15 Mayıs 2025

Lozan ve Montrö özel koruma altındadır

Sorun, Lozan’ın ne söylediğinde değil, nasıl uygulandığında aranmalı. Hukukî kavramları yerinden oynatarak siyasal anlatılar inşa etmek, hem teknik hem tarihsel açıdan ciddi riskler taşır

Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanmıştı

PKK’nın fesih açıklamasında, örgütün varlık gerekçesi olarak Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası gösterildi. Buna göre “Kürt inkâr ve imha siyaseti” bu belgelerle başlamıştı. Bu yaklaşım, geçmişten tanıdık bir çizgiyi sürdürüyor. Ancak Lozan’a dönük bu açık politik itham, açıklamayı anayasal ve tarihsel bir polemiğe çekiyor.

Bir “barış” metninde, muhatabının bam teline basmaya gerek var mıdır? Bence gerek yoktu.

Keza bir yandan bağımsız devlet istenmediği söylenirken, diğer yandan bağımsız bir Kürdistan’ın anti tezi olarak sembolleşmiş bir metne (daha en baştan) çatmak çelişki değil midir? Bence çelişkidir.

“Soykırım” kavramının, teknik anlamına uygunsuzluk veya bu kavramın ağır yükünün savruk biçimde kullanılması da bir diğer sorunlu ve tartışmalı husus. Bence ortada bir “soykırım” kesinlikle mevcut değil.

Bu yazıda bahsi geçen tartışmalara girme niyetim (şimdilik) yok.

Fakat bir konuya, Lozan’ın ve Montrö’nün anayasal değerine dair bir şerh düşmek istiyorum.

Dört yıl önce, TBMM Başkanlığı seviyesinde bir açıklamada, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nden yürütme organının basit bir tasarrufuyla çekilebileceği iddia edilmişti. Şimdi ise Lozan’ı hedef alan çıkışlar karşısında kamu otoritelerinin sessiz kalması, tartışmanın siyasal sınırlarını aşıp anayasal düzleme taşındığını gösteriyor.

Böyle bir ortamda bazı hatırlatmaları yapmak kaçınılmaz görünüyor.

“Kurucu metin” ne anlama gelir?

Lozan ve Montrö, şeklen uluslararası antlaşmalar arasında yer alır. Ancak içerikleri ve tarihsel bağlamlarıyla, klasik antlaşma muamelesi görmeleri kolay kabul edilecek bir yaklaşım sayılmaz. Anayasa’nın 3. maddesindeki “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” ifadesi, belirli bir coğrafi düzeni ve bu düzenin tarihsel dayanaklarını da içerir. Bu coğrafi yapının nasıl oluştuğu sorusu, ancak bu belgelerle netleştirilebilir.

Aksi hâlde “devletin ülkesi” tanımlanabilir bir şey olmaktan çıkar.

Ülkenin “kara ülkesi” ve “deniz ülkesi” şeklinde biçimleri vardır.

Kara ülkesine ilişkin olarak Lozan öne çıkar. Bu belge şu anki sınırları ortaya koymuştur. Gerçi Türkiye-Irak sınırı bu belgede kesinleştirilmemişti; fakat dostane yöntemle çözüleceği öngörülmüştü. Bu hüküm doğrultusunda 1926 Ankara Antlaşması’yla sınır belirlenmiş oldu. Bu iki belge birlikte, Türkiye'nin kara sınırlarını belirleyen temel kaynaklara dönüştü.

Deniz ülkesi açısından Montrö Boğazlar Sözleşmesi belirleyici işlev gördü. Karadeniz’deki denge, Boğazlar rejimi ve Türkiye’nin kıyı devleti olarak konumu, bu metinle şekillendi. Montrö, hem diplomatik hem de coğrafi ve stratejik bir düzlemde kurucu bir rol üstlendi.

Yani bu belgeler, Anayasa’nın 3. maddesinde geçen “ülke” kavramını somutlaştıran dayanaklar arasında yer alır. Bu yapı bozulduğunda, anayasal düzlemdeki taşıyıcı kolonlar da sarsılmış olur. Yürütmenin takdir yetkisiyle bu kolonlara müdahale etmek, hukukî ve kurumsal süreklilik açısından da ciddi sonuçlar doğurur.

Yani sonuç itibarıyla bu belgeler, Anayasa’nın 3. maddesindeki değiştirilmezlik korumasından payını alır.

Lozan’ın moral değeri de var

Anayasa hukukunda bir kurucu iktidarın doğuşu “anayasal an” olarak ifade edilen dönemsellikle anlatılır. Türkiye özelinde bu durum bazı önemli dönemeçlerle gerçekleşmiştir. 

- 23 Nisan 1920 – Meclis’in açılması, fiili iktidarın ortaya çıkışını ifade eder.

- 20 Ocak 1921 – 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun çıkarılması, fiili iktidarın anayasallaşmasını ifade eder.

- 16 Mart 1921 – Moskova Antlaşması, fiili iktidarın bir devlet olarak ilk kez (bir büyük devletçe/SSCB) tanınmasını ifade eder.

- 1 Kasım 1922 – Saltanatın kaldırılması, politik devrimin başarısını anlatır.

- 24 Temmuz 1923 – Lozan Antlaşması’nın imzalanması, yeni devletin uluslararası kabulünü ilan eder.

- 29 Ekim 1923 – Cumhuriyet’in ilanı, doğan bebeğin adının konmasıdır.

Bu tarihlerin her biri, anayasal kimliği inşa eden dönüm noktalarıdır. Lozan, bu süreçte dış tanınmanın ve meşruiyetin temellerini kuran belge niteliği taşımıştır. Bu yönüyle Lozan, iç hukukta anayasal kimliğe kaynaklık eden belgeler arasında özel bir yer tutar.

Bu moral anlam, tarihsel hafıza açısından da önem taşır. Zira bu belge, Lozan’ın giriş kısmında vurgulandığı üzere 1914'ten beri süregelen kanlı bir süreci bitiren ve bu uğurda en az 1 milyon insanın can verdiği bir sözleşmedir.

Bu nedenle Lozan’dan bahsederken çok daha titiz bir dil takınmak gerekir.

Lozan, aynı zamanda bir insan hakları sözleşmesidir

PKK açıklamasında Lozan, Kürtlere yönelik bir inkâr rejiminin sembolü gibi sunuldu. Bu, uzun süredir dile getirilen bir politik anlatının parçası. Ancak Lozan’ın metinsel içeriği, bu yorumla örtüşmez.

Antlaşma, gayrimüslim azınlık haklarını ayrıntılı biçimde düzenler. Müslüman yurttaşlar içinse eşitlik ilkesine dayalı bir hak rejimi öngörülmüştür. 39. maddenin dördüncü fıkrası, herkesin özel yaşamında, basın-yayın alanında ve ibadetinde kendi dilini kullanabileceğini açıkça ifade eder. Bu ifade, bir engellemeyi değil, özgürlük alanını tarif eder.

Lozan’ın bazı yönlerden sorunlu bir uygulama geçmişi olabilir. Fakat bu, onun metinsel içeriğini tersyüz etmeyi haklı kılmaz. Sorun, Lozan’ın ne söylediğinde değil, nasıl uygulandığında aranmalı. Hukukî kavramları yerinden oynatarak siyasal anlatılar inşa etmek, hem teknik hem tarihsel açıdan ciddi riskler taşır.

Bu riske girmeye hiç mi hiç gerek yok.

Tolga Şirin kimdir?

Tolga Şirin, İzmir'de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda profesör olarak çalışmaktadır.

Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı.

TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir.

Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir. 

2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı.

Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir.

Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kapsayıcılık diye diye ayrışma: Dört kıssa dört hisse

Kimliği tanımak yetmiyor. Siyasi temsil ya da anayasal güvence sağlamak da tek başına çözüm olmuyor. Eğer arka planda işleyen adaletsizlikler yerinde duruyorsa, yüzeyde yapılan her düzenleme kısa ömürlü olur

Kolluğun işi şipşakçılık mı?

İBB soruşturması ve “Perp Walk...” Masumiyet karinesinden çok, “suçluluk koreografisi”ne hizmet ededen görüntüler...

Tefsir tekeline doğru: Diyanet, sansür ve anayasa

Kur’an meali gibi doğrudan kutsal metne ilişkin yayınlara keyfî ve geniş yetkilerle müdahale edilmesi, doğrudan tefsir alanına iktidarın el koyması anlamına geliyor. Böylece Kur’an’ın nasıl anlaşılacağına sadece iktidarın onayladığı otoriteler karar verir hâle gelmiş bulunuyor. Bu da dini çoğulculuğun sonunu, devlet eliyle belirlenen bir “resmî İslam” anlayışının tahakkümünü getiriyor

"
"