2008 yılına kadar IMF yardımı isteyen ülkeler istikrar politikaları uygulamak zorundaydı; Dünya Bankası’ndan kredi isteyen ülkelerse yapısal uyum politikaları. Zorda kalan ülkeler genelde ikisine birden başvurdukları için politika bileşimine "istikrar ve yapısal uyum politikaları" deniyordu.
İstikrar politikalarında işin özü sıkı maliye politikasıydı; yapısal uyum politikalarındaysa piyasa mekanizmasını bozucu devlet müdahalelerini asgariye indirmek.
Avrupa Birliği 2008 krizinden çıkmak için kemer sıkma (austerity) önlemlerini tercih etti. İşin özü sıkı maliye politikası, bu nedenle de istikrar politikalarından farklı değildi.
Krizden çıkmak içim kemer sıkmayı Merkel (Almanya), kamu harcamalarını biraz artırarak büyümeyi Hollande (Fransa) savunuyordu. Sonunda Merkel’in dediği oldu, ancak aksi görüşü savunanlar da haklı çıktı.
Fransa son iki çeyrekte küçüldü ve resesyona girdi. İşsizlik oranı yüzde 10’un üzerine çıktı. 2009 yılında bütçe açığının GSYİH’ya oranını yüzde 11.2'den, 2012 yılında yüzde 6.98’e indiren İspanya’da da durum hiç iyiye gitmedi. İşsizlik oranının yüzde 27 olduğu ülkede (AB ortalaması yüzde 12) her 2 gençten birisi işsiz haline geldi.
Daha önce de yazdığımız gibi işsizliği düşürmenin yolu büyüme, bunun için de görünen tek sağlam çözüm ihracat. Artık AB Komisyonu da şu gerçeği kabul etti ki, çok borçlu ülkeler kemer sıkarak büyüyemiyor. O nedenle, iç piyasayı kamu harcamaları yoluyla biraz hareketlendirerek büyümeyi kabullenmek dışında, seçenek kalmamış gibi görünüyor. Malum Almanya’nın ısrarıyla AB Komisyonu, bütçe açığının GSYİH’ya oranı yüzde 3’ü aşan ülkelerden, ivedilikle bu ağır Maastricht kuralına uymalarını istemişti.
2012 yılında avro kullanan 17 ülkede açık oranı yüzde 1,5 azaldı. AB Komisyonu'na göre bu yıl açık oranı sadece yüzde 0.75 azalacak. Çünkü ortada büyüme yok ve bu ülkelerde vergi tabanı eridi. Malum AB ülkelerinde her zamankinden çok daha fazla vergi, vergi cennetleri ve vergi denetimi meselesi konuşulmaya başlandı.
AB Komisyonu AB’nin ikinci en büyük ekonomisi Fransa’ya ve dördüncü büyük ekonomisi olan İspanya’ya açık oranını yüzde 3’ün altına indirmek için 2 yıl ekstra süre vermişti. Muhtemelen siz bu yazıyı okurken AB Komisyonu bazı avro ülkeleri için sıkılan kemerleri gevşetmeyi konuşuyor olacak. Elbette kemerler gevşetilirken yapısal reformlara hız verilmesi karşılığında. Bu reformların amacı da, ülke ekonomilerini daha rekabetçi yapmak olarak formüle edilecek. "Yapısal reform" denilen şeyin de esasen "yapısal uyum polikiları"ndan pek farkı yok. Bu çerçevede özellikle işgücü piyasasında esnekliği artırıcı önlemlerin ivedilikle alınması istenecek. Özellikle Fransa’dan hizmet sektörünü ve "beyaz yakalı" işgücü piyasasını daha fazla serbestleştirmesi, emeklilik sistemini gözden geçirmesi istenecek. Fransa'dan hizmet sektörüyle ilgili serbestleşme istenen meslekler arasında taksi şoförlüğü, noterlik, avukatlık, sağlık hizmetleriyle ilgili meslekler var. Elektrik piyasasını açması (özelleştirme), demiryolu işletmesini daha rekabetçi yapması da halen konuşulan meseleler arasında. Bir de Almanya’nın sürekli dile getirdiği çalışma saatleri ve ücret düzeyleri meslesi var. Bir örnek verelim: Fransa’da asgari ücret aylık 1.430 avro, ki bu rakam AB'nin en yüksek rakamlardan birisi. Almanya'ya göre Fransa işgücü ücretleri yüksek olduğu için ihracat yapamıyor. Evet bugün büyük ihtimalle Fransa ve İspanya'dan sonra, Slovenya, Hollanda, İtalya, Portekiz ve Macaristan’a da açık oranlarını yüzde 3’ün altına indirmesi için ekstra süreler tanınacak. Böylece AB içinde, "kemerleri biraz gevşetip (daha az istikrar politikası) bunun karşılığında yapısal reformları hızlandırarak (daha fazla yapısal uyum politikaları) krizden çıkma" diyebileceğimiz yeni bir dönem başlayacak.
Yeni dönem ilginç gelişmelere yol açacak gibi. Misal: bakalım tarihinde birçok devrim yaşamış olan Fransa'da halk yapısal reformlara, daha da açık deyişle ücret düşüşü ve/veya çalışma saatlerinin artışına neden olacak politikalara, nasıl tepki verecek?