Hani,
“Yalnızlık gittiğin yoldan gelir.” der ya Oktay Rifat.
Hani,
“Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm.” der ya İsmet Özel.
Hani,
“Akşam, yine akşam, yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam.” der ya Ahmed Haşim.
Hani,
“Bu gece dağ başları kadar yalnızım.” der ya Atilla İlhan.
Hani,
“Hiçbir yere taşmıyorum,
kendime sızıyorum yalnız.
Ben dediğim, koskocaman bir oyuk.” der ya Edip Cansever.
Hani,
“Ne yanar kimse bana, gönlümdeki ateşten başka,
Ne de kapımı bir açan olur, sabah yelinden başka.” der ya Fuzuli.
İşte, en az o kadardır Ghassem’in yalnızlığı.
...
Ahmed Haşim’lik bir gökyüzü görüntüsü ve karanlığın serin ürpertisini iliklerinizde hissetmenize neden olan bir kaval iniltisiyle başlar Tinar.
Ve filmin kahramanı Ghassem söze başlar:
“Karmaşık bir şehrin ötesinde, ormanın ortasında, uzun geceler boyunca, bir çocuk kulübede tek başına kalıyor. Sığır çobanları kurtların ineklere saldırmasını önlemek için bağırıyor: Auuuuuuu. Bağırdığınızda kurtlar korkar, kaçar. İneklerin çevresinde insanlar olduğunu hissederler. Her yerde, her tarlada birini çağırmak isteyen sığır çobanları bağırır. Diğer sığır çobanları birşeye ihtiyacı olduğunu anladılar. O da bağırarak cevap verdi: Ne istiyorsun? İneklerin ve buzağıların nasıl? Sen nasılsın?”
Sonra tıpkı Yağmurdan Önce adlı filimde, uzun yıllar Londra’da savaş fotoğrafçılığı yaptıktan sonra, bir cinayeti önlemek yerine fotoğrafını çekmeyi yeğlediği için duyduğu vicdan azabı nedeniyle herşeyi bırakıp Makedonya’daki köyüne dönen Aleksander’ın (Rade Serbedzija) otobüsten indikten sonra, köyüne yürürkenki gibi içli bir müzik başlar...
Ve Ghassem anlatır:
“Adım Ghassem Muhammedi. Hasan Muhammedi de babamın adı. Annem öldüğünde küçüktüm. 4 ya da 5 yaşlarındaydım. Babam yeniden evlendi. Üvey annem bizi dövüyor. Biz sığır çobanlarıyız. İnekler bize ait değil... Kazem adında bir ağabeyim var. 20 yaşında. İki yıl boyunca babamın yanında sığır çobanlığı yaptı. Kaçmasının üzerinden iki yıl geçti. Ona destek olan büyükbabamın yanına gitti. İneklerin içinde en çok Simar’ı seviyorum. Genkal ve Vişko’yu da seviyorum. Kanerdon diye seslenirseniz size cevap verir. Kanerdon’u da seviyorum.”
Bu sözlerin arkasından gelen görüntülerle içiniz ısınır, arınır ve tabiatı kucaklamak istersiniz...
...
Hani,
“Bir kişi bile değilim yalnızlıktan” der ya Edip Cansever.
O kadar yalnızdır Ghassem.
Tahtadan kulübesinde, donmuş ayaklarını kendi yaktığı ateşte ısıtırken, insanın göz pınarlarını taşıran şu sözleri söyler:
"Keşke beni Ghassem, Ghassem diye çağıran bir annem olsaydı. Giysilerimi yıkardı. Bana sarılırdı. Onu severdim ve o da beni severdi. Keşke beni seven bir annem olsaydı. Onu öperdim ve o da beni öperdi. Bana yemek yapardı. Keşke benimle ilgilenen bir annem olsaydı. Onunla sıcak bir evde yaşayabilirdim...”
Kederli bir ağıttır Tinar.
Aklınıza Pink Floyd (The final cut) gelir: “Biri sevebilir mi onu, ya da bu çılgınca bir düş mü?”
Tinar, annesini kaybetmiş, sığır çobanlığı yapan, 11 yaşında yalnız bir çocuğun iç dünyasını, İran’ın dağlık kuzey kısmında, kırsal yaşamın zenginliği eşliğinde, belgesel tadında anlatan bir İran filmidir.
2009 yapımı olan, senaristliğini ve yönetmenliğini Mahdi Moniri'nin yaptığı Tinar, Asia Pacific Screen Awads’da En İyi Belgesel Ödülü ve Unesco Ödülü; Fajr Film Festivali’nde En İyi Belgesel Ödülü; Cinema Verite Film Festival’de En İyi Belgesel Ödülü ve Uluslararası Onur Ödülü; 12th Annual Iran Cinema Celebration’de En İyi Belgesel Ödülü, En İyi Set Tasarımı Ödülü, En İyi Montaj Ödülü ve En İyi Görüntü Ödülü; Cineme Verite Film Festivali’nde En İyi Belgesel Ödülü ve Uluslararası Onur Ödülü; KarlovyVary Film Festivali’nde Özel Mansiyon Ödülü almış muhteşem bir İran filmidir.
Öksüz bir çocuğa acıyarak hüzünleneceğiniz bir film değildir Tinar.
Hani,
"O kadar yalnızım ki, gölgem bile beni takip etmiyor." der ya bir Kızılderili atasözü.
Sığırlarla yemek yiyen, buzağılarla uyuyan, onlarla oynayan, en sevdiği Simar’ın kulağına sevgiyle şarkılar söyleyen, sürüye bakmak için kiralanmış, 11 yaşında, ama her koşulda doğayla tekbaşına başedebilen, tutkulu ve duygulu Ghassem’in “militan yalnızlığını” (Rainer Maria Rilke) anlatan bir filmdir o.
Umutları, hayalleri ve korkuları bizden farklı olmayan bir çocuğun dört mevsime taşan dayanıklılığını ve hüznünü birlikte anlatır.
Bazen Balkan müziğinin geçici, bazen Kawwali’nin kalıcı hüznünü hissettiren filmin enfes müzikleri Seyyed Hassan’a ait.
...
Biraz portakal, ceviz, pirinç, ekmek...
“Babam yeni yıldan önce biraz yiyecek getirdi ve sonra ailesinin yanına döndü. Yeni yıla girerken tek başıma kaldım.”
Filmin final sahnesi bu sözlerle başlar.
Simar şefkatle Ghassem’e yaklaşır, onu sevgiyle koklar, göz kapaklarını yalar, parmaklarını emer.
Simar’ı Genkal ve Vişko izler...
Sonrası yürek burkar...
İzleyin, pişman olmazsınız...