bir içerik kazanıyor:
“Hukuk siyasetin longa manus’una dönüşüyor.”
Siyasetin hukuku sıkıştırdığı, hukuku zorladığı, siyasetin hukuka uzandığı, el attığı anlamında.
Hukukun yerini siyasete bıraktığı, siyasetin hukuku kenara çektiği anlamında.
Prof. Dr. Kemal Gözler
“Longa manus” deyimini anayasa hukukçusu Prof. Dr. Kemal Gözler kullanıyor.
Prof. Gözler uluslararası alanda saygın bir bilim adamı, eserlerine en çok gönderme yapılan (citation index) anayasa hukukçularından biri.
Geçenlerde bir makale kaleme alıyor. Günümüz Türkiye’sindeki hukuk uygulamalarına ilişkin gözlemlerini dile getiriyor. Ona göre:
“Temel hak ve özgürlükleri korumak amacıyla hazırlanan mekanizmalar, temel hak ve özgürlüklere müdahale aracına dönüşüyor.
Yargıçlar temel hak ve özgürlükleri koruyan değil, tersine temel hak ve özgürlüklere müdahale eden görevliler haline geliyor.
Anayasa Mahkemesi iktidarı sınırlayan bir organ olmaktan çıkıyor, tersine iktidara destek olan bir kuruma dönüşüyor.
Hukuk siyaseti çerçeve altına almıyor, tersine siyaset hukuku cendere altına alıyor.
Hukuk devletin temel organlarının nasıl işlediğini açıklamakta yetersiz kalıyor.
Anayasa ya da yasalar karşılaşılan hukuki bir sorunun nasıl çözüleceğine ilişkin fikir vermiyor”.
Çünkü, hukuki kararlar artık hukuk dışı etkenlere bağlı.
“Sen kimsin ya?..”
Prof. Gözler benzer uygulamanın idare ve ceza hukuk için de geçerli olduğunu söylüyor.
“İktidarın önem verdiği bir idari işlemin idari yargı tarafından iptali artık neredeyse sıfır.”
Bunun o kadar çok örneği var ki, işte son olarak, Danıştay’da bir savcının orduda türbanla ilgili açtığı dava Danıştay ilgili dairesi tarafından bire karşı dört oyla reddediliyor. Hiç sürpriz değil, çünkü iktidar öyle istiyor. Aynı anda o savcıya siyasetin tepesinden tepki gecikmiyor:
“Sen kimsin ya?..”
Kim olacak, “savcı!..”
Açtığı davayı ben de savunmuyorum, savunduğum için değil, sadece o davayı açan kişinin “savcı” olması nedeniyle altını çiziyorum “siyasetin” bu tepkisini.
“Longa manus” işte böyle bir şey ve günümüz Türkiye’sinde en temel gerçeklerin başında geliyor.
Sadece o savcı örneği mi?.. Yine Prof. Gözler’e dönersek:
“Beş yıl önce açılmış bir soruşturma dolayısıyla akademisyenlerin de arasında yer aldığı bir grubun neden sabahın altısında gözaltına alındığı, bir milletvekilinin yeniden seçilmesine rağmen, yasal dokunulmazlığından neden yararlandırılmadığı ve tutukluluğunun neden devam ettiği hukukla açıklanamıyor. Bunları açıklamak için hukuk dışı unsurları göz önüne almak gerekiyor”.
Siyasetin artık bütün ağırlığı ile hukuka yön veriyor, siyasetin hukukun yerine geçiyor.
Adına hala “demokrasi” denen bir siyasal sistemde izahı mümkün olmayan fiili bir durum.
Acı bir tavsiye
Koca anayasa profesörü, uluslararası saygın bir hukukçu bu gözlemlerinin ardından şunu ekliyor:
“Yorum teorisi konusunda yıllarca çalıştım ve bu konuda pek çok makale yazdım. Şimdi üzülerek görüyorum ki, hiç bir yorum teorisi, hakimler üzerinde, hakimlerin siyasal çevrelerden aldıkları sinyallerin yarattığı etkinin yarısı kadar bile etki yaratmıyor”.
Gözler daha sonra bir öneride bulunuyor:
“Genç meslektaşlarıma yorum teorisi üzerinde çalışıp, bu işe yaramaz bilgilerle yılları heba etmek yerine, hakimlerin kişisel geçmişleri ve çalışırken hangi etkilere maruz kalarak karar verdikleri gibi, unsurlar üzerinde çalışmalarını tavsiye ediyorum.
(...) Artık hukuk bilimiyle uğraşmak havanda su dövmek ya da meleklerin cinsiyetini tartışmak örneği, işe yaramaz bir faaliyet haline geldi”.
Karar nasıl veriliyor?
Hukukun delik deşik bu hali, Türkiye’de bugün hiç kimsenin hukuki güvenceye sahip olmadığını gösteriyor. Herkesin başına her an, her şey gelebilir. Bunun ne sınırı var, ne de çıkışı.
Örneğin, bir davada Anayasa Mahkemesinin nasıl karar vereceğini önceden bilmek için bu konudaki anayasa kurallarına ve içtihatlara bakmak yerine, Anayasa Mahkemesi üyelerinin kimin tarafından atandığına ve hangi koşullarda çalıştıklarına bakmak daha doğru.
Ya da bir ceza davasında sanığın tutuklanıp tutuklanmayacağı ya da mahkum olup olmayacağını bilmek için ceza yasalarına bakmak artık gereksiz. Yasalara bakmak yerine, dava dosyasıyla ilgili başka unsurlara bakmak gerekiyor.
Çünkü, kararı yasalar değil, siyaset belirliyor.
Ekonomi ve medya
Prof. Gözler’in makalesindeki gözlemler ve analiz tam anlamıyla bugünkü Türkiye’nin fotoğrafı. Gözler makalesinin sonunda anayasa hukuku üzerine hem sorular soruyor, hem metodolojik tartışmaya giriyor.
Ben dün bu makaleyi okurken, bu yılın üçüncü çeyreğine ilişkin ekonomik büyüme rakamları açıklanıyor.
Siyasetin hukukun “longa manus’u” haline dönüşmesinde işte gerçeklerden biri: Ekonomik kriz!..
Ekonomi bu yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 1.6 büyüyor. İkinci çeyreğe göre, yüzde eksi 1.1, yani küçülme var.
O 1.6’nın “fazileti” belli, dövizin yükselmesi nedeniyle ihracatın artması ve hizmet sektöründeki yüzde 4.5’luk artış.
İnşaat tam anlamıyla çöküyor, büyüme yok, küçülme var, eksi 5.3, sanayi yüzde 0.6, hemen hemen duruyor.
Ücretlilerin milli gelirden aldığı pay, yüzde 38.2’den yüzde 31.6’ya düşüyor, yani ücretli, milyonlarca memur, işçi ve emekli açıkça yoksullaşıyor.
Rakamlar açıklandıktan sonra gazetelerin Internet sitelerine bakıyorum, pek çok gazete sitesinde bu haber yok!..
Olanda ise, haber “Türkiye Ekonomisi büyüyor” diye veriliyor.
Pes ki, pes ötesi!.. Yuh be, ayıp be!..
Neden yok?.. Çünkü, büyüme rakamları ki, gerçekte küçülme, iktidarın saklamak istediği, daha bir kaç gün önce çizilen nurlu ufukların ve onların medyadaki yalayıcılarının kafalarını çarptıkları bir kaya.
Hukuk neden böylesine saf dışı, işte ortada.
Siyaset, sadece hukukun değil, son beş, altı yıldır medyanın da “longa manus’u.”