Gerçi “Eski Şehir”de cami, kilise, sinagog vs. hepsi var, ama öyle beş minarelisi falan maalesef yok. Laf öyle geldi.
Stalin’in memleketi, THY’nin iki şehrine doğrudan uçtuğu komşumuz Gürcistan’da, içinden Kura nehri (Mt'k'vari) geçen, İpek Yolu’nun en kritik şehri, bir enerji koridoru, Başkent Tifli’teyiz.
Ankara ile kardeş şehir
Adeta bir “hüsnüniyet medeniyeti.”
İnsanları çok sıcak, yardım ve konuk sever.
Bakmayın siz Stalin’in memleketi olmasına, gerçekten öyle...
İnsanın içini nedensiz ilahi duygularla coşturacak kadar temiz ruhlular.
Adına XX konyak çıkartıran Saakaşvili’yi ihmal ediyorum.
Belalı bir tarihleri var: Persler, Moğollar, Selçuklular, Ruslar, Sovyetler ve en sonunda bağımsızlık...
Nüfusun çoğu Ortodoks.
“Sioni’nin Hac”ı onlar için kutsal emanet. Meryem Ana’ya ait olduğu rivayet ediliyor. Muhtemelen o nedenle bayraklarında da haç var.
“Sameba”, çok heybetli bir katedral. Şehrin simgesi. Sameba “üçleme” demek. Yani baba, oğul ve Kudüs.
Daha birçok tarihi kiliseleri var...
Hatta birisinde çok mütevazı bir evlilik törenine şahit oldum. İmam nikâhı ile evlilik geldi aklıma. Sonra gelinin en iyi iki arkadaşına takıldı gözüm.
O mini etekle bizde?..
Sonra bir şişe kırmızı şarap çıkıverdi ortaya.
Ekmekler falan...
Dedim boşver.
Medeni Kanu'ndan aldığı yetkiyle, belediyenin nikah memuru kıysın, daha iyi.
Nerede eski kilise var, bilin ki orada iyi kırmızı şarap...
Nerede iyi kırmızı şarap var, orada güzel kadın.
Osmanlı’yı hatırlayın: Harem’in gözde kadınları hep Kafkas’yadan, çoğu da Gürcistan’dan.
“Kakheti” Gürcistan’ın şarap bölgesi, “Telavi” de en ünlü şarap şehri.
“Telliani vadisi...”
Görmedim, ama çoğu marka şarap bu vadinin üzümlerinden.
Şarap üretiminin ilk başladığı yer Gürcistan.
En azından rivayet öyle.
O nedenle mimarilerinde, şiirlerinde, şarkılarında, hatta dinsel inanışlarında dahi şarabın etkisi var.
Şarap; refahın, bereketin ve yeniden dirilişin sembolü.
Tıpkı puroda olduğu gibi.
Fidanından kırılan tütün yaprağının puroda yeniden hayat bulması neyse, bağından koparılan üzümün şarapla tekrar hayat bulması aynı şey.
“Üzüm üzümdür”, deyip geçmeyin.
Gürcistan’da 500’den fazla çeşit üzüm yetişiyor.
“Makuzani Special Reserve” 2003, gövdesiz, ama mükemmel bir red – dry. Keza, “Seperavi 2008”, “dünya şarap bronz ödülü” almış harika bir “kırmızı.” Esasen kırmızı da değil, siyaha yakın bir bordo.
“Satrapezo – Separavi” ve “Tbilvino – Tinandeli”, harika beyaz şaraplar.
Ama daha da güzeli, ev yapımı şaraplar. Şarap evlerinde dev fıçılarda, litreyle satılıyor...
Musluğu açıyorsunuz şarap akıyor.
Düşünsenize: çarşıya çıkarken hanım sipariş veriyor.
Bundan 40 yıl öncesinde olduğu gibi: Elinizde şişeyle, bidonla...
Süt gibi, gazyağı gibi...
Mutfak masasına koyuyorsun.
Belki hanıma da göstermeden kapının eşiğinde, tek elle bidonu kafaya dikip...
Ohh, afiyet olsun.
Sıcak francalanın ucu gibi...
Ne bileyim o kadar hayatın içinde yani...
Daha bitmedi:
Gürcistan’ın da Petrus’u var: “Usakhelevari”
Hafif çilek notu olan yarı tatlı bir şarap.
Rengi, kokusu ve tadıyla eşsiz.
1943 yılından bu yana üretiliyor. Yılda sadece 3 bin ton üzüm veren çok müstesna bir bölgenin, çok özel üzümlerinden yapılıyor. Her şişenin özel bir numarası var.
Petrus dedim ama kesmedi.
En iyisi manasını Türkçeye çevirmek.
“Usakhelevari”, Türkçe “isimsiz” demek.
Yani; kelimelerin ötesinde, çok müstesna ve eşsiz anlamında isimsiz.
Daha ne olsun!..
Not: www.winetours.ge adresine bir göz atmanızı tavsiye ederim. Belki de birgün T24 ekibi ve okurları olarak birlikte bir şarap turu organizasyonu yaparız. Kim bilir?