1927’de Şanghay işçi grevi ardından dönemin diktatörü Çan Kayşek Çin’de büyük bir tutuklama ve baskı dalgası yaratıyor.
O dalgaya kapılan insanlar baskı ve zulüm üzerinden şiddet ve tutukluluğu yaşamaya başladığında, işte tam o sırada, ortaya “İnsanlık Durumu” çıkıyor.
Onları tanıyanlar, onlarla o güne kadar birlikte yol alanlar, onlar zulüm görürken, onlar tutuklu iken, ne yapıyor?
İşte, “İnsanlık Durumu,” ünlü Fransız yazarı ve siyasetçisi Andre Malraux misali, onun Çin Devrimine giden yolu anlatan romanındaki insanlar gibi. O tarihte ve Çin’de, bu tarihte ve her yerde.
“İnsanlığın Hali,” tıpkı bugünkü gibi, insanlar için tam bir deney dönemi. Kimin, ne olduğunu gösteren günler. Gerçek kimlikleri deşifre eden, hangi elementle hangi element bir araya gelirse, hangi sonucun elde edileceğini gösteren kimya laboratuvarı misali.
Burada bir araya gelmek de olur, kaçınmak da, tek başına “ne mal olduğunu” gösteren test dönemi.
Nazım misali, “ateşi ve ihaneti gördüğümüz” günler.
Ateş ve ihanet
Hani, bazı filmlerin başında, “Şimdi izleyeceğiniz filmde geçen olaylar ve kişiler gerçek değil, hayal ürünüdür” deniyor ya, hayır bugün tam tersi, bugün hep birlikte yaşadıklarımızın, gördüklerimizin, duyduklarımızın hiç biri hayal ürünü değil.
“Ateşi ve ihanet gördük.”
Bir kurumun başına akıl almaz bir felaket geliyor. Akıl almaz suçlamalarla, o kurumun insanları suçlanıyor, tutuklanıyor.
O suçlama ve tutuklamalara neden olanlar, önce “Biz böyle bir şey asla istemiyoruz, arkadaşlarımız serbest bırakılsın” gibilerinden, belki de hiç de içten olmayan temennilerde bulunuyor. Timsahın göz yaşları.
Ya sonra?
Sonrası “İnsanlık Durumu,” tam bir rezalet.
Bir öneri
Başında felaketin kol gezdiği o kuruma geliyorlar. Kimler? “O felakete sebep olanlar.”
Geliyorlar ve pazarlığa girişmek istiyorlar:
“Gelin, siz burayı bize devredin, biz de tutuklularla ilgili elimizden geleni yapmaya çalışalım.”
Yuuuuuhhh!
Hayır değil, “İnsanlık Durumu,” normaldir.
İnsanların ne mal olduğunu gösterdiği günlerden geçiyoruz. Onların kıratı, çapı, hırsları ve akıl almaz önerileriyle bir araya geldiğinde, karşınızda “İnsanlık Durumu.” İnsan, her şey beklenir.
Bir defa de gelmiyorlar, bir, iki, üç kez geliyorlar.
Bir kişi de gelmiyorlar, bir, iki, üç kişi geliyorlar.
“Verin bize, iyilik yapalım size.”
Yüzsüzce. Israrla. Utanmadan. Sağda solda da, “valla benim bir kusurum yok” sırnaşmalarıyla.
Ayrıca, dışarıdan atış serbest. Sağda, solda demeçler.
Sırtından vurulmak
Ya bir de o kurumun içinde bulunan bazılarının tavrı?
Tam “İnsanlık Durumu,” normaldir. Tam bugünlerde turnusol kağıdına, hem de bolca ihtiyaç var.
Yardıma çağırırsın, bir kısmı gelmiyor.
Danışmaya, görüş alış verişinde bulunmaya çağırırsın, bir kısmı gelmiyor.
Çok uzaklardan ise, atışa devam.
Çok uzaklarda dayalı, döşeli bir ev. Evin yeri ehven. Evin kendisi ehven. Hayat rahat, ister aran, ister aranma, nasıl olsa uzaklardasın, gelsin demokrasi nutukları.
“İnsanlık Durumu.”
O durum mevcut iken, insan dönüp aynaya bakmaz mı?
Bir hesaplaşma?
Kendini kurumun üstüne çıkarıp, kurumu kendi adın için kullanıp, bir orada kabul, bir burada konferans, arada şu ya da bu “ödüller” eksik değil, ama “sen işte kahramansın”.
Zaten istediğin de bu.
Hangi hesaplaşma?
“İnsanlık Durumu.”
Çok uzaklardan demokrasi nutukları. O nutuklar hapisane duvarlarına çarpıyor. Duvarlar “İnsanlık Durumu’nu” konuşuyor, geç de olsa, artık bunu açıkça söylemekten kimse çekinmiyor.
Çok uzalarda ise, “o tutuklu olanlarda belki acaba benim bir payım var mı” diye düşünmeye gerek yok. O geride kalıyor.
Maçlardan sonra, yenen ya da yenilen oyuncuların ezberlediği gibi, “şimdi önümüze bakıyoruz”.
Önümüze baksak da, önümüzü pek göremiyoruz. Çünkü, önümüz karanlık.
1927 Çin... 2016 dünyanın bir başka coğrafyası...
Doksan yıl sonra “İnsanlık Durumu.”
Doksan yıl sonra insanlık bir başka coğrafyada bir kez daha sınıfta çakıyor.
Doksan yıl sonra “tutuklu olanlar daha özgür.” Kimseye borçları yok. Vicdanları rahat.
Serbest dolaşıp, vicdanları huzursuz olanlar var mı?
Sanmam, “İnsanlık Durumu,” laboratuvar testlerinde öyle bir sonuç vermiyor, turnusol kağıdı bile şaşırmış vaziyette.