Türkiye’de siyasi İslam’ın gözlem ve denetim kapsamına almadığı alan kalmadı nerdeyse. Sanat, basın, akademi, eğitim ve gündelik yaşamın her kesiti. Kendi akıl eksenlerinde şekillenen bir ‘‘sağduyu dünyası’’ oluşturmak için, kendi ahlaki ve mantıksal konformizmlerini özgürlükleri askıya alan bir müdahale gücüne dönüştürdüler. Yerinden etmeye çalıştıkları laiklik ve önünü almaya çalıştıkları seküler yapılanmanın yerine siyasal İslam merkezli bir yaşam tarzını tesis etme planları elbette ki kendi simgesel dizgesini de dolaşıma sokmalıydı. Kurdukları düzenin temellerini sağlama almak ve ilkelerinin daha geniş kitleler tarafından onay görmesi için iktidarlarını anıtsal bir konuma taşımaları, kitleleri de bu anıtsallık önünde eğilmesi gereken edilgen birer sosyal fragman olarak görmeleri hiç de şaşırtıcı değildir. Çünkü her anıtsal konum kendi kutsayıcılarını ve adanmışlarını belirler. Bu durumda korku en etkin araçlardan biridir.
Dinciliğin bir tutku derecesinde insanların benliğini ele geçirmesi doğal olarak bir tahakküm ilişkisini de gündeme getirir. Kendi oluşturdukları sağduyu dünyasının dışında kalanlara yönelik kendiliğinden ortaya çıkan bu tahakküm ilişkisi, toplumsal düşünmenin zihinsel işleyişini zedelediği gibi travmatik bir kültürel yarılmanın da önünü açar. Murat edilen de buydu elbette: Birbirlerini olumsuzlayan kültürel katmanlar üzerinden siyasi bir erk inşa etmek...
İyi de bu gidişatın nereye varacağını tahmin etmek çok mu zor? İktidar kendi anıtsallığı etrafında biatçı bir toplu bulunma iştahını beslerken, buna direnenlerin içlerinde besleyeceği dışlanmışlık hissi hiç mi hesaba katılmıyor? Bir tür aforoz etme yöntemiyle işlevsiz ve atıl hale getirilen bir çok insanın ne tür bir psikolojiye kapılacağı bu güç zehirlenmesi yaşayan iktidarı hiç mi ilgilendirmiyor?
Nerdeyse her türlü özgürlüğün budandığı ve özerk aklın abluka altına alındığı bir ortamda göreli olarak güçlü bir iktidar omurgası oluşturabilirsin ama toplumsal zekanın arızalandığı bir ortamda iktidar siyasi bir gücün değil, artık medeni açıdan bir zafiyetin göstergesine dönüşür. İnsanların sırf iktidarın gazabına uğramasın diye iç seslerini kendi sessizliklerine gömmeleri bariz bir düşünce intiharını işaret ediyor. Tek sesliliği, tekil düşünceyi ve tek renkli bir yaşamı tesis etmek siyasi bir başarı değil olsa olsa siyasi bir felakettir.
Yol yakınken dönmek lazım... Hırslardan ve hınç duygularından arınarak, siyasi iktidarı bir öç alma aracına dönüştürmeden toplumsal barışı sağlamak Türkiye’ye yapılacak olan en büyük iyiliktir. Muhaliflerin, değişik seslerin ve renklerin üzerine yöneltilen bu anıtsal, masif iktidar yüklenmesi tam anlamıyla siyasi bir körlüğün ve kötülüğün göstergesidir... İyileşmek lazım...