26 Haziran 2020

En onurlu eylemler henüz yapılmamış olanlardır

Bu sefer bana farklı bir şey oldu, uzundur hissetmediğim bir kıvılcım; aklımda Nâzım'ın dizeleri, içimde bir kıpırtı...

Bugünlerde konuşmayı, tavır sergilemeyi, net olmayı önemsemesem…

Bugünleri sessiz geçirenlerin affedilemeyecek derecede suçlarla işbirliği yapmış sayıldıklarını düşünmesem…

Yapayalnız mağduriyetler, devasa haksızlıklar, utanılacak hukuksuzlukların altını kırmızı kalemle çizmezsek gelecek nesillerin suratımıza tükürme hakkı olacağına inanmasam…

Ve benzeri düşüncelerim olmasa, bugün yazı yazıyor olmazdım büyük ihtimalle.

Kim sürekli aynı yazıları yazmak ister ki, diye düşünüp duruyorum kendi kendime.

Memleketin umurunda olmayan felaketleri yazıp duruyoruz bir avuç insan.

Yazarken bile kanıyoruz, yaşarken düşünün siz bir de.

Tek bir konu değil yüzlerce temel sorun ve sanki onlar hiç yokmuşçasına yapılan insan hakları ihlalleri.

İnsan hakları ihlalleri denince tam anlaşılmıyor aslında; insanların karartılan hayatları demek daha doğru olacak.

Geçmişe dönüp geçen yılları değerlendirdikçe fark ediyorum ki, "özgür değiliz" diye bağırdığımız günler, demokrasi istediğimiz günler, "fikir suç değildir" dediğimiz yıllar bugünün yanında cennet kaldı!

Her an daha kötü, her an bir öncekinden daha büyük kayıp.

Saymakla bitmeyecek ve artık kimseyi şaşırtmayan tonla olağanüstü ve haksız uygulama, dayatma.

Çembere kıstırılmış, itiraz etmekten, eleştirmekten, ses çıkartmaktan, eylem yapmaktan korkan, sokağa çıkmayı tehlikeli sayan, telefonda rahat konuşamayan, gölgesinden dahi şüphe duyabilecek kadar tedirgin edilmiş ve hatta kendi içimizde dahi bölünmüş, parçalanmış ve paralize edilmiş insanlarız biz.

Yarın sabaha nasıl bir kara haberle uyanacağımızı kestiremeden, tedirgin dalıyoruz uykularımıza. Neredeyse eğer hâlâ kendi yatağımızda uyuyabilecek kadar şanslıysak, buna da razı olarak.

Adeta;

En büyük insan hakları ihlali henüz yaşanmamış olan,

En büyük haksızlık henüz görmediğimiz,

En büyük hukuksuzluk henüz bilmediğimiz,

En büyük acı daha hissedilmemiş,

En büyük karanlık henüz yaşatılmamış olandır…

Son yıllarda bu tip karanlıklara düşüyoruz hepimiz, yalnız değilim biliyorum.

Benim gibi binlerce insan.

Fakat sonrasında daha da büyük bir karanlıkla karşılaşıp bir önceki karanlık halden daha da kararak çıkıyoruz.

Bir nevi karanlığın artmasıyla yaşama devam eden canlı türlerine dönüştük.

Olağan karanlık bize durumumuzun vahametini düşünme fırsatı tanıyor olsa gerek ki, daha büyük bir felaket başımıza gelmezse "an"ı konuşmaya başlıyoruz.

Genellikle bir felaketi başka bir felaketle unutuyoruz veya öteliyoruz.

Yazık bir yaşam anlayacağınız.

Çözüm yok, çözümü sağlayabileceğine inandığınız biri yok, ortaya koyabileceğiniz yeni bir ihtimal yok… Söyleyebileceğiniz tüm sözler, inandığınız tüm değerler, atılması gereken ama atılmayan adımlar 55 olay önce tükenmiş…

Fakat bu sefer bana farklı bir şey oldu.

Uzundur hissetmediğim bir kıvılcım.

Baro başkanlarının Metin Fevzioğlu’na sırt dönme eylemi.

Çok nadir karşılaştığımız, kendini bir şekilde güçlü sayana, yerinin hatırlatılması anına tanıklık ettik hep birlikte.

Keşke daha sık olsa!

Yıllardır hukukçuları duruşuyla utandıran Metin Fevzioğlu’nun ayıplı hamlelerine rağmen tüm özgüvenini de yanına alarak o alana gelmesi, meslektaşlarının gözünde ve gönlündeki konumunun netliği…

Onurlu ve haklı bir eylemin haklı eylemcilerince sırt dönüleni olmak.

Yıllardır ilmek ilmek ördüğü "kariyeri" kendisine neleri kaybettirdi, yıllar içinde "itibarı" ne hâle geldi…

Bu bir minik demoydu bana göre.

İleride yaşanacakların minik bir tanıtım videosu.

Zulmeden ve zulme şakşakçılık edenlerin bu topraklarda yaşayan aklı, vicdanı yerinde insanlarca nasıl cezalandırılacağının bir temsili.

O yüzden de o karanlık düşüncelerden hemen sıyrıldım.

Aklımda Nâzım'ın dizeleri, içimde bir kıpırtı...

Kendimi düzeltme ihtiyacı duydum...

En özgür günler henüz gelmemiş olanlar,

En onurlu eylemler henüz yapılmamış olanlar,

En haklı kararlar henüz alınmamış olanlar,

En barış dolu günler henüz görmediklerimiz,

En güzel günlerimiz henüz yaşamadıklarımızdır...

Yazarın Diğer Yazıları

Nerede o eski savaş muhabirleri!

Suriye’de yaşanan savaşta Türkiye ilk günden beri aktif rol oynuyor. Ve bizim neredeyse hemen hiç savaş muhabirimiz yok!

Olası barış sürecine nasıl destek olabiliriz?

Bilmediğimiz, anlamadığımız, doğrulatamadığımız, muhatapların da anlamaya çalıştığı, belirsiz, ‘ağır çekim’ bir süreçteyiz. Evet barıştan yanayız, aksi düşünülemez bile. Ancak bu koşullarda ve bu aşamada barış için verebileceğimiz tek destek, sadece sessizce izlemek olacaktır…

Yoksa sen de bir kadın düşmanı mısın?

Kadına şiddeti kınamak için eylem yapan kadınlara devlet eliyle yine şiddet uygulandı. Bunlar yaşanırken sokaklarda eyleme katılan kadınlara hırsla saldıran sivil erkekler de vardı… Soruna “ama’lı, fakat’lı” yaklaşan her kim olursa olsun, onu derhal yaptığı kadın düşmanlığıyla yüzleştirmeniz gerekir

"
"