16 ülkeli Avrupa Para Bölgesi...
Herbirinin ayrı ayrı merkez bankaları var, ama ortak para birimi kullanıyorlar.
Bu ülkelerin vergileme sistemleri farklı. Maliye politikalarında neredeyse tamamen serbestler. Sadece AB Büyüme ve İstikrar Paktı'nın iki kuralı var ve bu kurallar da bağlayıcı değil. Yani isteyen istediği kadar harcıyor ve borçlanıyor.
Kriz oldu!..
Krizden kurtulmak için üç şey gerekli:
1) Maliyet belli olacak,
2) Bunu kimin ödeyeceği belli olacak
3) Ödeme planına piyasalar itibar edecek
Krizden kurtulamıyoruz! Neden?
Büyüme pahasına mali konsolidasyon!
Krizden çıkmak için para lazım. Bunun için de üretmek ve satmak lazım. Bir ülkede yapılan üretim ya içeride ya da dışarıda satılır. Buna Y diyelim. Malı satın alacak kişi;
A) Şahıssa
- Gelirinin (maaşının) artması,
- Servetinin azalması (mevduatını bozdurması, gayrimenkul vesaire satması)
- Kredi kartı faizlerinin düşmesi,
- Kart limitlerinin yükselmesi
B) Şirketse
- Kendi malını satmak için daha fazla müşteri bulması
- Alacağını tahsil etmesi ve borçlarını ödeyebilmesi
- Lüzumsuz aktiflerini satması
- Devlete daha az vergi ödemesi
- Bankalardan kredi bulması
C) Devletse
- Daha çok vergi toplaması
- Daha çok özelleştirme geliri elde etmesi
- Daha çok harcama yapması
- gerekir.
Kriz ortamında hane halkı gelirleri hem nominal olarak, hem de reel olarak azalır. Enflasyon nedeniyle servet stokunun reel değeri değeri düşer. Nominal ve reel faiz oranları artar. Kredi kartı almak zorlaşır ve harcama limitleri düşürülür. Bu nedenle kriz ortamında kişisel harcamalar azalır. Buna C diyelim.
Küresel krizde dış talep bulmak zorlaşır. Şirketler alacaklarını tahsilde zorlanır. Vadeler uzar, zorunlu ertelemeler olur, çekler karşılıksız çıkar, senetler protesto olur, vesaire. Vergi matrahı işin doğası gereği azalır. Vergi oranları artmazsa devletlerin vergi gelirleri azalır. Kriz ortamında şirketlerin nakit dengesinin bozulması ve şirket değerlerinin düşmesi nedeniyle bankalar kredi vermekten kaçınır. Ulusal paradan kaçış nedeniyle kredi arzı azalır. Bu nedenle yatırım talebi düşer. Buna da I diyelim.
Kriz ortamında devletlerin iki ayağı bir pabuca girer. Hazine dengesini sağlamak için borçlanmak gerekir. Borçlanma vadeleri kısalır, yüksek enflasyon ve temerrüd primi ödenir. Öte yandan faiz dışı harcamaların kısılıması gerekir. Olmadı, vergi oranlarının artması veya servetin vergilenmesi icap eder. Devlet bir yandan kamu harcamalarını artırarak toplam talebi artırırken, öte yandan da daha fazla vergi toplayarak toplam talebi düşürür. Devletin daha çok vergi toplaması şirketlerin daha az yatırım harcaması, şahısların daha az tüketim harcaması yapması demektir. O nedenle toplam talebe net etkisini bulabilmek için harcamalarla vergiler arasındaki farkın dikkate alınması gerekir. Net kamu harcaması denilen bu rakama da G diyelim.
Küresel krizden bahsediyoruz. O nedenle dünyayı kapalı bir ekonomi varsayıyoruz (Yani uzaylılarla ithalat-ihracat ilişkimiz yok). Toplam ihracat, toplam ithalata eşit olacağı için küresel hasıla artışına dış ticaretin etkisi toplamda sıfırdır. Şimdi harflerimizi özdeşlik haline getirelim:
Y=C+I+G
Peki sorun ne?
Sorun büyüme. Yani Y’nin artması.
Peki Y nasıl artar? Hane halkı tüketim harcamalarını artırırsa, şirketler yatırım harcamalarını artırısa ve devletler bütçe açığı verirse Y artar.
Şimdi yukarıdaki analize bakalım. Krizde C artar mı? Yeterince artmaz. I artar mı? Yeterince artmaz. Peki G artar mı ? Elbette artar. Merkez bankaları ne güne duruyor! Devletin harcama yapmak için mal satması ya da gelir elde etmesi gerekmiyor. Merkez bankaları para pompaladı ve devletler de zaten harcadı.
Peki bundan neden vazgeçiliyor?
Euro'yu kurtarmak için daha fazla mali konsolidasyon!
Yukarıdaki analizde küresel büyümeyi konuştuk. O nedenle ülkeler arası dış ticaret dengesini etkisiz varsaydık. Oysa gerçek hayat öyle değil. Kimin ne kadar açık vereceği bir başka ülkenin ne kadar mal satacağını (büyüyeceğini) belirliyor. O nedenle başka ülkelerin ne yaptığı sizi yakından ilgilendiriyor. G20 o nedenle ortak bir yol haritası için o kadar sık toplandı ve bir yol bulamadı. Çünkü artık küresel büyüme yerine ülkeler kendi büyüme oranlarını düşünmeye başladı. Euro/dolar paritesi o nedenle birden bire barometre oluverdi.
Peki onca belaya ve tartışmaya rağmen AB Para Bölgesi ülkeleri neden halen blok halinde? Neden izolasyon olmadı?
Çünkü Yunansitan ve benzer durumdaki ülkeler sürüden atılmadı ve blok, bu ülkelerin kriz için ödemeleri gereken ilave maliyetin önüne geçmeye çalışıyor. Kullanılan araç da euro. Bu mümkün mü? Hayır! Denendi ve olmadı. O nedenle ikinci dip konuşuluyor. (Sayın Mustafa Koç, AB'nin her zamankinden daha çok siyasi birliğe ihtiyacı var, diyor ama bu mümkün mü? Şimdilik geçelim.)
Almanya ve Fransa neye güveniyor?
Yukarıdaki özdeşliği Avrupa Para Bölgesi için düşünün. Y’nin artması için 16 ülkede C, I ve G’nin toplamda artması lazım. Bankacılık kesiminin içinde bulunduğu durum nedeniyle C ve I’dan ümit yok. Tek çare G. Ama AB, ben G’yi artırmayacağım, diyor. O nedenle Avrupa Büyüme ve İstikrar Paktı’nı tekrar canlandırma kararı aldılar. O nedenle açık ve borç rasyolarıyla ilgili sınırlara uyulmaması halinde yaptırım uygulanmasını gündeme alıyorlar.
Peki G de artmazsa Y nasıl aratacak? İşte orada AB yuana ve dolara karşı değer kaybaden euroya güveniyor. Yani benim mallarıma olan dış talep artar, benim tüketicim, şirketim ve devletlerin pahalılaşan ithal mallarını değil, içeride kendi ürettiğim malları satın alırlar, diye varsayıyor. İşe, dış ticaret dengesi (X – M) giriyor yani.
Peki senin malını kim alacak? Başka ülkelerin hane halkı mı, şirketleri mi, devletleri mi? Daha doğrusu herkes senin yaptığını yaparsa, yani başka ülkeler de G’yi artırmazsa senin malını kim alacak? Bu sorunun cevabı belli değil. (O nedenle G20 Toronto toplantısı için “geyikle geçti” tabirini kullandık. Geçelim.)
Öte yandan ABD de diyor ki, ben sana satamazsam ben de büyüyemem, Çin sana satamazsa Çin de büyüyemez, o zaman sen kime mal satacaksın? Önceki gün Çin büyüme oranını revize edince ve rakam tek haneye inince piyasalar ne hale geldi, hep beraber gördük!
Peki euro olmasa ne olurdu?
Yunanistan’ın ulusal parası aşırı değer kaybederdi. Enflasyon oranı yükselir, faiz oranları artardı. Yeni maliyetlerle nakit dengesini sağlayamayan şirketler temerrüde düşer, bu nedenle varlıklarını düşük fiyatla satar, başka şirketlerle birleşir veya el değiştirirdi. Bunlar banka olur, şirket olur, çiftçi olur, küçük esnaf olur, fark etmez. Neticede ekonomi hızla küçülür, biraz enflasyon vergisi, biraz senyoraj, biraz konsolidasyonla devlet borçlarının nasıl ve ne zaman ödeneceği bir plana oturtulur ve yeni göreli fiyat yapısıyla hayat devam ederdi.
Ama şimdi işler böyle gitmiyor. Çünkü Yunanistan’da bankaların batmasını Almanya ve Fransa istemiyor. İsteniyor ki, kamu kâğıtlarını elinde tutan Yunan bankalarına Yunan devleti vaat ettiği ana para ve faizi zamanında ödesin. Süreç bu nedenle tıkanıyor. Aynı şey İspanya ve Portekiz için de geçerli.
İspanyol bankaları, piyasadan yüzde 7 faiz oranıyla ile borçlanmak yerine euroyu korumaya çalışan Avrupa Merkez Bankası’ndan yüzde 1’le borç alabiliyorlar. (Kopenhag ekonomi kriterleri lisanıyla soracak olursak, şimdi siz bu işe “işleyen piyasa ekonomisi mi diyorsunuz ?” Geçelim.)
İşte sırf bu yüzden, yani daha hızlı bir küresel toparlanma pahasına Almanya ve Fransa Euro'yu kurtarmaktan vazgeçmiyor. Çünkü o zaman, bu ülke bankaları da batacak ve ülke notları hızla aşağıya inecek. Bu nedenle sermaye yeterlilik rasyoları düşecek, Basel’e uyacam diye bankaların daha fazla rezerv tutmaları gerekecek, bu nedenle kredi veremez hale gelecekler, büyüme olmayacak ve işsizlik oranları düşmeyecek vesaire. (Kim oy verir o zaman Merkel ile Sarkozy’ye? Geçelim.)
Özetlemek gerekirse; 2000 – 2008 yıllarında AB İstikrar ve Büyüme Paktı kurallarının ihlaline göz yuman, hatta göz göre göre kendileri ihlal eden Almanya ve Fransa’nın “Bağdat’ta yediği hurmalar” herkesin orasını burasını tırmalıyor.
Not: Esasen Bağdat’ta hurmaları yiyen başkası, ama artık noktayı koyduk.