19 Haziran 2018

Tansu Çiller sahnede yerini almışken hatırlayalım; Türkiye'nin paralel devlet alışkanlığı

'Çillerli yıllar' çok karanlık ve kanlı günlerdi. Ve o karanlık hiç aydınlanmadı…

Aşağıda paylaştığım yazıyı 9 Ocak 2014'te yazmıştım. 17-25 Aralık henüz patlamıştı, artçıları hâlâ sürüyordu.

Amacım Türkiye'de gelenekleşen derin devlet meselesine ve işleyişindeki 'taşeron' alışkanlığına dikkat çekmekti. 

Bugün, ülke olarak geldiğimiz yerden baktığımda yine aynı yazıyı yazmak istediğimi fark ettim.

2018 yılının Haziran ayında siyaset sahnesinde yine Tansu Çiller'i gördüğünde insanın aklına gelecekler bellidir.

Benim de aklıma onlar geldi.

Fakat yıllardır sorgulamaktan yorulmadığım sorular da yine karşıma dikildi.

Yenisinden henüz kurtulmuşken 'eski derin devlet'le yeniden burun buruna geldiğimiz bu günlerde bu yazıyı tekrar paylaşmak istedim.

Cevabını bulmakta değil ama kabullenmekte zorlandığım sorular ve gerçekleri bir kere daha, üstelik karşılaştırma yaparak göz önüne serelim istedim.

Türkiye’nin paralel devlet alışkanlığı

Son yılları ‘darbe geleneğinden kurtulmak’ tartışmaları ile geçirdik. Ancak bir diğer hayati alışkanlığımızı hakkını vererek tartışamadık. Hakkını vererek diyorum, çünkü ifşa olmuş yapılar hiç yargılanmadı. Gündeme oturan bazı davalara -misal Balyoz ve Ergenekon- serpiştirilen derin aktörleri hatırlarsak, azmettiricisi kabul edilecek dönemin hükümetleri ile hesaplaşamadık. Başrollerin yargılandığına hiç tanıklık edemedik.

Oysa darbeler ve derin devlet birbirini takip eden iki tehlikeli unsurdu. Birinin oluşmaya başladığı yerde diğerinin sahneye çıkması geçmiş deneyimlerde yaşanmıştı.

Başrollerle hesaplaşamamamızın nedeni belki de devamlılığı olan derin devlet anlayışı, her hükümetin kendi derin devletini yaratma arzusuydu. 

Şimdilerde 'paralel' adı verilen aslında Türkiye’nin çok aşina olduğu bir yapıyı tartışmaktayız.

Şüphesiz her ‘derin’in kendi dokusu, yapısı, işleyiş biçimi farklı. Kimi düşmanını faili meçhulle ortadan kaldırdı, kimi cezaevlerine tıkarak.

Kimi çete, mafyalar veya asker aracılığı ile tüm kontrolü eline almaya niyetlendi, kimi savcılar ve polisle.

"Türkiye’de oylarla seçilen hükümetlerin derin devlet  arzusu nereden kaynaklanıyor" sorusuna çok uzaklara gitmeden, hafızalarımızda tazeliğini koruyan MİT’in Basında yer aldığı şekilde hazırladığı "Çiller özel örgütü" raporuna bakarak cevap aramaya çalışalım.

Hatırlarsanız 17 Aralık yolsuzluk operasyonunu, Susurluk kazasının meydana gelmesi ile o dönemin tüm derin yapısının ortaya çıkmasına benzetenler de olmuştu.

                                    ***

17 Kasım 1996 tarihinde dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’a sunulmak üzere, MİT Müsteşarı Sönmez Köksal, 1998’de ise Şenkal Atasagun imzalı "Çiller Örgütü" raporu hazırlandı. Rapor yakın bir tarihte TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu'na gönderilen ‘çok gizli’ ek belgelerin içinde yer almasıyla da haber olmuştu.

O günlerde çok tartışılan raporda bazı şemalara da yer verilmişti ve "iddialar basında yer aldığı şekilde şematize edilmiştir"  notu düşülmüştü. Raporların tartışıldığı günlerde Eski MİT Müsteşarı Sönmez Köksal bir açıklama yapmış ve “Basında çıkan iddialarla hazırlanmış bir rapor. Raporun verilmesinden sonraki süreç ise zaten üzerinde konuşmamam gereken bir süreç’’ demişti.

O belgelerde ne gibi saptamalar vardı hatırlayalım;

- Devletin içinde kontrolsüz güçlerin varlığı.

- Bu güçlerin devletin ihtiyaçları dışında da bazı istenmeyen faaliyetlere yönelebildiği.

- Devletin aynı kuruluşu içinde farklı anlayışta olanların birbirleri ile devletin olanaklarını kullanarak mücadele edebildikleri.

- İstihbaratta ve örtülü operasyonlarda çok başlılığın bulunduğu.

- Gizlilik taşıması gereken devlet belgelerinin veya faliyetlerinin dahi kolayca açıklanabildiği, tartışılabildiği.

- Kontrolsüz güçlerin, bazı siyasi kişilerce desteklendiği.

- Devlet adına yapılan işlerde dahi büyük miktarda maddi çıkarın söz konusu olduğunu gösterecek emareler ortaya çıktığı.

                                     * * *

MİT’in hazırladığı, ispat edilmemiş örgütsel şemaya göre; Tansu Çiller ve Özer Çiller’in başını çektiği, Mehmet Ağar’ın da yönetiminde olduğu iddia edilen MİT, emniyet, TSK, ülkücü mafya ve uyuşturucu, silah, nükleer madde mafyasına uzanan bir örgüt yapısı öne sürülmüştü.

Tüm bu araştırmalara Susurluk kazası ve üzerinin kapatılması ile başlanmıştı.

Buraya bir parantez açalım ve yine raporda yer alan Susurluk kazasından sonra devlet erkanı tarafından yapılan açıklamalara da bakalım.
 

Necmettin Erbakan: Susurluk olayı fasa fisodur.

Adalet Bakanı Şevket Kazan: (Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık eylemini kastederek) Mum söndü oynuyorlar!

Tansu Çiller: (Abdullah Çatlı için) Bu ülke için kurşun atan da, kurşun yiyen de bizim için şereflidir.

Devam etmeden önce bir hatırlatma daha yapalım; Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu’nun "Susurluk-20 Yıllık Domino Oyunu" kitabında, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’in dönemin  TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk'a "Türkiye, bizim içişlerimize burnunu soktu, olaylar 400 civanıma mal oldu" dediği de MİT raporlarında yer alıyor.

Berberoğlu’nun kitabının o bölümü, Çiller örgütünün Mart 1995’de Aliyev’e karşı darbe girişiminde bulunduğu, MİT’in Süleyman Demirel’e ihbar etmesi ile bu girişime müdahele edildiği iddialarının yanında ek bilgi olarak sunuluyor.

                                   * * *

Yine aynı MİT raporunda basında yer alan haberlerden yola çıkarak  hazırlanan şemalara göre; "Çiller özel örgütü" CIA (Amerika) ve Mossad (İsrail) bağlantılı gösteriliyor.

Çillerli yıllarda hepimizin tanıklık ettiği hedef göstermeleri, faili meçhulleri, yıkıp-yakmaları bu yazıya konu etmesek de MiİT raporunda yer alan gazetecilere yönelik tehditler, gazete bombalama, (Özgür Ülke 1994 yılında bombalandı) Özer Çiller’in eski emniyet Müdürü Necdet Menzir’ e ‘’Bizim atadığımız emniyet müdürü isterse Uğur Dündar’a aleyhimizdeki haberleri yaptırmaz’’ dediği gibi  iddialar da yer alıyordu.

                                    * * *

Ve pek tabii MİT, Başbakan’a sunduğu bu raporun sonunda alınması gereken tedbirlere de yer vermişti:

Güvenlik kuvvetlerinin merkezi bir kontrole bağlanması.

İstihbarat yetkisine sahip kuruluşların net olarak belirlenmesi ve merkezi kontrolü sağlayacak yasal kuruluş olan MİT Müsteşarlığı’nın koordinatörlüğünün işler hale getirilmesi.

Örtülü operasyonların merkezi kararlara bağlı gerçekleştirilmesi ve devletin meşru güçlerince icra edilmesi.

Politize olmuş, kadroların ayıklanması.

                                        * * *

Türkiye’de başbakanlık yapmış biri ve eşi hakkında iddia edilenler bunlar. Bir kaza ile ortaya çıkan bu paralel yapının, devlet eliyle, yani o dönemin başbakanının arzusu ile kurulduğu ispat edilemiyor, ama iddia ediliyor.

Hatta iddialar, ‘özel büro’ örgütü içinde yer alan ‘karanlık figürler’ de  politik güç elde etme çabasına giriştiğinde sorunlar yaşanmaya başladığı ve yaşanan ‘örgütsel aksaklıklar’ sonucu birçok kişinin öldürüldüğü (ki şemada yer alanların çoğu öldürüldü), yaşayanların ise  güvenilen, sessiz kalacağına inanılanlar olduğu yönünde.

İddia edilen adıyla ‘Çiller Özel örgütü’, ama ispatlanamadığı için biz Çillerli yıllar diyelim. Çok karanlık ve kanlı günlerdi.

Ve o karanlık hiç aydınlanmadı…

Hedefi tüm güvenlik güçlerini ele geçirip ülkeye hakim olmak, yapılacak hamlelere müdahale edecek bir engelleyici güç bırakmamak olduğu iddia edilen bir yapıydı.

Dönem dönem gündeme gelip sonra aynı hızla unutulan Çiller Özel Örgütü konusunda bir muhatap bulsak şüphesiz ki;

"Bu yolda bir paralel devlet yaratmanın, beraber hareket etmenin, operasyonlar düzenlemenin gün gelince yaratıcısını da yok edebilecek bir yapıya dönüşebileceğini düşünmediniz mi" diye sorardık.

Bu soruyu bugünkü muhataplarına soramadığımız, sorduğumuzda da tüm parmaklar tek suçlu olarak paralel adlı hayali bir devleti gösterdiği için, biz de mecburen cevapları geçmişte  arayalım… Kimbilir belki de Çillerli yılları çözmek bugünü daha kolay algılamaya yardımcı olur.

Yazarın Diğer Yazıları

Kobani duruşmasında umut yeşerten tek hamle "yeni CHP"den geldi!

Kobani davasının geleceğe dair umut yeşerten hamlesi, CHP’nin duruşmayı izlemek üzere bir heyet yollaması oldu. Yeni CHP, "Barış masası olacaksa kimse bu masa için Erdoğan’a mecbur değil" mesajı vermeye devam ediyor. Umarım bu tavrı tüm siyasi tutukluların davalarında da gösterirler…

Türkiye'de âdetten değildir ama, bu bir özür ve özeleştiri yazısıdır!

Politik bir tutum olarak sandığa gitmedim… Ülke insanına, sandığa topyekûn bir inanç kaybı ve küskünlük yaşadığımı anlayamamışım… Küserek hakkımı aramaktan vazgeçme noktasına savrulmuşum, bunun özeleştirisini vermekle yükümlüyüm… Ben bu seçim sonuçlarını öngörememiş olmanın özrünü değil, insanımıza dair girdiğim bu inançsızlaşma süreci için özür diliyorum… Ve evet CHP'de 'iyi çalışan' o azınlığı görmezden geldiğim için de o CHP'li azınlıktan özür diliyorum…

Gökhan Zan’ın sorumluluğu Erkan Baş’ta da değilse kimdedir?

Çevrelerinden kimseyi bir Gökhan Zan kadar beğenememiş olduklarından, adayları üstelik de böyle kritik bir kentte, bu kişi olmuş-olabilmiş… E tabii ‘Kaf Dağı’ tenha olur, şüphesiz!.. TİP’i uzun zamandır böyle açıktan konuşmak -masalarda bırakmamak-gerekiyordu aslında. Elbette hepimiz her şeyin farkındayız, belki de sizlerin vekillik kariyerlerinden uzundur buralardayız! Ama dinlemediniz, ama duymadınız, ama sözüm ona yasakladınız!