Türkiye’de gazetecilik yapıyorsanız şayet; kovulmuş olmaktan gurur duymalısınız.
Yakınılacak bir şey yok.
Yasaklandıysan gurur duy kendinle!
Hepimize öğretilen budur.
Doğru bidiğini yazmaktan vazgeçmeyenler sistem tarafından işsiz ve parasız bırakılır.
Ve bu bir gazeteci için onurdur.
Kovulursun ve sokaklarda karşılaştığın okur tarafından tebrik edilirsin.
Aslında ‘iyi-doğru olan şeyler cezalandırılır’ anlayışının benzeri bir öğreti hakimdir ülkeye.
Şizofrenik bir durum.
‘Cezalandırılacak kadar doğruydun demek’ diyerek överler seni.
İşsizsindir, parasızsındır, geleceğine dair ümidin yoktur. Üstelik feci bir haksızlığa uğramışsındır, düşüncelerinden ötürü cezalandırılmışsındır ve bu durumlar senin aslında başarılı olduğunun göstergesi olarak kabul edilir bu ülkede.
Hayranlıkla hatırladığımız düşünce insanlarına, yazarlara ve gazetecilere baktığımızda çoğu ülkesinden kaçmak, hapis yatmak, gurbette ölmek durumunda kalmıştır ve bu bir nevi ‘şeref nişanı’ olarak kabul edilir.
Hele öldürülenler; onlar gururumuzdur!
Arkalarından düzenlenen paneller, eylemler ve haklarıda yazılacak kitaplarda olmak ise geride kalanlar için paye olur.
Gazetecilikte en üst mertebeye öldürülerek geçenler;
İşte Türkiye'de aydın olmanın mayınlarla dolu yolculuğunun kısacık özeti.
Çoğunluk aynı kanaattedir ‘doğru söyleyenin sonudur bu.’
Diğer yandan;
Pek havalıdır düşüncelerden ötürü ‘cezalandırılan’a sahip çıkmak!
Gidenin ardından meslektaşları konuşur. Gitmek illa ölüm değildir şüphesiz. Kovulursun ve onlar konuşur.
Cezaevine girersin ve onlar konuşur.
Kaçmak zorunda kalırsın, dönersen müebbetliksindir ve onlar yine senin ne şahane bir düşünce savaşçısı olduğuna dair konuşur.
Onlar’ın kariyeridir belki de cezalandırılanı cezası kesildikten sonra sırtlarında taşımak.
Ama döner bakarsın tüm tarih boyunca her zaman tehlike çok öncelerden ‘geliyorum’ demeye başlamıştır.
Ölecek olan, hapse atılacak olan, kaçmak zorunda kalacak olan, yokluğa terk edilecek olanlar hep bellidir.
Ama belliyken bir şey yapılmaz. İşin raconuna uymaz.
Kimse kapı çalmadan önce kimseye sahip çıkmaz.
Kimbilir belki de cezası kesilmemiş aydına sahip çıkmak beraberinde arzulanan kariyeri de getirmiyordur.
* * *
Tarihi kendinden başlatanlar sadece cahillerdir şüphesiz. Türkiye okuyana- yazana her daim düşman olmuştur. Dayatılan ‘gerçeğe’ karşı gelmek her daim bölücülükle veya illegal bir oluşuma sempati duymakla suçlanmaya mahkûm eder yazarı.
Değişen dönemlerde, farklı ideolojilerin güç kazanması ile ceza listelerinin ‘rengi’ de değişmiştir ama çoğunlukla gerçeğin ve doğrunun peşinde olmak her dönemin dayak yiyen kahramanı olmayı da beraberinde getirmiştir.
Yıl 2013 ise romantik bakış yerini anlamsızlığa bırakır.
Dünya cadı avlarını tarihte bırakırken, dünyadan haberdar olanlar için de ‘düşündüm öyleyse cezalıyım’ demek pek kolay değildir.
Şimdi bunca lafı neden ettiğime gelelim; bugün medyanın içinde bulunduğu bu utanç sahnesinin en büyük sorumlusu kendi mensuplarıdır.
Başbakan Erdoğan’ın diktatörleşmesine gelene kadar önce meslek kendini sorgulamak zorundadır.
Gazeteci demeye bin şahit isteyenlerin her köşeyi tuttuğu, bilginin değil manüplasyonun sahnede olduğu, usta mertebesine gelenlerin ise egolarından sıyrılıp kendinden başka kimse için kılını kıpırtdatmayacak kadar ‘önemli’ olduğu, parlak çömezlerin tek derdinin yırtmak ve şöhret olduğu bu ‘gazetecilik ortamı’ iyice dibe vursun! Vursun ki yeniden kurulsun.
Mağdur olanın adını yanına alarak kariyer yapanlar, güçlünün kalemi olanlar, mesleği haber vermekten çıkartıp okuru bir yöne iteleme görevi üstlenenler, tetikçiler, azmettriciler, ırkçılar, sakıncalı dili ustaca ve utanmazca kullananlar, düşman dili ile yazı yazanlar, kadın ve insan düşmanlarından temizlensin bu meslek.
Kirden göz gözü görmezken hâlâ birbirine meslek dersi verenler, ideolojik koltuk kapmaca oynayanlar da biraz dursun. Ve gazeteciliğin ne olduğunu hatırlatsın kendisine.
Kimin ne düşündüğüyle, kimin asılnda ne kadar ‘adam’ olduğuyla uğraşmayı bir kenara bırakıp ‘mesleği ellerimizle nasıl bu hale getirdik’ muhasebesi yapılsın azıcık.
Bir meslek büyüğüm ‘gazetecilik büyük hata kaldırmaz’ demişti…
Naif bir yanılgı içindeydi şüphesiz. Daha doğrusu o evrensel bir doğrudan söz ediyordu. Oysa bizler büyük hataların, insanlık suçlarının, birilerinin adamı olmanın, siyasete yön vermeyi yorumculuk saymanın, hedef göstermeciliğin, çıkar için adam asmacanın, birilerinin adamı olmanın, yalancılığın ödüllendirildiği bir meslek dalında direndikçe yok ediliyorduk.
Yok edildikçe, yok edilme edebiyatı da başkalarının sanatı haline geliyordu üstelik.
* * *
28 Haziran’da gezi sempatizanlığından ‘yasaklılar’ listesine alındım.
Artık ana akımda iş yoktu benim için.
Ve şaşırır mısınız bilmiyorum ama bu utanılan bir şey değil medyada, yani ana akım gazetelerin yöneticileri her karşılaşmada ‘aslında seninle çalışmayı çok istiyoruz ama durum malum’ derken tek bir utanç belirtisi göstermiyor.
İçinde bulundukları, bulunduğumuz durum fazlasıyla kanıksanmış, kabul edilmiş anlayacağınız. Kimsenin bu gidişle mücadele etmeye niyeti yok.
Geride bıraktığımız 10 yıl içinde yaşanan ifade özgürlüğü tecavüzlerine ses çıkartmayanlardan şimdi, ortalık tamamen tarumar olmuşken ses çıkartmasını beklemek de çocukluk belki..
Bir arada hareket etmemizin, özgür kalemlerinin peşinde olan gazetecilerle bir arada mücadele vermemizin de mümkün olmadığı ortada.
Herkes kendi hikayesi ile ve kendi muhteşemliği ile o kadar meşgul ki diğerleri ile elele tutuşması için sadece başrol olması, bu birlikteliğin ona bir katkı sağlayacağından emin olması gerekiyor.
Özetle; bir arada mücadele etme çabası bugünlerde yorucu bir meşguliyetten ibaret malesef.
Başka yol yoksa; bireysel mücadeleye devam!
Kaldığımız yerden, özgürce kalem oynatmaya şimdi biraz da T24’te devam edelim. Her salı ve perşembe burada olacağım, beklerim.