Yüksek tavanlı, geniş bir salon. "Bir hostes" karşılıyor.
Yüksek tavanlı, ikinci bir geniş salona geçiliyor. "Başka bir hostes" karşılıyor.
Yüksek tavanlı, üçüncü bir geniş salona geçiliyor. "Başka bir hostes" karşılıyor.
Yüksek tavanlı, dördüncü bir geniş salona geçiliyor. "Başka bir hostes" karşılıyor.
Ve nihayet...
Yooo, yanılıyorsunuz...
"Tayyip Erdoğan'ın makamına değil..."
Oraya erişmek için daha çok var...
Şimdilik Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü "İbrahim Kalın Beyefendi Hazretlerinin odasına" girmek ve...
"Kendileri" tarafından kabul edilmek mazhariyetine (ayrıcalığına) kavuşmak mümkün olabiliyor.
Bu durumda...
"Her bir salondan diğerine geçerken, halktan biraz daha kopuluyor.
Her kopuş, gerçek hayattan biraz daha uzaklaşmak anlamına geliyor."
Nam-ı diğer "Saray" ya da 1150 odalı "Külliye'de" yüksek tavanlı, o geniş salonlardan bakınca, hayatın rengi pesbembe...
Hiçbir sorun yok.
"Açlık, yoksulluk, güvensizlik, huzursuzluk?.."
Onlar da, ne?..
Hayat işte ne güzel akıp gidiyor, o söylenenlerin hiçbiri doğru değil.
Yüksek tavanlı, geniş salonlardan bakınca...
Açlığı, yoksulluğu, huzursuzluğu dile getirenler...
"Teröristler... Ülkemizin akıllara durgunluk veren kalkınmasını, büyüklüğünü kıskananlar!.."
Kıskananlar çatlasın!..
Bir tek bunlar görmüyor
Öyle yüksek tavanlı, geniş ve son moda döşenmiş salonlarda oturunca...
Daha bu arkadaş "sadece sözcü!.."
Bir de "büyüklerinin çalışma odası, oturma odası, yemek odası, konferans salonu, toplantı salonu ve daha nice salonlarda yaşayınca."..
Külliye'de kimsenin kimseye dert anlatması, daha doğrusu "gerçeklerden söz etmesi mümkün değil."
Nasıl mümkün olabilir ki?..
"Gerçeği hiçbiri görmüyor, görmek istemiyor."
Olağanüstü bir yanılma, bir illüzyon.
Kendileri görmedikleri, duymak istemedikleri gerçekleri büyüklerine haliyle anlatamıyor.
"Büyükleri ise, vahim bir yanılma içinde bir başka dünyada yaşıyor. O artık iyice kopmuş."
O ne debdebe, o ne ihtişam!..
Sayısız personel hizmet etmekle görevli. Bahçıvanından aşçısına, güvenlikçisinden elektrikçisine, tamircisine, şoförüne, temizlikçisine...
Saray'ın bütçesine bakın, yıllık harcamalarına bakın, o ihtişam kendisini hemen gösteriyor.
"İtibardan tasarruf olmaz" ya...
Bu "ahval ve şerait içinde", yani bu durum ve gidişat içinde...
"Ülkenin vahim tablosu Külliye'ye pek uğramıyor!.."
O tabloyu 83 milyon insanın yanı sıra, yurt dışında Türkiye ile ilgilenenler de, görüyor, bir tek bunlar farkında değil.
Brüksel'de NATO zirvesinde
Halktan, gerçeklerden bu kadar koptuklarının bir tek onlar farkında değil. Elin oğlu bile, çoktan farkında, bileti çoktan kesiyor.
Geçtiğimiz haziranda Brüksel'de düzenlenen NATO Zirvesinden sızan bir kulis var. Türkiye ile birlikte NATO'nun otuz üyesi var.
Kalan 29 ülke hemen hemen aynı düşüncede birleşiyor:
"Erdoğan artık gidici..."
Bunun sonucunda, NATO ülkeleri:
"Kimsenin şu ya da bu yönde bir adım atmasına gerek yok, o kendiliğinden düşüyor."
Para veren yok
"Şu ya da bu yönde bir adım atmasına gerek yok" derken...
Erdoğan Brüksel'de bin dereden su getirerek, bu arada "Afganistan'a asker göndermek" bağlamında ve kılıfıyla karışık...
"Özellikle Amerika'dan para istiyor."
Malum, yüz yıla yaklaşan Cumhuriyet Tarihinin en ağır döviz darboğazı ile karşı karşıya bırakıyor ülkeyi.
Ne var ki...
"Amerika dahil, kimse para vermiyor."
Sekiz, on yıl önce katıldığı NATO toplantılarında ya da herhangi bir uluslararası konferansta, toplantıda, her şeye rağmen, kendisiyle belli bir diyalog kurulan Tayyip Erdoğan'a...
"Bugün herkes sırt çeviriyor."
Brüksel'deki zirvede aralarında en geçerli söz:
"Bırakalım, kendiliğinden düşüyor."
Biden ile baş başa
Bu arada, Amerikan Başkanı "Biden ile baş başa görüşmesine" resmi niteliği ya da görevi olan hiç kimseyi almaması, onların yerine, çok alakasız, Bangladeş Büyükelçisi "Merve Kavakçı'nın kızını" çevirmen olarak yanına almış olması bütün yabancıların, özellikle de Amerikalıların dikkatini çekiyor.
Ve hepsi aynı yorumda bulunuyor:
"Erdoğan'ın artık kendi ekibine, birlikte çalıştığı, kendi atadığı insanlara da güveni kalmamış."
O ekip ise, yüksek tavanlı, geniş salonlarda tek bir gün daha geçirmek uğruna, gerçeklere gözlerini kapamak ve o gerçekleri ‘şahsımdan' gizlemekle meşgul.
Bu saatten sonra, gizlese ne olur, gizlemese ne olur.
Zaten...
"Bırakalım, kendiliğinden düşüyor."