11 Temmuz 2021

"Çözüm sürecini" kim engelledi?.. Kronoloji eşliğinde...

Son zamanlarda Erdoğan kendisiyle çelişen, söylediklerini unutan, tam tersini söyleyen bir konumda

Sanki canlı yayın, Dolmabahçe Sarayı'ndan Ankara'da "Külliye'ye" canlı bağlantı gibi. Eldeki metin satır satır Tayyip Erdoğan'a okunuyor, her değişiklikte ona yeniden aktarılıyor, o onayladıktan sonra metin son biçimini alıyor.

28 Şubat 2015, İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı...

Bir yanda hükümet ve AKP adına Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, İçişleri Bakanı Efkan Ala, AKP Grup Başkan Vekili Mahir Ünal, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Muhammet Dervişoğlu var.

Öte yanda ise, aynı masada HDP'yi temsilen HDP Grup Başkan Vekilleri Pervin Buldan ile İdris Baluken, HDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder var.

Kürt Sorunu ve PKK'nın silahı bırakmasına ilişkin "on maddelik mutabakat metni" çerçevesinde, adı o anda konulan "barış süreci" böyle başlıyor.

O son aşamaya gelinceye kadar HDP milletvekilleri "Erdoğan'ın izniyle, MİT'in kontrolü altında sık sık İmralı'ya giderek Apo ile görüşüyor".

HDP Heyetinin İmralı'ya gidişine ilişkin görüntüler aynı gün bütün TV kanallarında yayınlanıyor.

Mutabakat karşılıklı imzalandıktan ve açıklandıktan sonra, ertesi gün yandaş medya döktürüyor:

"Barışa Dev Adım... Silahlara Veda... Tarih Yeniden Yazılıyor... Şimdi Barış Zamanı... Barış Baharı..."

Erdoğan HDP'yi suçladı

Bugün "barış süreci ya da çözüm süreci" ile ilgili kısa tarihi yeniden hatırlamak gerekiyor. Neden?..

Erdoğan önceki gün Diyarbakır'da bu süreçle ilgili ve son zamanlarda sık sık adeti olduğu üzerine, "kendisini yalanlayan, bir gün önce söylediğinin tam tersini belirten" ifadeler kullanıyor:

"Biz çözüm sürecini niye başlattık?.. Yeter ki, akan kan dursun, dedik. Samimiyetle başlattığımız bu süreci bunlar provoke ettiler, zehirlediler, istismar ettiler."

HDP'yi suçluyor, çözüm sürecini HDP'nin baltaladığını öne sürüyor.

Bu ne kadar doğru?..

Hiç doğru değil!..

Önce çok memnun

HDP ile anlaşmaya varılan "mutabakattan" anı anına haberdar olan ve açıklanan metni onaylayan Erdoğan önce çok memnun. Mutabakatın açıklandığı gün Suudi Arabistan'a giderken:

"Bu hasretle beklediğimiz bir çağrıdır. Silahlar bırakılıyor, silahların bırakılması çağrısı bizim için çok, çok önemli bir beklentiydi. Bu demokratik açılım süreci ile başlayan bir çağrıdır. Milli birlik ve kardeşlik projesiyle başlayan, şimdi de çözüm süreci ile devam eden ve bunu artık noktalayalım diye hasretle beklediğimiz bir çağrıdır."

Bu kadar net, bu kadar açık bir destek ve bu anlaşmadan duyduğu memnuniyeti aktaran ifadeler.

Ama üç hafta sonra

28 Şubat 2015'in üzerinden üç hafta geçiyor. 20 Mart 2015'te Ukrayna gezisinden dönerken, herkesi şaşırtıyor, üç hafta öncesinin tam tersi:

"Mutabakat ifadesini asla kabul etmiyorum. Benimle mutabakata varmadan hareket ettiler. Demokrasi adına, bu metnin nesini kabul edeceğim?.."

Türkler, Kürtler şoka giriyor, herkesten önce de, "mutabakat metnini" fiilen görüşen, fiilen kaleme alan AKP ve HDP'liler şok geçiriyor.

Üzerine basa basa onaylıyor, verdiği onayı bütün Türkiye ile paylaşıyor ve fakat üç haftada ne oluyor da...

"Erdoğan çözüm sürecinden neden vazgeçiyor?.."

Yine kabul etmedi

Başta HDP ile AKP'de süreci yakından bilenler, diğer muhalefet partileri, aklı başında medya, sivil toplum örgütleri bu geri dönüşü tartışır, bu geri adıma hiçbir anlam veremezken, iki ay sonra Erdoğan yeniden aynı konuya dönüyor:

"Ben Dolmabahçe Mutabakatı ifadesini asla kabul etmiyorum. Çünkü, ortada bir hükümet var, öbür tarafta da, grubu olan bir siyasi parti var. Burada neyin mutabakatını, kiminle, niçin sağlıyorsunuz?.. Böyle şey olmaz. Mutabakatın yeri parlamentodur."

Açıklama yapıldığı gün, "bu hasretle beklediğimiz çağrıdır" diye alkışlarken, kısa süre sonra o anlaşmayı bir kenara atıyor.

Kaldı ki, her zaman şikayet ettiği ve kendisini engellediğini öne sürdüğü "dış güçler" çözüm sürecinden duydukları memnuniyeti dil getiren açıklamalarda bulunuyorlar.

Adana'ya aynı nakarat

28 şubat 2015'in üzerinden bir yıldan fazla zaman geçiyor, 26 Nisan 2016'da Adana'da Erdoğan:

"Dün biri çıkmış, Dolmabahçe Mutabakatı'ndan bahsediyor. Böyle bir mutabakat yok. Bizim iktidarımızın terör örgütüyle mutabakatı söz konusu değildir."

Dünyanın gözü önünde imzalanan, canlı yayınla dünyaya duyurulan, ardından kendisinin de açık ve net cümlelerle desteğini dile getirdiği "mutabakatı" ya da çözüm sürecini geri çeviriyor.

Osman Öcalan TRT'de

Geri çeviriyor ama, arada seçim zamanı örneğin, kırmızı bültenle aranan Apo'nun kardeşi Osman Öcalan TRT'ye, devletin televizyonuna çıkıyor.

Osman Öcalan 2018'de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminde "İmralıda tutuklu Apo'nun mesajını" getiriyor. CHP'den Belediye Başkanı seçilen "Ekrem İmamoğlu ve CHP'yi eleştiren" laflar ediyor, "İmralı'daki abisinden naklen!.."

Kırmızı bültenle aranan Osman Öcalan'ın TRT'ye çıkartılmasıyla ilgili suç duyurusunda bulunuluyor, savcılık "ifade özgürlüğü" gerekçesiyle, TRT ve Anadolu Ajansı hakkında herhangi bir işlem yapmıyor.

Ya da yine seçimde, kim olduğu belli olmayan "bir doçent" aniden piyasaya çıkıyor ve "Apo'dan mesaj getirdiğini" öne sürüyor. Elbette:

"O mesaj ya da mektuplarda, Apo hep AKP adına oy istiyor!.."

Komedi mi ararsınız?..

Hapisler ve kayyımlar

Arada geçen zamanda:

"- HDP'li altmış belediye başkanı görevden alınıyor, yerlerine kayyımlar atanıyor.

- Sayısı sık sık değişmekle beraber, şu anda 13 HDP'li milletvekili ile HDP'li belediye başkanları, belediye meclis üyeleri hapiste.

- Selahattin Demirtaş zaten dört yıldır hapiste ve hakkında sayısız soruşturma açılıyor.

- Son olarak, HDP'ye kapatma davası açılıyor."

HDP'lilerin uğradıkları saldırılar, cinayetlere kurban gidenler ayrı bir konu.  

Ve Diyarbakır ve bu kaçıncı?

Erdoğan'ın önceki gün HDP'yi suçlayarak, "çözüm sürecini baltaladılar, zehirlediler, istismar ettiler" dediği olayın özeti böyle.

- Kendisi başlatıyor,

- Apo ile görüşmelere kendisi izin veriyor,

- O görüşmeler, kendisinin bilgisi dahilinde, aylarca sürüyor,

- Sonra Dolmabahçe Mutabakatı'na dönüşüyor,

- O mutabakatı alkışlıyor,

- Sonra ne oluyorsa oluyor, çözüm sürecinden vazgeçiyor,

- Vazgeçtiği gibi, HDP'lilere nefes alacak alan bırakmıyor.

Ve şimdi Diyarbakır'da HDP'yi suçluyor!..

Örnekler artıyor

Bir, iki, üç...

Son zamanlarda Erdoğan kendisiyle çelişen, söylediklerini unutan, tam tersini söyleyen bir konumda.

Aşının başka ülkelerde parayla yapıldığı, benzinin bizde çok ucuz olduğu, enflasyonun düştüğü, döviz rezervlerinin çok yüksek olduğu, salgında halkına en çok yardım eden ülkenin Türkiye olduğu, v.s. gibi, son on, on beş günde birbirini tutmayan sözleri...

Yeni örnek çözüm süreci...

Konuşmalarını kimler hazırlıyorsa... Ya da kendisi ekleme yaptığında, kimler yardım ediyorsa...

"Verdiği açıklar" artık çok göze batıyor.

"Göze batmasının ötesinde, hiçbiri gerçek olmayan garip ifadeler!.."

Yazarın Diğer Yazıları

Colani-Türkiye: “Maslahata destek!”

Colani, bir röportajında “Türkiye ve Suriye’nin arasında geçmişten gelen tarihi ve coğrafi bir bağlılık var. Bunu çok iyi idrak ettik. İki halkın maslahatına destek vermek istiyoruz” diyor. Burada kullandığı “maslahat” sözcüğü İslami bir kavram. Türkiye ile kurmak istediği ilişki diplomatik olmaktan çok İslami temelli bir ilişki mi?

Zafer çığlıkları gölgesinde parçalanma: Nüfus bilgileri sıfırlandı

İsrail Suriye halkının nüfus, pasaport ve istihbarat kayıtlarının yer aldığı binaları bombalıyor, o kayıtları yok ediyor. Böylelikle kim kimdir, nerede yaşıyor, aidiyeti ne, bunları sıfırlıyor. Bombalayacak başka yer mi yok?

İngiliz + Amerikan planı: Suriye şimdilik Colani’ye emanet

Erdoğan onca kavgadan sonra, nasıl ki Mısır lideri Sisi ile anlaştı, Yunanistan ile anlaştı, AB ile anlaşmaya çalışıyor, diktatör Esad ile de anlaşmak için yollara düştü. Bütün olanların toplamında: İsrail ile yeniden el sıkışırsa... Artık yeni bir “İleri Üçlü” görmeye hazırlanın!.. Türkiye - Amerika - İsrail.

"
"