Bir zamanlar öğrencisiydim. Annemle oturduğumuz ev de yakındı. Ama genellikle okula gitmek yerine, ters yöne, kalbimle, hayallerimle, emeğimle deli gibi çalıştığım Demiryolu işçi Sendikası’na giderdim. Yenikapı’ya.
Boğaziçi Üniversitesi’nin orada, başörtülü ve başörtüsüz polislere sormak isterdim: Uğruna öğrencileri hırpaladığınız, gözaltına aldığınız şahsın, esas “siz kadınlar”ın dövülmesi üzerine aklınca fetvasından haberiniz var mı, diye. Kendinizin, çocuğunuzun, kardeşinizin, bir gün belki torununuzun bu zihniyete maruz kalması içinize siner miydi? Ya da onun da şu üniversitede ya da herhangi bir üniversitede de olsa, iyi bir öğrenimle, şu gençler gibi “hayatta bir şeyler başarmasını” mı isterdiniz?
Erkek polislere de sormak isterdim: Uğruna öğrencileri hırpaladığınız, gözaltına aldığınız şahsın, anneniz, eşiniz, ablanız, kız kardeşiniz ya da kız çocuğunuz üzerine aklınca fetvalarından haberiniz var mı, diye. Onların bir gün bu zihniyetin tahakkümüne maruz kalması içinize siner miydi? Kıyabilir miydiniz kendinizden olanlara?
Bu “sıradan empati” soruları, elbette şahsi muhakemeye, vicdana davet olurdu ama esasında şu düzene dair. Kendinle hesaplaşma kadar, “emir kulu” olarak veya “o fırsatla gönüllü nefret” kusmak yerine, uzantısı olduğun, olman istenen hoyratlık ve dayatmaların kaynağına dair.
Çünkü, “barış” diyen, onca yıldır en “olmaz” deneni denemeye soyunmuş bir düzenin şiddeti, hoyratlığı, nefreti, dayatmaları bitmiyor aslında. Neden? Çünkü bir amaç gibi görünen “barış” bile araçsallaşmış. Dün dündü, bugün bugün; yarın da yarın olur!
Ne iktidar devletinin, ne “Devlet”in özündeki nefret ve şiddet bitiyor. Elbette onca yılın kan deryası, o büyük nefret ve kıyımın bitmesi bile büyük olay. Ama yüreklerinde külliyen bir “barış, hukuk devleti, demokrasi ilkeleri” var mı? Kendi kendilerine sessizce sorsalar bile, “hayır” çıkar, dürüst olurlarsa!
Çünkü bu büyük “viraj” bir özeleştiri de isterdi: Sadece “kurucu önderin örgütü”nün silah bırakmasını değil, iktidarın elindeki devletin de bazı silahlarını bırakmasını, yani kinini, nefretini, şiddetini toplumun tüm hücrelerinden çekebilmesini.
Nureddin Yıldız protestosu, Boğaziçi Üniversitesi
Nedir o özeleştirinin kaba hatları? Elbette onca seçilmiş insanın ve onların çalışma arkadaşlarının, mağdur kitlelerin cesur avukatlarının, gazetecilerin, “muhalif” oldukları için türlü gerekçelerle içeri atılanların dünyasıyla da “güncel barış.”
Bir yandan da, “terör” suçlamasıyla, yani silah ve şiddet kullanmamışken dahi, hayatı karartılan onca insana, hayatını kaybeden onca erkek, kadın ve çocuğa karşı bir borç. Çünkü 23 yıllık iktidarsınız; bu irade için Trump’ı beklemenize gerek yoktu ve olmadığı çok zaman da yaşadık.
Çünkü, yok poster taşıdı, pankart açtı; yok slogan ya da sosyal medyada “tweet” attı; yok şu gazetede yazı yazdı, yok şu bildiride imzası var, yok canımızı sıktı, yok hakaret etti diye işinden, ailesinden, sevdiklerinden, hayallerinden, hayatından edilmiş binlerce binlerce kişi var. Ve şu “nezaket” ortamında dahi, onlara dair tek söz yok.
Oysa “30 bin… 40 bin… 50 bin insanımızın katili” denen (ki o yuvarlanmış binlerin üçte ikisi de PKK’lı ya da Kürttü) kişi artık “Devlet” dilinde “kurucu önder” olmuş! Bahçeli’nin bunu diyebildiği yerde, “terör suçlaması”yla hayatı canlı ya da cansız alınmış onca insan ne olacak?
Öyle ya, aynı Bahçeli, iktidar ortağı değilken, 12 yıl önce, “aşırı Gezi’ci”ydi bir de. O günkü sözleri duruyor ortada. Lakin başkaları “Gezi’ci” diye uzun uzun mahkumiyetlere prangalanmış; eski kayıtlardan “yeni suçlular” aranmaya devam ediliyor.
Devletin ve Devlet’in bu hızlı gidiş gelişleri meşru ise, içeri attığınız, hırpaladığınız, hukuku araç yaparak kin ve nefret ile manevi ve fiziki şiddete maruz bıraktığınız onca insan ne olacak? En azından lafta, onların çizgisinden geçmiş ya da çizgisine gelmişsiniz mesela, iktidar ortağı Bahçeli gibi; ötekiler ne olacak?
Kendisiyle hesaplaşmadan viraj alan insanlar vardır elbette; ama bir devlet, bir iktidar bunu yaptığında, bir yanında “karış karış barış” da olsa bir yanı “nefret nefret şiddet” olarak toplumun bir kesimi üzerine çullanır.
Sahi, bırakalım Boğaziçi Üniversitesi’ndeki polisleri… iktidarı elinde tutanlara soralım: Kendi eşlerinizin, kız çocuklarınızın; kadınsanız, bizzat kendinizin ve çocuklarınızın bu “6 yaş” ve “kadına dayak” küfrüne maruz kalabilmesi hoşunuza gider miydi hakikaten? Gider mi, gidiyor mu? Çünkü şahıs öncelikle “sizin tarafı” kast ediyor ve üniversiteli ya da dışarıdan gelmiş, getirilmiş genç kızlar da, “muhafazakarlık ve inanç” adına bu pervasız “erkek şiddeti” temsilcisini dinliyor.
Dövdüğünüz, gözaltına aldığınız çocuklar belki onların da güvencesidir! Çünkü bu fetvalı “erkek tahakkümü”nün katilleri de eşlerini, eski eşlerini, nişanlılarını, yakınlarını öldürürken başörtülü, başörtüsüz ayrımı yapmıyor. Yeter ki mahkemeden önce biraz muhakemeniz olsun.
Umur Talu kimdir?
Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.
Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.
Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.
Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.
İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.
Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.
Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.
Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığı yaptı; Vicdanımızın Hatıra Defteri, Tarladan Okula Bir Damla, Cumhuriyet'in İlk Durağı belgesellerinde metin yazarlığının yanısıra çekimlerinde bulundu.
Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür), Edebi ve Edepsiz Beyoğlu (Literatür), Devrim Mutfağı (Bengi Başaran’la birlikte - Kafka) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.
|