Ara sıra sanat içerikli denemeler yazayım diye başlamıştım T24’e misafir olmaya ancak siyasi ortamın hırçın dürtülerine tepki göstermemekte direnmenin de bir anlamı yok. Uzunca süredir Türkiye’nin gündemini işgal eden, hatta taciz eden seçim döneminin elbette ki Kıbrıs’a da yansımaları olmuştur. Çözüm sürecinin ivme kazandığına ve tarafların bir sonuca varma çabası içinde olduğuna tanık oluyoruz. Basına yansıyan ve derin kulaktan edindiğimiz bilgilere bakacak olursak iyimserliğe gölge düşürecek bazı anlaşmazlıkların baş gösterdiğini söyleyebiliriz. Merkezi otoritesi güçlü bir federal yapı mı yoksa gevşek federasyon, hatta konfederasyon diyebileceğimiz bir yapı mı murat ediliyor(?) onu anlamakta zorlanıyoruz.
Türkiye’deki seçimler Kıbrıs için de önemli; ama sadece toplumlararası görüşmelerin hangi hedefe doğru evirileceği konusunda değil, aynı zamanda toplumsal yaşamımızı etkileyen siyasi dayatmalar açısından da önemli. AK Parti’nin bir regresyon projesi olarak topluma dayattığı anti laik ve içe dönük dar kültürel siyaset, toplumun büyük bir kısmını ayartmış durumdadır. Ayartılmış bir toplumun dayatmalara da hazır olması beklenir. Bir bildiri ve kınama demokrasisinden öteye gidemeyen muhalif salınmaların bu dayatmalar karşısında ne kadar direnç gösterebildiği de ortada. Kırsal kesimlerden endüstriyel merkezlere inanç merkezli bir yaşamı dayatan siyasi projenin karşısında durması gerekenler, bariz bir edilgenlik davranışı sergiliyor. İş adamından esnafına, aydınından akademisyenine, yazarından sanatçısına memnuniyetsizlik ve boyun eğme arasında gidip gelen iştahsız bir muhaliflik söz konusu. Ayartılmış kitlelerin yanında medeni tepki gösteremeyen ve bir şekilde dolaylı olarak da olsa rejimi destekleyen bu edilgen tavırlar Erdoğan’ın ve AK Parti yönetiminin muzaffer halini onaylıyor.
Maalesef Türkiye’de olanlar bize de katlanarak yansıyor. Bizim hükümet eden sağımız da solumuz da Erdoğan’ın tahtına biat eden bir davranış içindeler. Bunun ne tür bir itaatkarlık hali olduğunu anlamamız için Kıbrıs’a getirilen suyun etrafında dönen seremoniye bir bakmak lazım. Türkiye’nin bir ilçesine su getirir gibi denize boru döşeyerek Kıbrıs’a su getirildi. Yapılan açıklamalarda ‘‘Bölgemiz bu suyla güç kazanacak’’ denildi; tam bir sömürgeci ağzıyla. Bunu çok masum bulanlar Kıbrıs’ta yükselen muhalif sese ‘‘nankör’’ yakıştırması yaptı. Türkiye’den Kıbrıs’a su getirme kararı hiçbir meclis oturumundan ya da bakanlar kurulu kararından çıkmadı. Erdoğan Türkiye’de yaptığı ‘‘Asrın Projesi’’ seremonisini aynı gün helikopterle Kıbrıs’a gelerek de yaptı. Nasıl olsa bir vilayetten diğer vilayete uçuyordu.
Bu su elbette ki bedavaya gelmiyordu. Ama suyun getirilmesi de yetmedi; dağıtımını da AKP yanlısı özel bir şirkete devretmek istediler. O da yetmedi, su borularının geçtiği yerleri istimlak edip bu özel şirkete devretmek istediler. ‘‘Siz Kıbrıslılar bunu suyun yönetimini beceremezsiniz’’ dediler. Öyle ya beslemeler neyi becerebilir ki?
Şimdilerde ise bir başka tartışma alevlendi: ‘‘Kıbrıs’ta ezan susturuldu’’. Nankörler bu defa dini inkar ederek Kemalizmi hortlatıyordu. Manşet: ‘‘Kemalizm Kıbrıs’ta Hortladı’’. Öyle ya Türkiye’de Kemalizmi mezara gömmüşken şu nankörlerin Kemalizmi Kıbrıs’ta hortlatması hazmedilir bir durum değil. Aslında konu basit. Avukat Feza Güzel Lefke kasabasındaki caminin hoparlöründen aşırı yüksek sesle okunan ezana itiraz etmiş ve açtığı davayı kazanmıştır. Mahkeme kararıyla ezan sesinin normal düzeyde çıkacak şekilde ayarlanması karara bağlanmıştır. Hoparlörlerin ses gücünün ürpertici bir şekilde insanları taciz edercesine kullanılması bariz bir dayatmadır. Şikayet edildik sonra ses yükseltilir ve bu birçok yerde ısrarla tekrarlanır.
Mahkeme kararından sonra olan olur ve ne kadar bağnaz gerici varsa kadına söylemediğini bırakmaz; ölümle tehdit etmeye varan hakaretler, aşağılamalar. Peki bütün bunlar neden oluyor? Diğer yandan İstanbul Tüyap’taki sergide meydana gelen ‘‘Çarşafa hakaret’’ olayları... Evet bütün bu bağnaz, gerici kalkışmalar neden bu denli şovence hayat buluyor? Çünkü şu anda sivil darbeyle gerçekleşen anti laik rejim, doğal üniformasız askerleriyle kendi otoritesini pekiştirme ihtiyacı hissediyor. Ayartılmış kitlelerin vahşi bir saldırganlıkla kendinden olmayanları eğmeye, bükmeye çalışması sinsi bir savaşın başladığının göstergesidir. Bu savaş asimetrik bir savaş olmakla birlikte geriden gelerek cumhuriyet rejiminin belleğini de tahrip ediyor. Kendine miras bildiği Osmanlılığı bir kimlik kuşanması olarak tüm imgeleriyle dolaşıma sokuyor.
Üzüntü verici nokta şudur ki, bütün bu dayatmalara karşı nitelikli bir laik saflaşma yok. Türkiye Cumhuriyeti büyük bir modernleşme projesiydi; ancak bu projenin iflas ettiğini ve onun yerine yeni bir gelecek planlamasının yapılamadığını görüyoruz. Bilimin yerine kutsanmış safsataların değer gördüğü ve eleştirel düşüncenin şeytanlaştırıldığı bir ortamda özgür bireyin yeşermesi imkansız. Bu felaketin AKP’nin başarısı olarak adlandırılması ve muhalif kesimlerin de akıl almaz bir kadercilikle bu sözüm ona başarıya boyun eğmesi Türkiye’ye nasıl bir son hazırlamaktadır belli... Eh işte biz Kıbrıslılar da böyle bir ‘‘ana’’nın danası olarak hangi yalaktan besleneceğimiz konusunda birbirimizi paralıyoruz.