Hepiniz gibi, hatta belki tüm dünya gibi son bir haftamı evde ve gelişmeleri takip ederek geçirdim.
Sosyal medyanın yüzeysel, çarpıtılmış, panikten ve doğrulanmamış bilgiden beslenen egemenliğine tam teslim olmuştum ki birden gözüme bazı şeyler batmaya başladı.
Mesela yıllardır belli kalıp ve kimliklerle kendini tarif eden insanların bu tip olağanüstü durumlarda aslında tarif ettikleri kişiler olmadıklarını fark ettim.
Örneklemek gerekirse en yaygın örneği belli...
Kendini inançsız tarif edenler; 'İnsanlık kötülükleri nedeniyle cezalandırıldı' diyorlar.
"Bu cezayı hak ettik" yani bir cezalandıran var, öyle düşünüyorlar.
Oysa şahısları tanıyorum, inanç üzerine de çokça konuşma ve tartışmaya denk gelmişliğim var. Şaşırıyorum. O halde onlar, o konuşanlar kimdi diye kalakalıyorum.
Bir başka yaygın örnek ise, kendini faşizmin, otoriterliğin tam karşısında konumlayanlar; "Bu sorunla demokratik bakış açısıyla savaşamayız devlet derhal duruma el koymalı, yasaklar ve yaptırımlar arttırılmalı" diyor.
Yani bazı koşullarda faşizmin avantajlarından da faydalanmak gerektiğini, bazen bazı faşizan uygulamaların da işe yarayabileceğini savunuyorlar.
Bu da aslında yıllardır içinde savrulduğumuz ideolojik boşluğun bir nevi resmini çekmek gibi oluyor.
Daha sağlıklı bir ortamda olsak belki uzun uzun tartışırdık üzerine; insan kendi yaşamı veya kendi çıkarları söz konusu olduğunda giydiği kıyafeti, hazırladığı konuşmayı, ayna karşısında çalıştığı duruşu unutup bir anda kendisi oluveriyor işte.
İçselleştirilmemiş görüşler, en ateşli savunucuların üzerinden akıp gidiyor haliyle.
Gerçekten üzerine emek verilmemiş, sadece söylemde şık duran ideolojiler ilk krizde patlayıveriyor işte.
Hayvan severler...
İnsan hakları savunucuları...
Özgürlük savaşçıları...
Muhalif bakışın önderleri...
Sosyalist görüşün önde gelen isimleri aniden başka birilerine dönüşüveriyorlar.
Ne yiğitler kayıp gidiyor sosyal medyada gözlerimizin önünden, inanılır gibi değil!
Mesela beni çok etkileyen ve meseleyi de net ortaya koyan bir örnek daha vermek isterim.
İnsan hakları savunucusu bir arkadaş "Bekçilere yetki verilsin, mahallelerdeki vatandaşların sokağa çıkış ve ihtiyaç karşılamalarını denetlesinler" diyor. Oysa aynı arkadaş daha sadece birkaç gün önce bu bekçi meselesine şiddetle karşı çıkıyor, 'paramiliter bir uygulamadır' diye avazı yettiğince bağırıyordu.
Anlıyorum tabi, kim ölmek ister!
Henüz hasta olup ölmek isteyen birine rastlamadım ama ölüm korkusuyla başkalaşan çok insana rastladım.
Ölüm de bir kaybetmedir, diye bakacak olursak insanların çoğunun kaybetme ihtimali karşısında vazgeçemeyeceği şey de yoktur, diyebilir miyiz acaba.
Bilemedim…
Baksanıza daha salgının sadece adı duyulmuşken bir diğerinin ihtiyaçlarını gasp ettik ve ihtiyacımız olandan fazlasını evlerimize depoladık bile.
Sadece depolamadık birbirimizi dövdük, saçlarımızı yolduk o son paket makarna uğruna.
Bunun bir aşama sonrası aç komşuya kapıyı açmamak, onunla yemek paylaşmamaktır herhalde.
Ve bunu yapacak olanlar da yine bizi en şaşırtacak olanlar arasından çıkacaktır eminim.
"Sosyal mesafelenme", "izolasyon" diye bağırıyor herkes birbirine, iyi de bunların hepsi lüks kimisine.
Kendini evine kapatabildiysen sen şanslısın, şanssız olanın hakkını da gel beraber arayalım!
"Herkes evden çalışsın" deniyor, iyi de işi ona müsait olmayan ne yapsın?
"Sokağa çıkma yasağı ilan edilsin". İyi edilsin de kimseyi mağdur etmeden edilsin. Evler ekmeksiz kalmasın, sosyal izolasyon filan derken sokaklar insan dolmasın!
Çok kıymetli bir arkadaşım 'Bugünler bize neyimizin eksik olduğunu değil, neyimizin fazla olduğunu göstermeli' dedi.
Etkilendim doğrusu.
Evet şimdi bakıyorum da fazlalıklarımızı törpülemeyi öğrensek fena olmaz
Hem manen hem madden bir törpülemeden söz ediyorum.
Bencillik mesela en önemli zaaflarımızdan biri, bu karanlık, bu yalnız, bu izole, bu korkak, bu çaresiz hissettiğimiz günlerde kendimizle ve insanlığımızın seviyesiyle daha fazla yüzleşme fırsatları yakalamamız temennisiyle…