Önce bir düzeltme yapalım: “Economic governance” bize göre “ekonomi hükümeti” anlamına gelmiyor. Niyet edilen şey, 27 ülkenin de katıldığı bir “ekonomik yönetişim” olsa gerek. O nedenle akla gelmesi gereken şey; gözetim, denetim ve yaptırımı da olan bir kurallar seti olmalı. Çünkü Bakanlar Konseyi zaten AB’nin hükümeti.
AB İstikrar ve Büyüme Paktı neden kuruldu ve neden çalışmadı?
“AB İstikrar ve Büyüme Paktı tehdit altında” ve “AB rüyasının sonu mu ?” başlıklı yazılarımızda, 27 ülkeli AB’de ekonomik entegrasyonun iki nedenle eksik kaldığını ve politik entegrasyona geçişin bu nedenle ilerlemediğini ima etmiş ve kriz nedeniyle AB’nin yol ayrımında olduğunu vurgulamıştık. Hatırlatalım: Bu eksikliklerin ilki İngiltere’nin euroya geçmeyi kabul etmemesi, ikincisi üye ülkelerin mali (bütçe) birliği sağlayamamasıdır.
Pazartesi günü Merkel ve Sarkozy’den ilginç açıklamalar geldi. İki ülkenin liderleri AB içinde 27 ülkenin de katılımıyla mali birliğe yönelik daha ileri bir ekonomik entegrasyonun ilk adımını atmış oldular. Başarılı olur ya da olmaz; bu adım tam da Trichet’nin defalarca dile getirdiği bütçe disiplinini sağlamak üzere maliye politikalarında koordinasyonu hedefliyor.
Hatırlarsanız AB İstikrar ve Büyüme Paktı 1997 yılında Avrupa Para Birliği'ne üye ülkelerde mali disiplini sağlamak üzere kurulmuştu. Bu amaçla hem bütçe açığı, hem de borç – yurtiçi hasıl oranlarıyla ilgili tavanlar konulmuş; Pakta gözetim görevi verilmiş ve euro kullanacak ülkeler de Maastricht kriterlerine uyumlu maliye politikaları uygulayarak enflasyona yol açmasınlar istenmişti. O zamanlar doğal olarak akıllarda Avrupa’nın bir gün gelip bir borç krizine saplanacağı yoktu. Bu nedenle kriterler Almanya’nın meşhur enflasyon korkusu nedeniyle euronun istikrarını korumayı hedeflemişti.
Avrupa krizini Almanya ve Fransa çıkardı!
Gerçekten öyle. İşte hikayesi:
Paktın malum iki kuralı defalarca birçok ülke tarafından ihlal edildi. Hatta 2002 yılında Portekiz, 2005 yılında da Yunanistan hakkında soruşturma açıldı. Muktesebata göre kuralın ihlal edilmesi para cezasını gerektiriyor.
Paktın talebiyle Bakanlar Konseyi kuralları ihlal eden Portekiz ve Yunanistan hakkında soruşturma sürecini başlattı ve ceza önerdi. Ancak AB Konseyi büyük bir hata yaparak bu iki ülkeye para cezası vermedi. Daha doğrusu para cezası talebini onaylamadı. Çünkü aynı dönemlerde Almanya ve Fransa da kuralları ihlal ediyordu. Ancak Pakt kuralları ihlal eden bu iki büyük ülke hakkında soruşturma dahi açamadı. Çünkü Bakanlar Konseyi’nde Almanya ve Fransa'nın oy oranları yüksekti ve Konsey toplantılarında kural ihlali yapan ülkenin ifşa edilmesi ve kınanmasını, hep bu iki (hem suçlu, hem de güçlü) ülke önledi. Almanya ve Fransa’nın kaçındığı bu duruma İngilizce tekerlemeyle “naming and shaming” dendi.
Portekiz ve Yunanistan’a ceza verilmemesi, Fransa ve Almanya’ya yaptırım uygulanamaması maalesef bazı ülkeleri korkmadan açık vermeye ve yüzde 60 sınırına umursamadan borçlanmaya teşvik etti.
Hal böyleyken mevzuatı fiili duruma uydurmak üzere 2005 yılının Mart ayında AB Konseyi, Almanya ve Fransa’nın baskısıyla Pakt kurallarının gevşetme kararı aldı. Akabinde AB Ekonomi ve Maliye Bakanları (ECOFIN), yüzde 3 ve yüzde 60 kurallarının hangi koşullarda ihlal edilebileceğini hükme bağlayan, geniş kapsamlı bir istisnalar seti ihdas etti.
Uzatmayalım, sonrası malum Avrupa borç krizi...
Peki ekonomik yönetişim çözüm mü?
Şimdi Sarkozy ile anlaştığını söyleyen Merkel’in İngilizce’den Türkçeye çevirisiyle söylediği şey kelimesi kelimesine şu:
“AB İstikrar ve Büyüme Paktı'nı güçlendirmemiz gerekiyor.”
Sarkozy de şunu söylüyor: “Madam Merkel gibi ben de ikna oldum ki, Avrupa’nın sorunlarının çözümü yeni kurumlar ihdas etmek değil, operasyonel ve sonuç odaklı toplantılar yapmaktır.”
Artık 27 ülke de yeni Pakt kurallarına uyacak (mış)!
Merkel ve Sarkozy’nin demeçlerine konu toplantıda AB Maliye Bakanları'ndan müteşekkil bir çalışma grubunun oluşturulduğu yazıldı. Ekim ayına kadar çalışmasını tamamlaması beklenen bu çalışma grubuna AB Başkanı Herman Van Rompuy başkanlık yapacakmış. Şimdilik üzerinde mutabık kalınan hususlar özetle şöyle:
1. Yüzde 3 ve 60 kurallarına 27 ülke de uyacak.
2. Bu kuralları tüm ülkeler kendi ulusal mevzuatlarına koyacak.
3. Pakt orta vadeli program hedefleri koyacak ve tüm AB ülkeleri bu program çerçevesinde fazla verebilecek, ama açık vermeyecek.
4. Üye ülkelerde bütçe disiplinini sağlamak üzere Pakt'ın önleyici ve özendirici gücü artırılacak.
5. Çalışma grubu euro kullanan bir ülke Pakt kuralını birden fazla kez ihlal ederse uygulanacak yaptırımı belirleyecek.
6. Üye ülkeler değerlendirmesini almak üzere bütçelerini AB Komisyonu'na sunacaklar.
Sizce bu öneriler gerçekçi mi, değil mi orasını bilemem. Ama benim aklıma aşağıdaki sorular geliyor:
1. Başka ülkeleri krizden kurtarmak ve istikrara kavuşturmak için sizce Almanya bütçe ile ilgili ulusal yetkilerini kendisinden daha fakir ülkelerin kurduğu bir organizasyona bırakabilir mi?
2. Kriz koşulları düzeldiğinde Alman seçmen buna izin verir mi?
3. Diyelim ki verdi. Kriz, bütçe disiplinine uymamaktan, yani sadece mali uyumsuzluktan mı çıktı?
4. Ülkeler arasında işgücü maliyetleri, faiz farkları, kurumlar vergisi oran farkları, bankacılık düzenleme farkları, sosyal politika farkları, bir türlü hizmetler ve enerji sektörlerine nüfuz edemeyen tek pazar hedefi vesaire... Peki ya bu sorunlar ne olacak?
5. Diyelim ki hepsi oldu. Peki özel sektör borçlanması ne olacak? Onu da mı sınırlayacaklar?
6. Peki o zaman kim AB nasıl büyüyecek? Kim AB içinde üretim ve yatırım yapmak isteyecek?
Ya İngiltere ne olacak?
Almanya esasen sadece bütçe disiplini sağlamak yetmez, emeklilik sistemlerinin de revize edilmesi, daha rekabetçi bir Avrupa için işgücü piyasasının da yapısal reformlara tabi tutulması taraftarı.
İngiltere’de 6 Mayıs'ta yapılan seçimleri muhafazakârlar kazandı ve liberallerle koalisyon kurdular. Özellikle muhafazakârların AB işine sıcak bakmadıkları biliyoruz.
Son soru: Sizce parasal birliğe dahi girmemiş, krizle boğuşan ve koalisyonla idare edilen İngiltere bunun da ötesine geçen bir ekonomik ve mali entegrasyona katılır ve destek verir mi? Vermezse daha ileri bir entegrasyon hedefine 27 ülkeyle varılabilir mi?
Değerli ağabey sayın Aydın Engin için bir not: AB, hiçbir zaman “emeğin Avrupa’sı” hayaline hizmet eden bir proje olmadı!