07 Ocak 2016

Pardon, empati mi dediniz...

Daha dün Esad halkını öldürüyor diye ayağa kalkanlar, vicdan diyenler, bu ne sessizlik, bu ne ıssızlık

Vicdanımız sımsıkı yerinde duruyor mu? Ruhumuzu bir yerlerde unutmuş olabilir miyiz? Lütfen hep birlikte kontrol edelim, ruhumuz gerçekten bizimle mi? Tamam mıyız? O halde başlayabiliriz…

Konumuz tabii ki, çok uzak yerlerden geldiğini sandığımız top sesleri, yerde kıvrılıp kalmış yaşlı anneler, dedeler, sonsuz uykulara gönderilmiş bebekler, çocuklar evet çocuklarımız...

İçselleştirmediğimizde, insanlığın asla katlanılamayacak durumları bile bize çok uzaklardaymış gibi görünebilir. Tıpkı bugün Sur'da, Cizre'de, Silopi'de yaşananların çok uzak olduğu gibi...

Bebeklerimizin, çocuklarımızın empati yeteneğinin biz büyüklerden çok daha yüksek olduğunu biliyor muydunuz? Büyüdükçe bu güzel yeteneği nasıl hızla kaybettiğimizi hemen yanımızda yaşananlara baktığımızda "şıp" diye anlayabiliyoruz.

Hırslarımız, yetinmezliklerimiz, açgözlülüklerimiz, doymazlıklarımız bizi olimpiyat şampiyonu koşuculara çevirmedi mi? Koşturuyoruz, koşturuyoruz, bir de bakıyoruz ruhumuz bir yerlerde nefessiz kalakalmış, vicdanlar pörsümüş… Bir türlü duramıyoruz, zamanımız yok. Güzel şeylere ayıracak zamanımız yok, bakmaya, görmeye, dinlemeye, karşımızdakini sımsıcak içimizde hissetmeye zamanımız yok.

Hepimiz günde en az beş-on kez empati sözcüğünü kullanmaz mıyız? Ne kadar da sıradanlaştırdık değil mi? Oysa nasıl zor bir mesele…

Anımsar mısınız, yıllar önce Ahmet Altan, "Atakürt" başlıklı bir yazı yazmıştı, tüm ülke ayağa kalkmış, Altan yargılanmış ve gazetesinden kovulmuştu. Kürt kelimesinin kullanılmasının bile zor olduğu yıllardı…Oysa Ahmet Altan çok naif bir şey yapmış, bir an da olsa kendimizi Kürt gibi hissetmeye çağırmıştı... (http://bianet.org/bianet/siyaset/160861-ahmet-altan-yazisina-atakurt-basligini-attiginda)

Asla yanaşmadık böyle bir şeye. Kolayına kaçtık. Sorunların içine bakacağımıza boşluğa bıraktık. Empati çok ama çok zor bir yüktü bizim için. Oysa biraz durabilsek, sırtımızdaki gereksiz yükleri bir kenara bırakıp bir soluk alabilsek…

Dilimize eşduyum olarak çevrilen empati, karşımızdakinin içinde bulunduğu durumu anlamak ve bunu samimiyetle içselleştirmek demek değil mi? Aslında ne kadar kolaymış gibi görünüyor...

Bakalım o kadar kolay mı?

 

Önce kendimizi karşımızdakinin yerine koyuyor, olaylara onun bakış açısıyla bakmaya çalışıyoruz. Ama bunun için karşımızdakinin duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlamak ve hissetmemiz gerekiyor.

Giderek zorlaştı değil mi?

Duracaksın, gözlerinin içine bakacaksın, "cankulağıyla" dinleyeceksin, anlayacaksın ve hissedeceksin. Sonra, gerçekten dinlediğini, gerçekten anladığını ve gerçekten içinde hissettiğini karşındakine göstereceksin, inandıracaksın…

 

Bu insanlık halini başaramadığımızda, yerini sağır kulaklar, nefrete bürünmüş ruhlar, şiddet ve kan alıyor…

Çocuktum. Diyarbakır'da şimdi girişin yasak olduğu silahların susmadığı Sur'da bir ilkokula gidiyordum. Bizimle birlikte yaşayan Girit göçmeni dedem, babamın eve getirdiği gazeteye şöyle bir baktı ve ağlamaya başladı. Bugün bile anımsıyorum beyaz mendiliyle gözyaşlarını silişini. Asılmışlardı. Kötü bir şeyler olmuştu. Bizi sokağa çıkarmıyorlardı. Bana ne kadar uzun gelmişti o evden çıkamadığımız gün. Üstelik silah bomba sesleri de yoktu.

Liseli yıllarımda 12 Mart karmaşası yaşanıyor ben de faşizm neyin nesiymiş diye öğrenmeye çalışıyor, Hitler'in dünyaya neler yaptığına bir türlü akıl erdiremiyordum. Kendi kendime, "Tamam Hitler bunları yapmış da insanlar neredeymiş" diye soruyordum.

12 Eylül'de, gözaltılar, işkenceler, kaybetmeler, korkular, umutsuzluklar… Bir ülke için bundan daha kötüsü olamaz diyordum. Geçen gün Diyarbakır'da Gültan Kışanak da aynı duyguyu paylaşmıştı.

Ama görünen o ki beterin de beteri varmış…

Orada insanlar bir aydır evlerinde hapis, aç, susuz, bebekler ölüyor…

 

Ama…

Evler bombalarla delik deşik edilmiş, çocukların korkuları içimizi deliyor..

 

Ama…

Bir baba ölmüş iki yavrusunun başında bekleşiyor…

Ama…

Yaralıya yardıma koşturan sağlık görevlisi sırtından vurulmuş..

 

Ama…

Empati yeteneğimiz dumura uğradığında hep amalara sığınırız. Vicdan harap, ruhlar param parçadır…

O zaman sormak gerekiyor…

Daha dün Esad halkını öldürüyor diye ayağa kalkanlar, vicdan diyenler, bu ne sessizlik, bu ne ıssızlık. Vicdanlarınız bir atımlık barut muydu? Onu da Suriye için mi harcadınız?

Barış İsteyenler Grubu temsilcileri, Diyarbakır dönüşü soluk almadan Ankara'nın yolunu tuttular. İlk görüşmeyi HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'la yaptılar. Demirtaş'ın üzerinde durduğu konu gidip empatiye dayanıyordu:

"Biz birbirimizin yüzü suyu hürmetine, karakaşı kara gözü için değil ama halkın sorunları için bir araya gelip konuşmak zorundayız. HDP'nin ve AKP'nin diyalog kurması, bütün bu olup bitenler için çözüm araması bir zorunluluktur, lüks değildir. Bundan hiç kimsenin kaçmaması lazım."

 

Kaçtıkça şiddete, nefrete yuvarlanıyoruz.

Yavaşlayabilir miyiz? 

Durabilir miyiz?

Dinleyebilir miyiz? 

Ummaktan başka seçeneğimiz yok, ne yazık ki...

Yazarın Diğer Yazıları

"Sözlerim varsa, var demeksin"

Eğer dokunamıyorsak, içine akamıyorsak, anlaşılmadığımızı sanıyorsak, anlayamıyorsak, iletişim kurmayı başaramıyorsak sözcüklerimizi yeniden gözden geçirmeye, daha derinlere inmeye ihtiyacımız var demektir

Şifreli aşklar...

Kafelerde iki sevgili oturuyor. Siz öyle görüyorsunuz. Aslında onlar çok kalabalık. İki sevgili de ellerindeki "sevgiliye" gömülmüş. Yani masada gezinen yığınla insan, yığınla söz var. İki sevgilinin sözleri arada kim vurduya gidiyor. Gözler zaten birbirini görmüyor

Yarım kaldık, sakat kaldık...

Hayallerimin orasını burasını didikleyip öykülere çeviriyordum. Güzel bir film izlemeye hazırlanıyordum. Ta ki, Birhan Keskin'le burun buruna gelinceye kadar

"
"