10 Ağustos 2013

Bir toplumsal hareket olarak Gezi - 1

Gezi, bir toplumsal hareket. Bu Tahrir’i de, Occupy Wall Street’i de kapsayan son derece geniş bir kategori

Sizi bilmem ama ben Gezi’nin ne olmadığını anlatmaktan sıkıldım! Olayların patlak vermesinin üzerinden iki ayı aşkın bir süre geçti; bu süre zarfında bir grup Gezi’den yükselen sesi anlamaya çalışırken, diğer grup bu çabayı sarfedenleri hayal görmekle, gençleri “kötü emelleri” doğrultusunda kullanan darbecilerle, devrimcilerle yan yana düşmekle, hatta daha da ileri giderek şiddet seviciliğiyle suçladı. Küçümsedi, (aklınca) dalga geçti, kimi zaman açıkça hedef gösterdi. Ben anlamaya çalışanlardanım. Hayalci miyim bilmiyorum ama beni ve benim gibileri yaftalayanlarla sağlıklı bir diyalog kurulabileceğini düşünecek kadar naif değilim. Dürüst olmak gerekirse, çoğu AKP’ye yakın medya organlarında yazan bu kesimin iyi niyetli olduğuna da inanmıyorum. Bu nedenle artık enerjimi diyaloğa açık kesimlerle konuşmaya, onlara dilim döndüğünce Gezi’nin ne olduğunu, daha da önemlisi ne olabileceğini anlatmaya harcayacağım.

Gezi, bir toplumsal hareket. Bu Tahrir’i de, Occupy Wall Street’i de kapsayan son derece geniş bir kategori. Gezi’nin başka toplumsal hareketlerle benzer olan yönleri de var; kendine özgü farklılıkları da. Bu çerçevede Gezi’nin Tahrir’le ya da New York’taki Zucotti Parkı işgali ile benzerliklerini tartışmak anlamlı olabilir ama Gezi eşittir Tahrir ya da Occupy Wall Street gibi denklemler kurmak yanlış. Peki nedir toplumsal hareketlerin temel özellikleri?

Toplumsal hareketlerin ne zaman, neden başlayacağını öngörülemez.

Kimse Tunuslu bir sokak satıcısının mallarına el konmasını protesto etmek için 17 Aralık 2010’da kendini ateşe vermesiyle Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da tarihin akışını değiştirecek bir dizi halk ayaklanması başlayacağını öngörmemişti. Gezi’de de 50 kişilik bir grubun ağaçların kesilmesini engellemek için başlattığı ufak bir protestonun birkaç gün içinde son on yılın en ciddi siyasi krizine dönüşeceğini bilmiyorduk.

Toplumsal hareketler heterojendir, yani içinde birçok farklı grup barındırır. Bu gruplar ya da bireyler o harekete farklı nedenlerle katılmıştır. Hareketten beklentileri, hedefleri de farklıdır.

Mısır’da pek çok siyasi grubun Tahrir’deki rejim karşıtı gösterilere destek verdiğini biliyoruz. Keza meydanda hiçbir siyasi hareketle ilişkisi olmayan çok sayıda sıradan vatandaşın olduğunu da. Bu insanların kimi daha fazla özgürlük istiyordu, kimi sadece ekmek. Bir bölümü belki reformlarla yetinmeye razıydı; bir bölümü ise tek çözümün Mübarek’in gitmesi olduğunu düşünüyordu. Gezi’de de hayatında ilk kez bir eyleme katılanlardan, organize gruplara, ulusalcılardan, devrimci sol örgütlerden Kürtlere, anti-kapitalist Müslümanlara, feministlerden, LGBT’den azınlık örgütlerine pek çok farklı birey ve grubun bulunduğunu biliyoruz. Bu grupların bir bölümü polis şiddetine, hayat tarzlarına müdahale olarak algıladıkları söylemlere, Başbakanın üslubuna yönelik tepkilerinden ötürü, bir bölümü ise eylemleri seçimlerde yenemedikleri hükümeti devirmek için bir fırsat olarak gördüklerinden oradaydı.

Toplumsal hareketlere kimin önderlik edeceği, hareketi kimin temsil edeceği eylem sürecinde şekillenir ve gruplar arasındaki mücadelenin durumuna göre değişiklik gösterir. Bu süreçte elbette eylem deneyimi olan, örgütlü grupların şansı daha fazladır.

Tahrir’deki protesto gösterilerinde irili ufaklı birçok grubun liderlik mücadelesi verdiğini, Müslüman Kardeşler’in devreye girmesiyle sürecin renginin değiştiğini, bir noktada rejim muhaliflerinin Baradey ismi üzerinde anlaştığını, Mübarek’in devrilmesinden sonra ise yönetimi ordunun devraldığını gördük. Liderlik mücadelesinin rejimin değişmesine rağmen bitmediğini de. Gezi’de de bu mücadelenin daha küçük ölçekli de olsa yaşanmakta olduğunu gözleyebiliyoruz. Her ne kadar Gezi’nin sözcülüğünü Taksim Dayanışma Platformu (TDP) üstlenmiş gibi gözükse de, TDP’nin temsili niteliğinin ve ortaya attığı bazı taleplerin eyleme katılanlar nezdinde tartışma konusu olduğunu biliyoruz. Ulusalcı gruplarla sol örgütlerin eylemlere sahip çıkmak için mücadele verdiğini de.

Bu noktada eylemlere yönelik eleştiride bulunanların (kastettiğim elbette komplo teorisyenleri ya da yazının girişinde anılan grup değil) sıkça tekrarladığı eylemlerin aşamaları tezinin de geçerli olmadığını not etmemiz gerekiyor. Gezi “masum” başlamış, sonradan iktidarı devirmek isteyenlerin kontrolüne geçmiş, dolayısıyla meşruiyetini yitirmiş bir toplumsal hareket değil. Birincisi, iktidarı devirmek isteyen gruplar eylemlere sonradan eklenlenmedi, başından beri oradalar. İkincisi, bu gruplar, örgütlü olmalarının da etkisiyle, görünür olsa da, eylemlerinin önderliğini üstlenebilmiş değil. Gezi adına hükümetle TDP görüştü, TGB değil. Gezi eylemcilerinin ezici çoğunluğu ulusalcı kanadın düzenlediği Gazdanadam Festivali’ne katılmadı ya da yine bu kanadın 5 Ağustos’ta Silivri’ye gitme çağrısına uymadı. Aynı şekilde Gezi sonrası forumlarda ulusalcıların son derece silik kaldığını gözlüyoruz. Doğu Perinçek’in Yoğurtçu Parkı Forumu ile ilgili mektubu gözlerden kaçtıysa hatırlatalım: “Yoğurtçu Parkı’nda toplananlar 200 kişiye kadar inmiş. ‘Sol’ maskeli bazı başıbozuklar, Türk bayrağına ‘pis paçavra’ diyorlar. Lice’de Mustafa Kemal’in askerlerinin karakoluna saldırı düzenleyen uyuşturucu baronlarıyla dayanışma halindeler. Parktaki konuşmalarda ‘T.C.’ye kin kusuyor’ ve Mustafa Kemal’i ‘faşist, Ermeni ve Kürt katliamcısı’ ilan ediyorlar. Dört başı mamur karşıdevrim manzaraları! Bu başıbozukların Atatürk ve bayrak düşmanlığını kim paylaşıyor?” Gezi, ulusalcıların önderlik ettiği bir hareket olsaydı Perinçek’in bu mektubu yazmasına gerek kalmazdı herhalde.

Toplumsal hareketler bir süreçtir; ne zaman ne şekilde sona erecekleri de öngörülemez.

Diyelim eylemin önderliği bugün için ulusalcı kanadın elinde – öyle değil dedik, ama bir an öyle olduğunu varsayalım. Gezi süreci sona ermiş değil ki! Yani Gezi’de başlayan eylemlerin hangi yöne evrileceğini, ileride harekete hangi aktörün/grubun egemen olacağını bilmiyoruz. Mısır’da Mursi cumhurbaşkanı olduğunda Tahrir süreci sona ermiş, devrim amacına ulaşmış gözüküyordu. Kimse bir sene sonra ordunun siyasete müdahale edeceğini, seçimlerle iş başına gelen cumhurbaşkanını darbeyle devireceğini düşünmüyordu. Bu bakış açısına göre Gezi’den de ne çıkacağını henüz bilmiyoruz. Üstelik Gezi’yi eleştirenlerin iddia ettiği gibi ihtimaller ikiyle sınırlı da değil. Gezi, AKP iktidarını devirmeyi hedefleyen bir “sivil darbeye” de dönüşebilir; iktidar olmayı hedeflemeyen alternatif siyaset biçimleri de doğurabilir. 1960’larda tüm dünyayı etkisi altına alan sivil haklar hareketi iktidar değil, hak arayışı üzerine kuruluydu. Bu hareketin kazanımlarını sanırım en azılı Gezi karşıtları bile teslim edecektir. Sonuç olarak şunu belirtmek gerekiyor. Gezi’den ne çıkacağına Geziciler karar verecek, Gezi’yi “dışarıdan” eleştirenler değil.

Haftaya kaldığım yerden devam edeceğim.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Erdoğan nefreti ve Soma; Gülay Göktürk’e bir cevap

Tokatladığı vatandaşa/göstericiye “İsrail dölü neden kaçıyorsun” diye hitap eden, yani açıkça ırkçı bir terim kullanan bir Başbakanla karşılaştınız mı

Türkiye kendi kaderini tayin etti: Ayrışma!

Ünlü Fransız tarihçi Ernest Renan 1882 yılında yaptığı bir konuşmada milleti bir ruh olarak tanımlar. Bu ruhun varlığını sürdürebilmesi her gün tekrarlanan bir halkoylamasına (plebisit) bağlıdır. Yani millet inşa süreci, milletin kendi kaderini tayin etmesiyle bitmez

Gülen cemaati de yenilgiye uğruyor...

AKP Türkiye genelinde yüzde 40-45 bandında kalacak gibi. Bu sonuç, birçok yorumcunun söylediği gibi, seçmenin yolsuzlukları, vs. onayladığı anlamına gelmese de seçmenin AKP etrafında kenetlendiğini, seçim döneminde yaygınlaşan amiyane tabirle tabanın Erdoğan’ı “yedirmediğini” gösteriyor.

"
"