Tanıl Bora 1994 yılında Birikim dergisinde yayımlanan “Türkiye’de Milliyetçilik Söylemleri: Melez Bir Dilin Kalın ve Düzensiz Lügâti” adlı makalesinde 1990’ların Türkiyesi bağlamında beş farklı milliyetçilik anlayışından bahseder. Bunlar sırasıyla resmi milliyetçilik ya da Atatürk milliyetçiliği, Kemalist ulusçuluk, liberal yeni-milliyetçilik, Türkçü radikal milliyetçilik, İslamcılıktaki milliyetçiliktir.
“Milli devletin inşa ve beka misyonuna” odaklanan resmi milliyetçilik ya da Atatürk milliyetçiliği, Türk milliyetçiliğinin ana damarıdır. Sürekli bir tehdit algısı ve buna bağlı bir teyakkuz halinin etkisiyle sırtını orduya yaslar ve onu koruyucu-kollayıcı olarak beller. Kemalist ulusçuluk ise resmi milliyetçiliğin “sol soslu” versiyonudur. Kökenleri 1960’ların anti-emperyalist ve bağımsızlıkçı Kemalizmine uzanan bu anlayış, 1990’larda laikliği ön plana çıkarır. Laikliğe verilen önem, dini bir boyutu olan “millet” kavramı yerine “ulus”un tercih edilmesini de açıklar. Liberal milliyetçilik, resmi milliyetçiliğin modernist-Batıcı damarından beslenir. Milli kimliği, Batı medeniyetinin düzeyine erişme arzusuyla tanımlar. Ekonomik başarılara yapılan vurgu zaman zaman piyasa fetişizmi ve sınıf ırkçılığına da dönüşür. Vatan olarak tüm Türk dünyasını kabul ederek resmi milliyetçilikten ayrılan Türkçü milliyetçilik ise Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla 1990’larda yeniden canlanmıştır. İdeolojik düzeyde ırkçı unsurlardan arınmaya çalışan, bunun yerine tarihi ve kültürü koyan Türkçü hareket, bu şekilde siyasi merkeze yaklaşmış, oy oranlarını arttırmıştır. İslami milliyetçilik anlayışı ise Türkiye’nin İslam dünyasındaki önder rolünü temel alır. Milli davalarda takınılan tutum ve geleneksel Batı karşıtlığı, sık sık ayrımcılık ve yabancı düşmanlığı şeklini alır. Bora’ya göre bu milliyetçiliğin resmi milliyetçilikle örtüştüğü nokta kalkınmacılık-gelişmeciliktir.
1990’ların Türkiyesi’ni yansıtan bu milliyetçilik haritası, asker-AKP itişmesiyle geçen 2000’lerin ilk 10 yılı hakkında da bize epey ipucu veriyor. Bora’nın belirlediği milliyetçilik damarlarının birçoğunun varlığını bu dönemde de sürdürdüğünü söyleyebiliriz. 1990’lar ile 2000’ler Türkiyesi arasındaki en önemli fark ise, bu damarların bir bölümü ile resmi milliyetçilik arasındaki yakınlaşma, hatta bütünleşme. Bu anlamda özellikle AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından itibaren farklı milliyetçilik anlayışları arasındaki geçişkenliğin arttığını, resmi milliyetçilik ile farklı damarların bazı açılardan yeni bir sentez oluşturduğunu söyleyebiliriz. Sözünü ettiğim sentez, tahmin edileceği gibi, kamuoyunda “ulusalcılık” diye bilinen akım.
Daha net ifade edecek olursak, 2000’lerin ulusalcılığı, devletin resmi milliyetçiliği ile Tanıl Bora’nın “Kemalist ulusçuluk” ve “liberal milliyetçilik” olarak adlandırdığı akımların zımni birlikteliğinden oluşuyordu. Bu birliktelikte Kemalist milliyetçiliğin sol, anti-emperyalist rengi yerini laiklik ve genel bir Batı karşıtlığına bırakmıştı. Öte yandan hiçbir zaman net olarak tanımlanmayan bir ilkeler bütünü olarak Kemalizm ya da Atatürkçülük kutsallığını sürdürüyordu. Yeni sentezde liberal milliyetçiliğin kaybı ise ekonomik başarıya endeksli modernist-Batıcı anlayıştı. Ulusalcılık, Batı’nın modernleştirici yönüne değil, sömürgeleştirici yönüne odaklanıyordu. Piyasa fetişizmi yerini özelleştirme karşıtlığına bırakmıştı. Ulusalcı bakışa göre, Türkiye’nin değerleri yok pahasına elden çıkarılmakta, yabancılar zamanında işgal yoluyla sahip olamadıkları topraklarımızı parayla elde etmekteydi. Liberal milliyetçiliğin sınıf temelli ırkçılığı yeni sentezde de kendini belli ediyordu. Bu kez Beyaz Türklerin karşısında “göbeğini kaşıyan adamlar” ya da “bidon kafalılar” vardı. Bu ayrım 2007 seçimleriyle birlikte daha da belirginti. Ulusalcılık, resmi milliyetçiliğin sembollerini kullanıyor, bunları popülerleştiriyordu. Cumhuriyet mitinglerinde Türk bayrağı ve Atatürk portreleri giyim unsurlarına ya da aksesuara dönüşüyor, Atatürk bibloları, Şu Çılgın Türkler gibi resmi milliyetçiliği popüler kültüre taşıyan ürünler satış rekorları kırıyordu. Ulusalcılıkla resmi milliyetçiliği bir araya getiren en önemli unsur ise ortak düşman figürleriydi. Yeni sentezin düşman figürleri Avrupa Birliği, İslam, Kürtler ve onları destekleyen “liberal aydınlar”dı.
2000’ler Türkiyesi’nde resmi-ulusalcı sentezin dışında iki milliyetçilik akımından daha söz edilebilir. Bunlardan ilki Tanıl Bora’nın Türkçü radikal milliyetçilik olarak adlandırdığı akım. Bu noktada Devlet Bahçeli yönetimindeki MHP’nin benimsediği söylem ile ulusalcılık arasındaki mesafenin hayli az olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Ulusalcı akım içerisinde yer alan kimi “kanaat önderlerinin” (örneğin Ertuğrul Özkök) Bahçeli çizgisindeki MHP’nin değiştiğini, merkeze yaklaştığını iddia etmeleri bunun en somut kanıtıydı. Yine de MHP’nin özellikle milli davalar söz konusu olduğunda daha sert ve tavizsiz bir tutum benimsediği ileri sürülebilir. Zaten sözü edilen yakınlaşma, o dönemde pek çok kişinin de altını çizdiği gibi, MHP’den çok merkezin değişmesinden, radikalleşmesinden kaynaklanmaktaydı.
2000’ler Türkiyesi’nin milliyetçilik haritası açısından en önemli değişkenlerden biri de İslami hareket içerisinde yaşanan büyük ayrışmaydı. Siyasi alanda Saadet Partisi tarafından temsil edilen Erbakancı-Milli Görüşçü hareket, Bora’nın 1994 tarihli makalesinde anlattığı özelliklerini büyük ölçüde korumaktaydı. Tavizsiz bir Batı karşıtlığı, kalkınmacılık-gelişmecilik gibi ilkelere dayanan ve Türkiye’nin İslam dünyasındaki önder konumuna vurgu yapan bu hareketin toplum içindeki desteği büyük bir erozyona uğramış, 2000’lerin başında geleneksel çizgiden kopan yenilikçilerin kurduğu AKP’ye kaymış durumdaydı. Resmi-ulusalcı milliyetçiliğin rakip olarak gördüğü, hatta “gayrimilli” olmakla suçladığı AKP milliyetçilikten arınmış bir anlayışa sahip değildi. AKP’nin özlemi, resmi-ulusalcı milliyetçiliğin idealleriyle çatışsa da, farklı bir Türkiye özlemiydi, “ulus-üstü” bir düzen özlemi değil. Bu anlamda AKP her zaman milliyetçiydi, hatta ‘Türk milliyetçisiydi. Ama bu Türk milliyetçiliği, ulusalcılığın anladığı Türk milliyetçiliğinden farklıydı. 2000’lerden yansıyan görüntü, AKP ile ulusalcılık arasında bir hegemonya mücadelesi görüntüsüydü.
AKP bu mücadeleyi 2011 yılında kazandı. Ve Türkiye’nin milliyetçilik haritası yavaş yavaş yeniden şekillendi. Devamı haftaya.