Sersem sinek gibi dolanıp dolanıp cama vuruyoruz. Dışa savrulan ölür; içe savrulan kendine gömülür. Neresi kurtuluş, hangisi sevgi tadında yaşamak? Sanatçısın, yazarsın, şairsin... entelektüel ürün olan yapıta gebe kalan zihni askıya alacak halin yok çünkü onlarla varlığını sınar, varlığının farkına varırsın. Bir isteme iradesi olarak yarınını planlarsın ve mutlu olmayı hayal edersin. Mutlu olmayı hayal etmek özünde hüznü barındırır. Ufak tefek işe gelmeyen çıkıntıları es geçer yoluna devam edersin. Sonra bir bakarsın ki kendinin bildiğin yol sana yabancılaşıyor ve sende sahiplenilmiş olma duygusuna kapılıp belki de o yolu yürümekten vazgeçiyorsun. İtiraz ediyorsun, kabullenmek istemiyorsun ve tuhaf bir içgüdüyle bir başka şeyi değil sadece kendini tüm bu dayatmalardan kopmuş hissedebileceğin bir boşluğu özlüyorsun. Sadece bir boşluk. İşte var olmanın sancısı böyle bir şey; boşluğu özleyecek kadar kendini kütleler arasında sıkışmış hissetmek. Soluyamıyorsun, öteyi göremiyorsun ve arzuladığın tek şey saf bir boşluk...
Bugünler böyle günler işte... Biz Kıbrıslılar barışın yollarını yeni bir geleceğe yönelik döşemeye çalışırken Ortadoğu’da ve Türkiye’de olanlar elbette ki bizi yaralıyor ve kendi çıkmamızı aşabilme konusunda karamsarlığa itiyor. Türkiye’yi yangına atan bir liderlik anlayışı Kıbrıs’ın soluklanmasına ve arzuladığı barışa ulaşmasına ne kadar yardımcı olabilir ki? Biz Kıbrıslı Türklerin, Tayyip Erdoğan gibi despot bir siyasi otoritenin hegemonyasında olan Türkiye’den kopamadıkça iyiye doğru gidebilmenin imkanına kavuşamayacağımızı düşünüyorum. Komşusu olduğu ülkelerin yıkımından medet uman bir kafa yapısının etkisine aldığı kitlelerle ne tür bir karanlığa yöneldiğinin farkına varamayacak kadar patolojik bir vaka var karşımızda. Napolyon sendromuna kapılmış, megaloman ve başaramadığı yerde bir Neron gibi davranabilmekten çekinmeyen savruk bir kişilik var karşımızda.
Fazla uzatmayım, 10 Ekim Cumartesi Kıbrıs Türk Sanatçı ve Yazarlar Birliği olarak işte bu nedenlerden dolayı bir bildir yayınlamak ve sembolik bir eylemde bulunmak istedik. Türk Ordusu subaylarının tatil yeri olarak kullandığı bir iki hotelin dışında bir hayalet kent olan Maraş’ın yasak bölge alanına yakın olan sahilinde toplandık. Maraş 1974’de Rumların terk etmek zorunda kaldığı kırk bin nüfuslu bir kentti. Toplandık. Rumlar ve bizler bir avuç insandık. Bildiriyi okuyup göç sırasında denizde boğularak ölen çocukların anısına üzerimizdeki kıyafetlerle denize girdik. Ama tam o sıralarda Ankara katliamının haberini alarak yıkılmıştık. Bu yazımda sizlere başkanı olduğum örgütüm adına kaleme aldığım iki bildiriyi aktarmak istiyorum... Türkiye’nin aydınlık yüzünün acısını paylaşarak.
Savaş ve göç
Uzatmalı çözümsüzlük, bir tetik mesafesinde duran ateşkes hali, bölünmüşlüğü besleyen nefret söylemi, sürekli tazelenen ağıt ve acı, epeyce yordu bizi. Kıbrıs’ın kaderi gibi görünen bu zorunlu cefa yaşamımızı kuşatma altında tutarken Ortadoğu’nun tüm insani değerlerden yoksun olarak onulmaz bir vahşet ortamında yanıp tutuştuğunu görmek ve çaresizce bakakalmak her vicdanı olan insanı yaraladığı gibi bizleri de yaralıyor. Sanatçı ve Yazarlar Birliği olarak entelektüel ortamda kendimize düşeni yapmakla birlikte belki siyasi erkin vurdumduymazlığına bir nebze dikkat çekeriz diye böyle bir eylemi yapma ihtiyacı hissettik.
Savaşın getirdiği ölüm ve yas, yıkım ve göç elbette ki sadece vicdani bir mesele değil aynı zamanda bir medeniyet meselesidir de. Radikal din, ırkçılık ve toprak milliyetçiliğinin adanmış insancıklarının ne tür bir emperyalist güdünün tutsağı olduklarını biliyoruz. Yitip giden masum canlar, dağılan aileler, göç yollarında hayatı tanımadan ölen çocuklar... tüm bunlar kader değil jeopolitik bir tasarımın ön görülen yol kazasıdır.
Savaşlardan ve göçlerden nasibini almış bir ülkenin insanları olarak, Türkiye dahil, Ortadoğu’da olagelen ve artık Avrupa’nın da sınırlarını zorlayan bu insan dramının yeni bir hümanizm anlayışıyla sonlanmasını diliyoruz. İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma hukuk yöntemleriyle 21’nci yüzyılın şu karmaşık hallerine çare aramak artık anakronik bir davranıştan öteye gidemiyor.
Kendi hallerimize bakacak olursak, şu dip dibe yaşamak durumunda kaldığımız sözüm ona ‘‘Kapalı Maraş’’ın hala bir rehine kent olarak orada durması bir insanlık ayıbıdır. Ortadoğu’nun trajedisine dikkat çekerken bir savaş tutsağı olarak yaşamdan alıkonulan Maraş’ın tekrar hayata dönmesi ve kendi insanını kucaklamasının önünde engel kalmamasını diliyoruz. Siyasi taktiklere kurban edilen Maraş hiçbir koşul öne sürülmeden hayata döndürülmelidir. Bunu yapacak olan da kentin öz sakinleridir... yeni bir dünya için ve yeni bir Kıbrıs için: Koşulsuz barış!
Ankara katliamı
Demokrasi ve halkların kardeşliği için barışçıl duygularla toplu gösteri yapma hakkını kullanan insanların karanlık güçler tarafından katledilmesi herhangi bir insanlık ve medeniyet tarifine sığmaz. Ankara’daki bombalı saldırı insanlığa ve barışa yapılan vahşi bir saldırıdır. Nefret söylemiyle yıllardır gerici beyinlerin iştahını kabartan iktidarın sesi Ankara’da bir kez daha cinayetin ve katliamın sebebine dönüşüyor. Sanatçı ve Yazarlar Birliği olarak katliamlara sebep olan ve yapan zihniyetleri lanetliyoruz.
Barış ve demokrasinin kazanması için canından olan insanların yasını tutar, yakınlarına metanet diliyoruz. Bu ilk değil son da olmayacak belli; ancak şunu da bilmeliyiz ki Ankara, İstanbul, Diyarbakır bize uzak kentler değil. Aynı zihniyetin ve aynı egemen güçlerin baskısı altında yaşıyoruz. Aynı rejim dayatmaları, aynı tek tipleştirme müdahaleleri bizleri de hedef alıyor. Kuzey Kıbrıs’ta hükümetçilik oynayan siyasilerimizin AKP’nin Sünni yayılmacılığına çıkarları uğruna göz yummaları yaşam tarzımıza yapılan sinsi darbelerden biridir.
41 yıldır militarizmin gölgesinde kalan demokrasi oyununda rol tutan ama figüranları oynamanın ötesine de gidemeyen siyasilerimizin özgürleşme konusunda zafiyetleri var. Tam da son hamlelerin denendiği ve kalıcı bir çözüm için çaba harcandığı bu günlerde berrak bir yön belirlemenin zamanı gelmiştir. Yeri gelmişken şunu da ifade edelim ki, Sn. Mustafa Akıncı’nın sözüm ona diploması gereği Erdoğan’a Kıbrıs Türk toplumu adına taziyelerini bildirmesini doğru bulmuyoruz. Gerilimin yükselmesine neden olan anti demokratik ve despotik davranışlarından dolayı onu kınaması gerekirken taziyelerini bildirecek adres olarak Erdoğan’ı seçmesi apaçık bir anomalidir.
Kendi yurttaşları arasında barışı sağlamak yerine ayrımın pekişmesini ve etnik şovenizmin dozunun artmasını sağlayan bir devlet yönetimi anlayışı elbette ki herhangi bir anlaşmada Kıbrıslı Türklere garantörlük yapma hakkına da sahip olamaz. Bu vesileyle şunu da hatırlatalım ki bu adaya savaşı ve bölünmeyi getiren hiçbir ülkenin –İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’nin garantisine ihtiyacımız yoktur.