Katledilerek öldürülen gazeteci Uğur Mumcu ''Türkiye'de gazetecilik siyasi kavganın, siyasi mücadelenin bir parçası, bir kürsüsüdür'' demiş verdiği bir söyleşide.
Doğrusunu isterseniz mesleğin eğitimini alırken de, mesleğe başlarken de farkında olmadığım, hatta üzerine hiç düşünmediğim bir konuydu bu 'mücadele' meselesi.
Belki o gün 'gazeteci olunca kimlerle mücadele edeceksin' diye soran biri olsa, en klasik yanıt olan 'hırsızlar, katiller ve yetimin hakkını yiyenlerle' deyiverirdim..
Hiç bu derece siyasi bir kavgada bunca bedel ödettirilerek nefes alma mücadelesine devam edeceğim aklıma gelmemişti!
Aslında ben 'mücadele için' meseleği seçenlerden de değildim.
Dilimdi, kalemimdi, aklımın çalışışıydı gazeteciliğe müsaitti, seçiverdim işte.
Öncesinde bir dayanıklılık testi fila n da yapılmadı bana.
Nereye kadar mücadele edebilir diye bakılmadı hiç.
Hangi davaya inanır, nereye kadar yürür diye ölçen bir mekanizma da olmadı.
Fakat şimdi arkama, yani geçmişe, önüme ve geleceğe baktığımda anlıyorum ki, mutlaka bizlere 'dayanma gücü arttırıcı psikolojik dersler' de verilmeliymiş.
Gerçi mesleğe en dibinden, tezgâhından başlayanlar şimdi ne demek isteyeceğimi daha iyi anlayacaklar; bir medya kurumunda işe başladığımız anda başlardı eziyet! Ne kadar 'üstümüz' varsa hepsinin kişiliğine has bir psikolojik işkence metodu olurdu. Yeni gelen gençler üzerinde 'bu ne kadar dayanır' tahminleri oynarlardı.
İnanır mısınız bilmem ama en az süre tanınan ben, bir şekilde hep o kurumun en uzun çalışanı olurdum.
Rahmetli Ufuk Güldemir Habertürk'ten ayrılmak istediğimi söylediğimde, "Biz seni karla, yağmurla, fırtınayla eğittik. Derin, bir gergedan derisidir artık, yolun açık olsun" demişti.
Doğrusu pek bir şey anlamamıştım o sözlerden.
Ama şimdi yaşasa kendisine çok sormak isterdim 'o gün yaptığı tanımlamadaki kar, yağmur şimdikine benzer mi' diye...
Sonuçta geçmişe dönüp, filmi ilk güne sarıp baktığımda her aşamanın ne zor geçtiğini bir kere daha fark ediyorum.
Stajyerlik sonrası muhabirlik hep eziyetli geçti, hep çok zorlandı kişiliğim. Şimdi olduğum kişiye de belki bu zorlamalar neticesinde dönüştüm.
İyi yanları olduğu kadar anksiyetik bir kişiliğe de vesile olduğu tartışmasız!
Sonra meslekte yükselme günleri geldi ama zorluklar hiç bitmedi.
Hep mücadele, hep bedel ödeme.
Bir şekilde bu normalim oldu benim.
Ve yazının başında da alıntıladığım gibi saygıyla andığım Uğur Mumcu'nun "Siyasi mücadelenin bir parçasıyız" dediği gazeteciliğe aşkla bağlı biri oldum.
Şimdi bunca sözü neden ettiğime gelelim; malumunuz bir savaş söz konusu. Afrin'de tam da istediğim netlikte temiz bilgi akışına ulaşamadığım bir savaş.
"Savaşa hayır" diyenleri "vatan haini" ilan ettikleri, "terörist" dedikleri, "FETÖ'cü" diye yaftaladıkları, hemen operasyonlar düzenleyip gözaltına aldıkları ortada.
Peki biz ne yapacağız şimdi?
Doğruyu isterseniz...
İşin içine insan ölümü girdiğinde diğer tüm konular detaya dönüşür ve önemini yitirir şahsım nezdinde.
Ve ölümün olduğu her konuya, her an muhalefet etmeyi görev bilirim.
Hele meslektaşlarım sırf "hayır" dedi diye gözaltına alınıyorsa, hele "hayır" demek bir suça dönüştürülüyorsa, hele "hayır" diyen hedef gösteriliyorsa orada sessiz kalmak gazeteciliği de aşar insanlığa dokunur.
O sebeple durduğumuz yeri belirlemek gerekir.
Ve bu uğurda yine bir bedel ödetilecekse de "başım gözüm üzerinedir" derim.