12 Eylül 2016

Kan damlarken yüreğimize

Bayramlarımızın da tadı tuzu yok, nasıl olsun ki...

Minnacık…

Tabağa su doldurmuş…

Kuzusuna su veriyor…

Nereden bilsin, kuzucuğunun kafasının kesilip orta yere atıldığını…

Yaşıyor sanıyor…

Minnacık… 

"Fabrika ayarları" henüz bozulmamış.

Biz büyüklerin yüzlerce "format yemiş" hallerini bilmiyor, nereden bilebilir ki…

Arsızlıklarımızı, doymazlıklarımızı, durmazlıklarımızı, şiddetlerimizi, nefretlerimizi nereden bilebilir…

Ben biliyorum…

O fotoğrafı gördüğümde, "fabrika ayarlarımı" arandım durdum, bulamadım, yoktular… 

Her yazıya başladığımda kendime gülerim…

Neden yazıyorum?

 Kime yazıyorum?

Hiç kimseye, kendime…

Belki de "fabrika ayarlarımı" anımsatmaya yarıyordur, kim bilir…

Bir fotoğrafta içime ne çok hatıra üşüştü.

Hatıraların sırası mı şimdi…

Kızıyorum kendime…

Ahmet Mehmet Altan'lar da "alınmış."

Kimileri ne çok sevinmiş, zil takıp oynuyorlar.

Gün geçtikçe, tepkiler giderek yükseliyor.

Nasıl yükselmesin. "FETÖ avı" giderek başka "avlara" dönüştü. Her sabaha başka bir hüzünle uyanıyoruz.

Bu ülkede hep birilerinin bizi kurtardığını sanarak yaşadık. Bizi bu kurtarıcılardan kurtaracak bir hayatı oluşturamadık. 

Yağmurlu bir havada iki arkadaş karşılaşıyor. Birinin şemsiyesi var. Diğeri de sığınıyor altına. Şiddetli yağmurdan iki arkadaş korunuyorlar.

Günler sonra karşılaştıklarında, "O gün şemsiyem olmasaydı sırılsıklam olacaktın" diye söze başlıyor şemsiyeli olanı. Diğeri, "Haklısın, çok sağol, beni sırılsıklam olmaktan kurtardın.

Her karşılaştıklarında, yağmur, şemsiye, kurtarma "muhabbeti" sürüyor.

En son karşılaştıklarında, "O gün yağmurda…" diye başlarken sözü yarım kalıyor şemsiyelinin.

Arkadaşı yerdeki su birikintisine atıyor kendini, debeleniyor, debeleniyor ve "Bundan daha kötü olmazdım ya" diyor. 

Şu günlerde hep bu anekdot kafamda dolanıp duruyor.

Yetkililere, hem de en üst makamdan yetkililere, "FETÖ ile uzaktan yakından ilgisi olmayan insanlar toplanıyor" dendiğinde yanıt "tornadan" çıkmış gibi:

"Onlar yüzde birlik bir kesim, abartıyorsunuz…"

Demokrasi, demokrasi diye yırtınanların demokratlığı işte bu kadar. Örselenen, kıyıma uğrayan hayatların karşılığı sayılar kadar.

Herkes suç işleyebilir. Tamam. Her suç da cezasız kalmamalı. O da tamam. Kendi ayaklarıyla gelen, ülkece tanınmış her meslekten insanları ille de tutuklamak şart mı? Binlerce insanın hapishanelerden salıverildiği şu günlerde, acaba diyorum boş kalan yerler mi doldurulmaya çalışılıyor. 

Mutsuz, ürkek günler yaşıyoruz.

Hayalimize bile sığmayacak olaylarla burun buruna psikolojimiz darma duman…

Fabrika ayarlarımı kaybetmediğim zamanlardaki bayram heyecanımı anımsıyorum o minnacık çocuğun katkısıyla.

Yine bir bayram...

"Kesimler" bir gün önceden başlamış bile…

Sanki kentin her yeri kan kokuyor. Yoksa bana mı öyle geliyor?

Huzurlu, mutlu, korkusuz, şiddetsiz, nefretsiz her günü bayram olan bir ülkeyi yaratamadık.

Bayramlarımızın da tadı tuzu yok…

Nasıl olsun ki… 

Kan damlarken yüreğimize...

 

Yazarın Diğer Yazıları

"Sözlerim varsa, var demeksin"

Eğer dokunamıyorsak, içine akamıyorsak, anlaşılmadığımızı sanıyorsak, anlayamıyorsak, iletişim kurmayı başaramıyorsak sözcüklerimizi yeniden gözden geçirmeye, daha derinlere inmeye ihtiyacımız var demektir

Şifreli aşklar...

Kafelerde iki sevgili oturuyor. Siz öyle görüyorsunuz. Aslında onlar çok kalabalık. İki sevgili de ellerindeki "sevgiliye" gömülmüş. Yani masada gezinen yığınla insan, yığınla söz var. İki sevgilinin sözleri arada kim vurduya gidiyor. Gözler zaten birbirini görmüyor

Yarım kaldık, sakat kaldık...

Hayallerimin orasını burasını didikleyip öykülere çeviriyordum. Güzel bir film izlemeye hazırlanıyordum. Ta ki, Birhan Keskin'le burun buruna gelinceye kadar

"
"