14 Temmuz 2014
Önceki yazıda psikotik ruhsal-zihinsel durum hakkında genel bilgiler vermiş ve psikotik dinamiğin çeşitli yönlerden incelenebileceğini belirterek, bunlardan iktidarın bazı eylem ve söylemlerindeki düşünüş ve hissedişi anlama bahsinde yararlanabileceğimizi söylemiştim. Bu yazıda önce genel olarak intikam duygusundan söz edeceğim, ardından intikamın hayli yaygın olan daha hafif dereceli görünümlerinden ziyade şiddetli ve dış gerçeklikle bağlantısı zayıflamış kronik biçimini ele alacağım.
İntikam, başkaları tarafından incitilmiş herkesin iyi bildiği gibi insan ruhsallığı içinde yer etmiş çok yaygın bir duygudur. Her duygu gibi intikam duygusunun da değişik tezahürleri, çeşitli derecelerde ifadeleri ve dışavurumları vardır. İntikam arayan kişi adalet ve telafi talepleriyle yola çıkabileceği gibi adil bir karşılıktan ya da ödeşmeden çok daha fazlasını amaçlayan eylemlere de yönelebilir.
İntikam kayba karşı duyulan acıdan ve öfkeden kaynaklanan karmaşık bir duygu olarak tanımlanabilir. İnsanın ruhsal durumunu etkileyebilecek kayıplara karşı olağan tepkileri üzüntü, elem ve suçluluk duygusudur. Kaybın ardından gelen bu duygular bazen saldırganlığı harekete geçirebilir niteliktedirler ama saldırganlık bu tepkilerde birincil önemde değildir. Bahsettiğimiz kayıp fiziksel ya da ruhsal nitelikte olabilir, örneğin sevilen bir insanı, manevi değerleri, statüyü, benlik saygısını yitirmek söz konusu olabilir. Kayıptan sorumlu olduğu düşünülen kişi, kurum ya da topluluklar varsa bunlara karşı olumsuz duyguların harekete geçmesi beklenmedik bir şey değildir.
Gördüğü zararın, uğradığı kaybın telafisi için daha ziyade dış gerçeklik içinde anlaşılabilir biçimde adalet arayan kişiyle kronik intikamcı arasındaki ilişkiyi açlıkla açgözlülüğün ilişkisine benzetebiliriz. Açlıktan kaynaklanan iştah doyurulabilir ama açgözlülüğün temel niteliği doymak bilmezliktir. Açlık daha ziyade maddi-fiziksel gerçeklikle ilgili giderilebilir bir durum iken açgözlülük içsel olarak belirlenen, sahip olunanların yetersizliği ile açıklanamayacak bir durumdur. Kaybının veya zararının telafisi peşinde olan kişi, kaybını kabul edip işleyebilir ve kendisine adil gelen bir uzlaşı noktasında duygularının yatıştığını fark edebilir. Kronik intikamcı içinse kaybın kabul edilmesi ve kayıptan kaynaklanan suçluluk duygularının kabulü söz konusu olmadığı için duygularının yatışması da mümkün olmaz.
Kronik intikamcı yanlış bir eylemde, kusurlu bir davranışta bulunarak kendisine acı çektirdiğini düşündüğü kişilere karşı doymak bilmez bir karşılık isteme durumundadır. Dolayısıyla aslında zararı tazmin etmeye değil, karşısındakini (fiziksel olarak olması gerekmeksizin) yok etmeye niyetlidir. Böylece intikamcılık kaybın ve kayıp karşısındaki çaresizliğin inkârına dayalı bir savunma haline gelir. İntikamcı belki kendisinin de farkında olmadığı bir boşluğu doldurmaya çalışmaktadır. Gerçek ya da hayali kayıplara karşı duyulan çaresizliğin inkârı yoluyla kurulan savunma aracılığıyla kronik intikamcılık duygusu bizatihi hayatın anlamı haline gelebilir, yani intikam anlamın yerine geçebilir. Bu durum intikamcının eylemlerinin sonucunda kendisini de tahrip edebileceğini görmesine engel olur. Bazen de kendini tahrip etme davranışı haklılığın vurgulanması, mağduriyetin gösterilebilmesi için özellikle sergilenir.
İntikam duygusuyla yüklenmiş kişi kin dolu, bağışlamasız, acımasız, katı ve amansız olup amacına yönelik olarak belirgin bir kararlılık sergiler. Belki cezalandırma ve misilleme arzusunun aşırılığını ya da amacının uygunsuzluğunu fark edebilir ama bu fark ediş duygunun gücü karşısında çabucak kaybolur.
Olağan durumda kayıplardan sonra üzüntü ve çaresizlik kadar suçluluk duygusu da hissedilir demiştim. Ama kronik intikamcı suçluluk duygusuna yabancıdır, eyleminin ahlaki ya da toplumsal sonuçlarına karşı duyarsızdır. Eğer intikam kişisel değil de toplumsal bir durumla ilgiliyse çok uzun süreli olabilir, hatta kuşaktan kuşağa aktarılabilir. Bu durumda intikamcı kişi ya da gruplar kendilerine karşı yeni kötülüklerin yapılabileceği yolunda sürekli bir kuşku içinde olurlar. Ama aynı zamanda bilinçli ya da bilinçdışı olarak kendilerine karşı düşmanca davranışları da teşvik ederler. Dışsal koşullardaki değişiklikler duygunun gücünü pek az etkiler, çünkü duygusal durumla çelişen uyaranlar çabucak elenip fark ediş alanından uzaklaştırılırlar. İntikam duygusu imgelem ve fantezilerle sürekli canlı tutulur. Bilinçli olarak bakıldığında intikamın amacı bir yanlışı düzeltmek, telafi etmek, ödeşmek, cezalandırmak ya da huzura ermektir. Ama bilinçdışı olarak benliğe yönelik yıkıcı hasarı inkâr etmek ve saklamak hedeflenir. Yani intikam duygusu korkunun yerine de geçebilir ve korkuyu saklamanın bir aracı olabilir.
Kronik intikamcının vicdani kısıtlamalardan bağışık olması ve suçluluk duygusunun yokluğu çarpıcıdır. Olması gereken yerde suçluluk duyguları yokken intikamcı sanki düşmanlarının üst benliğidir, onları sürekli kınayıp kötüyle doldurur, suçluluk duygularının onlarda olması gerektiğini düşünür ve böylece kendi üst benliğinin isteklerini başkaları üzerinden karşılar. O halde intikamcı ruh hali suçluluğu dindirmek, benliğin uğradığı hasarı inkâr etmek ve saldırganlıkla başa çıkmak yolunda bir çabayı temsil eder.
İntikamcılık toplumsal bağlamda karşımıza çıktığında genellikle adaletin, rekabetin ya da dışsal koşulların gerektirdiği bir durum gibi sunularak gizlenir. Örgütler, topluluklar, kimlikler nezdinde düşünüldüğünde intikam duygusu üyeler arasındaki gizli bir uzlaşma ile dışarıda bir düşman arayıp bulur. Öte yandan kendi örgütüne, topluluğuna ve kimliğine sürekli olumlu nitelikler atfeder. Saldırganlık ve yok etme yolundaki arzu ve eylemlerini de adalet ya da rekabet kisvesi altında sergiler.
İntikam bireysel görünümlü olduğu zaman bile kuvvetli toplumsal yanları olan bir duygudur. İntikamcı bir bakıma tüm toplum adına davranır. Ona göre kendisine acı veren “kötü öteki” toplumsal normlardan sapmış, toplumsal düzeni bozmuştur. Öte yandan uygar toplum intikam duygularını kabullenmek istemez ve uygarlığın bir gereği olarak intikamı kişisel niteliğinden uzaklaştırarak, emniyet ve adalet sistemi gibi aracılar vasıtasıyla çözmeye çalışır.
İntikamın en eski ifadesi yani “göze göz dişe diş” şeklindeki somut ve eşit karşılık talebi kadim zamanlardan kalmadır ve toplumsal yapının ve düzenin korunması amacına atıf yapar. Dolayısıyla intikam yalnızca bir kişinin eylemi değil, aynı zamanda toplumsal-kültürel bir örüntüdür. Öteki olmadan, kötü ötekiler hesaba katılmadan yeterli olarak kavramsallaştırılamaz.
Doğrudan doğruya toplumsal nitelikte olduğunda dini, milli, kültürel kimlikler etrafında oluşmuş grupların kaybı ifade etmekte, kendi yıkıcılıkları için sorumluluk almakta ve bunun sonucu olan suçluluk duygusuyla başa çıkmakta zorlandıklarını görürüz. Bu durumda suçluluğun yer değiştirmesi bir tür yabancılaşmış yas tutma olarak düşünülebilir. Psikotik olmayan bir yas tutmada içten gelen bir “aşılacak” duygusu hissedilir, oysa psikotik olanda tüm olumsuz duygular düşmana suçlama olarak yansıtılır. Bu durum saldırıya uğramış ya da uğrama korkusu altında olan intikamcının sahiplenilmemiş ve farkına varılmamış suçluluk duygularını ifade eder.
İntikamcı, sevgiyle bağlanılmış nesne ve simgelerin kaybını ve yıkımını kabul etmek ve bununla bağlantılı suçluluğu kabul etmek yerine düşmanı savaşı başlatan taraf olmakla suçlar. Düşmanın mağlubiyeti haklılığın kanıtı gibi algılanır, yok etme suçun cezası gibidir. Düşmanı suçlama savaşa yönelmenin yarattığı suçluluktan kaçınmak için temel mekanizmadır.
Geniş grupların (dini, milli, kültürel) bilinçdışı olarak odaklandığı seçilmiş travma grup kimliklerinin oluşmasında kuşaklararası aktarım yoluyla varlığını sürdürür. Bir etnik ya da dinsel grubun, ulusun, örgütün seçilmiş travması toplumsal sistemin ve bireyin düşünüş ve eylemlerini önemli biçimde etkileyebilir. Bu durumda bireyle topluluk arasındaki farklılıklar erir ve bireysel kimlikler toplumsal aidiyete adeta rehin verilir.
Bazen de bireyin toplulukla (kendi bireysel kimliğini aşan biçimde) özdeşleşebildiğini ve bir kişinin tüm bir topluluk adına konuşabildiğini görürüz. Topluluğun kaybın yasını tutamaması ve aşağılanmışlık duygusu düşman gruplara ve topluluklara karşı yıkıcı ve yok edici bir düşünüş ve eylem çizgisini harekete geçirir. Bu bize toplumsal kimliklerin travmatize olmuş ve misillemeci bir iptidai düşünüş tarzını nasıl var ettiği hakkında bir fikir verir.
Kronik intikam duygusu kişisel geçmişin travma ve kayıplarına karşı savunma işleviyle kişi ya da grubun kendisini olduğundan daha güçlü görmesine yol açan bir duygudur. Bilinçli ya da bilinçdışı olarak toplu intikam kampanyalarına katılmak gerçek dünyanın kayıplarını reddetmek ve kendi içsel ihtiyaçlarına uygun biçimde adil olarak kabul edilen bir toplumsal düzeni savunmak şeklinde tecrübe edilir. Bir dini, milli, kültürel topluluk bilinçdışı olarak bir seçilmiş travmanın kuşaklararası aktarımına kapılmışsa sadece eski travmatik yenilgileri değil eski düşmanları da mevcut rakiplerin yanına koyar.
Söyleyeceklerimi somut bir örnekle bitireceğim. İktidarın düşünme ve eyleme biçiminde kronik intikamcılığın pek çok örneğinin kolayca bulunabileceğini belirtmiştim. Hemen bugünkü haberlerde öyle uzun boylu aramaya gerek olmaksızın Başbakan Erdoğan’ın Yozgat’ta yaptığı konuşmayla karşılaştım. Yazının havasından anlaşılacağını umduğum üzere amacım bu konuşmanın somut içeriğini tartışmak değil duygusal atmosferinin nasıl olduğuna dikkat çekmek. Konuşmanın tamamında ve başka birçok örnekte benzer düşünce ve duygular kolaylıkla bulunabilir. Bu kısacık paragraf bile yukarıda anlatmaya çalıştığım birçok şeyi gayet açıklıkla gösteriyor: “Yozgat oynanan oyunun farkında. Çünkü CHP zulmünü bilir. Yozgat tek parti döneminde burada ne büyük zulümler yaşandığını bilir. Yozgat, camilerin nasıl kapatıldığını, Kur'an öğrenmenin, öğretmenin nasıl yasaklandığını, milletin nasıl tahkir edildiğini çok iyi bilir. Büyük Cami'de imamların, müezzinlerin nasıl derdest edildiğini gayet iyi hatırlar, gayet iyi bilir. Ben inanıyorum ki Yozgat gidip CHP ile işbirliği yapanlara dersini sandıkta verecektir. İnanıyorum ki Yozgat, yaşanan onca zulümden sonra gidip CHP'nin oyuncağı olanlara cevabını çok iyi verir. (…) Burası CHP'nin, İsmet İnönü'nün zulmünü iliklerine kadar yaşamış bir şehirdir.” ( http://www.aksam.com.tr/siyaset/erdogan-ekmel-beye-tesekkur-ediyorum/haber-323574 )
Konuşmada sözü edilen dönem 70 yıl öncesine ait. Ancak kindar ve kinine (garazına, hıncına, gayzına, öcüne diye ilave edilebilir) sahip çıkan bir gençlik ve kimlik isteyen konuşmacı dünyayı kendi tarafındakiler ve ötekiler, iyiler ve kötüler diye ayırt ederken aynı zamanda bugünü kast ediyor. Güncel bir bağlamda, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili konuşurken gündemden değil deyim yerindeyse “dündem”den söz ediyor. Millet tahkir edilmiş, zulmü iliklerine kadar yaşamıştır. Zulüm özellikle camilerin kapatılması, Kur’an öğrenmenin ve öğretmenin yasaklanması, din adamlarının derdest edilmesi gibi dinsel konularda ortaya çıkmıştır. Kendisini dinleyenlerin bunları gayet iyi hatırlayıp gayet iyi bildiğini söylemektedir. Bu, aslında “Bunlar gayet iyi hatırlanmalı, gayet iyi bilinmelidir” demek isteyen ve kimin kötü, kimin düşman, kimin öteki olduğunu tebliğ eden bir konuşma olarak da anlaşılabilir. Temelde belirli bir duygusal durumu aktarmaya yönelik olduğu için, geçmişle bugünün karışmasının, karşısındaki adayın bunlarla ilişkisinin ne olduğunun belirsiz oluşunun bir önemi yoktur. Eğer içsel mecburiyetler gereğince belirli duygusal atmosferin oluşması için gerçeklerin feda edilmesi gerekiyorsa bu kolayca, suçluluk duymaksızın, kararlılıkla ve acımasızlıkla yapılabilir. (Buna ilişkin sayısız örnek bulunabileceğini düşünüyorum. Ama mizah uzun uzun anlatılabilecek şeyleri karanlıkta çakan bir ışık gibi bir çırpıda aydınlatabilir. O nedenle yaklaşık iki yıl önce okullarda süt dağıtma uygulaması yapıldığında binlerce öğrencinin bozuk sütlerden dolayı yaşadığı rahatsızlıklarla ilgili olarak aklımda kalmış olan bir Zaytung haberini örnek olarak sunuyorum. “Sağlık Bakanlığı bozuk çıkan sütler nedeniyle 1940-1950 arası CHP tarım politikalarını incelemeye aldı.”)
Böylelikle gerçek hitap edilen kitleye parçalanmış, bölmeye ve idealleştirmeye dayalı bir biçimde sunulmaktadır. Sürekli tekrarlanan bir mağduriyet ve saldırıya uğramışlık duygusu altında olumsuz duygular kötü ötekiye yöneltilmekte, kaybedilenler için üzüntü ve suçluluk duymak yerine öfke ve kin duyguları eşliğinde hesap sorma, bedel ödetme vurgusu yapılmaktadır. Ancak sorun şurada ki bireysel ve toplumsal olgunlaşma kendi kaybına, suçluluk duygusuna sahip çıkmakla ve yalnızca bunların ortaya çıkarabileceği sevgi ve uzlaşma duygularıyla gerçekleşebilir. Düşünsel bakımdan içeriği yerli yerinde olsa bile intikamcı duygularla ancak iptidai bir içsel rahatlık ve başarı duygusu elde edilebilir. Gücün ve hegemonyanın peşinde kendi içindeki olumsuzlukları sürekli inkâr eden ve bunu takipçilerinden de isteyen bir anlayış ödediği ve başkalarına ödettiği bedelin ne kadar ağır olduğunun farkında bile olmaz. O yüzden kronik intikamcı hedefi saydığı duruma ulaşsa bile bunun yeterli olmadığını, boşluğun bir türlü dolmadığını, iç dünyasındaki hazin çaresizliğin giderilemediğini, o yüzden de yaptığı şeyi yapmaya hep devam etmek zorunda olduğunu tecrübe etmek zorunda kalacaktır.
Gezi hareketinin en temel niteliklerinden birisinin birbirine uzak kesimlerin bir arada bulunabilmesi olduğu pek çok defa söylenip vurgulanmıştı. Ben bu bir arada oluşun yalnızca mevcut iktidara karşıtlık temelinde gelişmediğini düşünüyorum. Bu hareketin katılımcılarında olağan zamanlarda yıllar alabilecek bilinç değişiklikleri çok kısa bir zaman içerisinde gözlenmişti. Katılımcıların çoğunda kendi suçluluk duygularıyla yüzleşme, kendi geçmişindeki olumsuzlukları sahiplenme, o güne dek yan yana gelmedikleri gruplarda kendilerine alabilecekleri değerler bulma gibi toplumsal olgunlaşma alametleri vardı. Yeryüzü sofraları, Kürtlerin giderek artan katılımı, farklı hatta neredeyse düşman siyasi görüşlerden kişilerin dayanışmasını sergileyen görüntüler, haysiyet ve vicdana yapılan vurgu, kendinden yola çıksa da diğer gruplara, kente ve doğaya sahip çıkan tutumlar bunlar arasında sayılabilir. İşte bunlardan dolayı şimdiki ortam bu durumun sürdürülemediği izlenimini verse de, mevcut iktidar kendi hissiyat ve fikriyat dünyasına tepki niteliğindeki düşmanlık ve intikam duygularını uyarmaktan geri durmasa da, Gezi'de başlayan toplumsal olgunlaşma adımının devam edeceğine, kronik intikamcılığın değil yaşanan zor zamanların “aşılacağı” duygusuna güven duymanın galebe çalacağına inanmaya gerçekten ihtiyacımız var.
@turkaydemir1
"Vakti kaybettin mi?" diye sordum ve "Sevdiğimizi kaybedince vakit duygusunu da kaybetmiş gibi oluyoruz ya"...
Dörtlünün üyeleri işlemedikleri bir suçtan dolayı on beş yıldan uzun bir süre hapiste kaldıktan sonra 1989 Ekim'inde polisin aleyhteki bazı kanıtları uydurduğu, öte yandan lehteki bazı kanıtları da gizlediği anlaşılınca davanın düşmesiyle salıverilmişlerdi
Depresyon bir ruhsal bozukluğa işaret ederken, yas kaybın ardından gelişen normal bir reaksiyon olarak kabul edilir. Ortada kayıp varsa, kaybı inkâr etmek ve yastan kaçınmak sağlıklı değildir
© Tüm hakları saklıdır.