Aslında ruhu yıllar önce terk etmişti buraları. Geçenlerde bedeni de sonsuzluğa uğurlandı bizim mahalleden. Geçmiş ona göre hüzün, gelecek ise yoktu. O öyle söylüyordu:
"Benim geleceğim yok ki endişem olsun."
Anadolu Rüzgarı, Elde Var Hüzün, Sa'd Abad, Geçti Dost Kervanı, Aynalar diye saymaya başlasam çoğunuzun aklına hemen gelmeyebilir. Ama, Sultan-ı Yegah desem, hemen anımsayabilirsiniz…
Ergüder Yoldaş…
Gençlik yıllarımın en güzel besteleri, onun yüreğinden taştı geldi.
Divan edebiyatına büyük ilgisi, Türk klasik müziğini tanımasına yardımcı oluyor. Itriler, Dede Efendiler, Hamamizade Tellal Dede Efendiler'le "haşır neşir" oluyor. Geleneksel müziği senfonik müziğe uyarlama çabalarını kimileri çok beğeniyor, kimiler görmezden geliyor…
Müzik dışında epik tiyatro, fizik, matematik konularına olan ilgisi de pek bilinmez. Doğrusunu söylemek gerekirse, sanatçı ve üretken kişiliğinden daha çok bilinçli olarak kendine seçtiği yaşama biçimiyle gündeme geldi Ergüder Yoldaş…
Bir gün ortadan kayboluveriyor...
1991'den 1993'e kadar en yakınları bile nerede olduğunu bilmiyor. Büyükada'da kendine yaptığı küçük barakasında insanlardan uzak 12 yıl sürecek bir kaçış bir vazgeçiş hayatına başlamıştır artık.
Neden?
En yakınındakilerden aldığı yaralar, dost bildiklerinden 'yediği kazıklar' olabilir mi? "Güvendiklerim eğer bunları yapabiliyorsa, bu kalabalıkların içinde ne işim var" demiş olabilir mi?
Bilemeyiz...
Epey dedikodular yer aldı medyada. Bunlar değil konumuz. Sonuçta, müzikle, sanatla iç içe yaşayan duyarlı bir insan bizleri görmek bile istemiyordu.
Bir gün onu buldular. Magazincilere gün doğmuştu. Kimileri, "çöp adam", kimileri "Robinson" manşetlerini uygun bulmuştu.
Bu adam olsa olsa delirmiş olmalıydı.
Gırgır geçercesine röportajlar yapmaya kalkıştılar. O hep gülerek dalga geçti, anlamadılar.
Kendini Robinson gibi soyutlanmış görenlere meramını anlatırken o da kendini bizlerden soyutluyor ve bizi "oradakiler" diye tanımlıyordu:
"Oradakiler öyle düşünürler. Ama ben ne yaptığımı biliyorum. Yaptığım hala algılanmıyorsa kim soyutlanmış oluyor? Ben mi, onlar mı? Toplumun sağlığı bozuk. İletişim yok. Toplum içinde yaşayanlar da birer Robinson."
Onun tanımıyla buradakiler, kendilerine göre bir neden ille de bulacaklar.
"Neye küstünüz de buralara saklandınız?"
Yanıt çok basit: "Kendi bilinçli seçimim…"
Başta kız kardeşi Ayça Hanım olmak üzere çok kişi çabaladı onu aramıza getirmek için. Hep direndi Ayça Hanım, "Ağabey, götüreyim seni. Üşümüyor musun?" dediğinde, yanıt muhteşem:
"İçime karlar yağıyor; ama ben gelemem."
Madem gelmiyor bari yöredeki bir kulübeye taşıyalım diyorlar. Ortalık düzenleniyor, tam camlar takılacak, yine Ergüder Yoldaş'a uygun bir tepki:
"Denizi rahat görebilmem lazım. Camları istemiyorum."
Birkaç kez kente inip bizlere karışmaya razı oldu. Denemeler başarısız oldu. Geldiği gibi geri döndü.
Son durağı, kız kardeşi Ayça Hanımın İzmir Balçova'daki eviydi. Kız kardeşi ve yeğeni Işın'la birlikte on beş yıla yakın yaşadığı bu evden kolay kolay dışarı çıkmadı, ama müzik çalışmalarını sürdürdü.
Burada Ergüder Yoldaş'ın hayatına "ucundan" biz de karışıyoruz.
Kardeşim Gürsel ile Ergüder Yoldaş'ın yeğeni Işın aynı engelliler okuluna gidiyordu. Işın sabahları kapıyı çalar, Gürsel'le el ele tutuşur okulun yolunu tutarlardı. Gürsel, sarhoş bir sürücünün çarpması sonucu yaşamını yitirdi. Işın yine sabahları Gürsel'i almak için uğramayı sürdürdü. Ona, "Gürsel Ankara'ya gitti" yalanları söylendi. Aradan yıllar geçti. Işın dayısını uğurlamaya geldiği camide, "Gürsel hala gelmedi mi" diye sorup duruyordu…
Ergüder Yoldaş'la bir röportaj yapmayı hep aklımdan geçirip sonra vazgeçmişimdir. Onu söylenecek her şeyi birkaç tümcede özetleyip 'hesabı' kapatmış biri olarak düşündüm hep. 'Hesabı' yeniden açmaya, deşmeye gerek yoktu...
"Ne hoş bir güzelliği vardır, dünyadan hafif adımlarla gülümseyerek geçenlerin" demiş Virginia Woolf. Ne güzel söylemiş...
Duyarlı, incinmiş güzel bir insan, 'hafif adımlarla', 'gülümseyerek' ve sessizce geçti aramızdan…
Çok meşguldük, göremedik...