19. ve 20. yüzyılın emperyal ülkelerinde ciddi yapısal ekonomik sorunlar var.
II. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası para sistemini ABD ve İngiltere kurmuştu.
1944 yılında 44 kapitalist ülke Bretton Woods sistemini kuran anlaşmayı imzalamışlar ve Doğu Bloku ülkeleri bu anlaşma yapılırken dışlanmıştı.
Rezerv para sahibi ülke gelişigüzel para basamaz
Sabit kur sistemine dayalı bu sistemde ABD Doları kilit paraydı ve sistem, ABD’nin karşılığında altın rezervi tutarak dolar basması üzerine kuruluydu. Diğer ulusal paralar dolara, dolar da altına bağlanmıştı. Ancak 1960’lı yıllarda dünya ekonomisi bir “altın çağ” yaşadı ve çok hızlı büyüdü. Büyümeye bağlı olarak artan dolar talebini ABD tıpkı 2000 – 2008 yılları arasında olduğu gibi ticaret açığı vererek karşıladı. Daha sonra altın ikincil piyasada daha yüksek bedelle alınıp satılmaya başladı ve 1971 yılında Nixon, doların altına konvertibilitesine son verdi ve sistem çöktü.
1980 yılında yine ABD tarafından yeni bir sistem kuruldu. Buna “Vaşington konsensusu” dendi. Bu sistemde de ABD Doları kilit paraydı. Esnek kur sistemine dayalı bu yeni sistem, yine dünya ekonomisinin hızlı büyüdüğü 8 yıllık bir sürede ABD’nin ticaret açığı vererek dolar talebini karşılaması nedeniyle tökezledi ve bizce sona erdi.
Dünya artık tek donör ülke ve tek rezerv parayı kaldıramıyor.
Bu konuda artık herkes hemfikir. Çünkü Doğu Bloku da giderek küreselleşen kapitalist dünyaya entegre oldu. Artık dünyada çok daha fazla tüketici var.
Gerçekten de dolara dayalı uluslararası parasal sitem bir Soğuk Savaş dönemi ürünü. Değişmek zorunda. ABD liderliği bırakmaya hiç niyetli değil. Bakın 2011 bütçesinde savunma harcamalarında kısıtlama yapmıyorlar. Dahası, ABD para basarak ihracata dayalı olarak büyümek istiyor.
Dikkat: İlk iki sistemde ABD tüketiciydi! Ben illa da ihracat yapacağım, bana da piyasalarınızı açık demiyordu. Şimdiyse açıkça diyor. Hatta RE-BALANCING lazım diye bastırıyor. Bakın aşağıdaki ifade G20 Seul zirve deklarasyonundan:
“Bazılarımız işszilikle mücadele eder ve çok yavaş toparlanırken diğer bazılarımız daha hızlı büyüyor. Eşitsiz büyüme ve dengesizliklerin artması küresel çözümler yerine koordine olmayan aksiyonlara davetiye çıkarıyor. Koordine olmayan politika aksiyonları sadece daha kötü sonuçlara yol açacak!”
Halbuki Toronto zirvesinde ne kararlar alınmıştı? 2013 yılına kadar herkes ülke borçlarının GYİH’ye oranlarını yüde 50 azaltacaktı!..
ABD şimdi ne diyor? “Bunu yapmayacağım ve parasal genişlemeye devam edeceğim” diyor...
Ben de ihracata dayalı büyeceğim diyerek dünya lideri olunamaz
ABD Bretton Woods sistemi ve Vaşington konsensusu döneminde doların değerli olmasından rahatsız değildi. Oysa şimdi tasarruf yapmak istiyor. Bunun için daha çok dış piyasaya mal satması lazım. Çünkü ABD’de hane halkı tasarruf yapınca ekonomi büyüyemiyor. Sistem bu nedenle yapısal dönüşüm geçirmek zorunda. O nedenle “ABD’nin liderliği tehlikede” diyoruz. O nedenle “ABD’nin ülke notu artık AAA olarak kalamaz, o nedenle ABD de temerrüt primi ödemek zorunda kalacak ve o nedenle ABD’linin de daha yüksek faiz oranlarıyla yaşamaya razı olması gerekecek” diyoruz.
Ancak bunu ABD’nin hemen kabul etmesi mümkün değil. O nedenle sistemi zorluyor ve G20’yi çözümsüz bırakıyor. Hatta Seul deklarasyonunda yazılı olan “her şey daha kötü olacak” ifadesini akıllara kazımaya çalışıyor ve diyor ki, “beni siz izole aksiyonlara zorluyorsunuz!”
Fed başkanı 600 milyar dolarlık tahvil alım programını uygulayacaklarını anons etti. Hem de Çin Devlet Başkanı Hu Jintao’nun “Dolara bağlı uluslararası para sistemi soğuk savaş döneminin ürünüdür” açıklamasıyla başlayan zirvenin hemen ardından.
Açık tehdit şu:
ABD diyor ki, şayet ben de temerrüt primi ödemek zorunda kalırsam:
“Her şeyin yeniden fiyatlanması, G-7 ülke notlarının düşürülmesi ve her yerde banka, emeklilik fonları ve sigorta şirketlerinin portföylerinin yeniden düzenlenmesi” travmatik sonuçlar doğurur. “Tüm şirket ve devlet borçlanmalarında bençmarkların ve yatırım stratejilerinin temel taşlarının değişmesini dünya kaldıramaz!..”
Dünya artık eskisi gibi değil muhterem T24 okuru ve eskisi gibi de olamayacak. İlginç bir döneme giriyoruz anlayacağınız. Şöyle bir bakın: G20’de Kıta Avrupası’nın ABD desteği kesildi.
Uzakdoğu’da artık Çin ve Hindistan faktörü var. Kaplanlar tasmalarından kurtuldu. İhracata dayalı büyümenin en büyük örneği Japonya yenin değerlenmesinden aşırı rahatsız. Latin Amerika artık arka bahçe değil. Ortadoğu’da ABD’nin ağırlığı azalıyor...
Şimdi bir soru: Şu son gelişmeler sizce tamamen tesadüf olabilir mi? Tunus, Mısır, Yemen yani!..