15 Haziran 2021

Ekonomik krizdeki Peru halkı, dümeni sola kırdı

Umudun olmadığı yerde umut örgütlenmişse sosyalist sol, umutsuzluk paranoyakça derinleştirilirse faşist sağ öne çıkar. Peru'daki umutsuzluk iklimi böyle bir yol ayrımına yol açtı

Peru'da devlet başkanlığı için yaklaşık iki ay önce yapılan ilk tur seçimlerinde hiçbir aday yüzde 50 oya ulaşamamıştı. Fakat ilk tur seçimin özgün yanı, merkez siyasetin tamamen çökmesiydi. Covid-19 kaynaklı ölüm sayıları ülkelerin nüfusuna oranlandığında en yüksek resmî ölüm oranına sahip olan Peru, uzun süredir derin bir kriz içindeydi. Sadece 2020 yılında ekonomideki daralma ve yoksulluk oranındaki artış yüzde 10 civarındaydı. Bu derin ekonomik açmaz karşısında düzen partileri iflas etti. Sağdan ve soldan iki köktenci aday ikinci tura kaldı.

Bu sürpriz değildi. Zira derin ekonomik krizler, kitlelerde umutsuzluk üretir. Umutsuzluk içindeki toplum, radikalleşir. Umudun olmadığı yerde umut örgütlenmişse sosyalist sol, umutsuzluk paranoyakça derinleştirilirse faşist sağ öne çıkar. Peru'daki umutsuzluk iklimi böyle bir yol ayrımına yol açtı.

Radikal sağın adayı: Keiko Fujimori

Aşırı sağın adayı Keiko Fujimori'ydi. Keiko Fujimori, soğuk savaş yıllarının antikomünist esintisini arkasına alarak devlet başkanı seçilen Alberto Fujimori'nin kızı. Peru'ya özgü bir tür "Özalizm" anlamına gelen "Fujimorizm"in öncüsü olan baba Fujimori, 1990'lı yıllarda ülkede özelleştirilmedik şey bırakmamıştı. Yoksulların daha da yoksullaşıp zenginlerin daha da zenginleştiği bu ekonomi politikaya otoriter pratikler de eşlik etmişti. Baba Fujimori'nin "kendi kendine darbe"si (Perulular buna "el autogolpe" derler) ile birlikte önce parlamento işlevsizleştirilmiş, sonra da oldukça otoriter bir ortamda gerçekleştirilen plebisiter referandum ile bir tür "tek kişi yönetimi" kurulmuştu. 1990'lı yıllara bu sözde "başkancı", özde "monokratik" nitelik taşıyan anayasa düzeni ile giren Peru'da, Türkiye'den aşina olduğumuz olaylar baş göstermişti. İnsan Hakları Amerikalılararası Mahkemesinin kararlarından takip edilebileceği üzere; başta sosyalistlere dönük olmak üzere muhalefete karşı ağır saldırıların ve bu çerçevede köy boşaltmaların, zorla kaybetmelerin, işkencelerin ve yargısız infazların yaygın biçimde yaşandığı ülke, bölgenin en karanlık topraklarından birine dönüşmüştü.

Keiko Fujimori, seçimlere bu geleneğin birebir temsilcisi olarak girdi. İlk tur seçimlerde dahi soğuk savaş dilini kullanan Fujimori, diğer sağ kanat partilerinin parçalanmışlığından ve ekonomik krize karşı basiretsizliğinden yararlanarak yüzde 13 oy ile ikinci tura kalabildi. İkinci turda ise, söylemini biraz daha sermaye sahiplerinin ve ana akım politikacıların diline yaklaştırarak merkez sağ partilerin desteğini almayı bildi. Fakat sola karşı geliştirdiği dil, her yönüyle "babasının kızı" olduğunu gösterdi.

Radikal solun adayı: Pedro Castillo

İki ay önce yapılan ilk tur seçimin birincisi sürpriz bir isimdi: Özgür Peru (Perú Libre) Partisinin adayı olan Pedro Castillo. İlk turda yüzde 18 oy alan Castillo (Kastiyo diye okunuyor), pek çok yönden özgün biri. Ülkenin en yoksul kesiminin yaşadığı iç bölgelerinden geliyor. Mesleği öğretmenlik. Yaşamını sendikal örgütlenmeye adamış bir yerli. Dahası ilk gençlik yıllarından itibaren sosyalist örgütlenmelerle iç içe bir yaşam sürmüş bir devrimci. Sağ kanat siyasetçiler onu Maocu "Işıklı Yol" gerilla gruplarıyla ilişkilendirmeye çalışsa da ne kendisi ne de yargısal kararlar böylesi bir bağı açıkça ortaya koyuyor. Bununla birlikte Özgür Peru Partisi, kendisini açıkça Marksist-Leninist olarak tanımlıyor. Bu bakımdan partinin, merkez solun ve sosyal demokrat çizginin daha solunda yer aldığı konusunda kuşku yok.

Ülke tarihine bakıldığında böyle bir başkanın ilk kez seçildiğini söyleyebiliriz. Zira Peru halkı genel olarak muhafazakâr yönüyle tanınan bir halk. Bununla birlikte ekonomik temelli protesto kültürünün son yıllarda giderek arttığı ve genişlediği de bir gerçek. Özellikle madenci grevleri, madenlerdeki çalışma koşullarına karşı önemli eylemler, kamusal eğitim ve sağlık konularındaki güçlü protestolar ülke siyasetinin belirleyici başlığını oluşturuyor. Zaten Castillo'nun başarısı da bu güçlenen protesto kültüründen ileri geliyor. Yolsuzluğun sıradanlaşması, siyasetin çeteleşmesi ve neoliberal güvencesizlik temelli yoksulluğun yaygınlaşmasına karşı Castillo, temiz siyaset, demokratik katılım ve kamucu ekonomi söylemini merkeze aldı. Vurgusunu, kimlik politikalarından ziyade ekonomi politikaya ve yoksulluk sorununa yaptı. Sıradan insanların sıradan eylemine güvenilmesi gerektiğini salık veren söylemi, umutsuz kitleler için umut oldu. Bu bakımdan en yoksul kesimlerin içinde yüzde 80'lere varan bir desteği arkasına aldı. 12 sayfalık hükûmet programında, Evo Morales'in Bolivya'sına benzer yeni bir sosyoekolojik (ve Bolivarcı) anayasanın yanı sıra, başta maden şirketleri olmak üzere zenginlerin daha fazla vergilendirilmesi, bu vergilerden edinecek gelirlerin kamu hizmetlerine aktarılması ve tarım reformu gibi başlıklar vardı.

Anahtar müttefik: Verónika Mendoza

Seçim sürecinde dikkat çekici bir isim daha vardı. Yeni Peru Hareketi'nin (Nuevo Perú) lideri, anne tarafından Fransız kökenli ve Sorbonne Üniversitesi mezunu psikolog Verónika Mendoza, seçim sürecinin kritik isimlerindendi. LGBTİ+, kadın ve yerli haklarını savunan, insan hakları dilini kullanan ve postmodernist kimlikçi politik gündemleri takip ederek yeni kuşak gençleri yanına alan Mendoza, dünyadaki benzer politik hattı izleyenlerden farklı olarak, liberal olmayan bir yönelim gösterdi. İlk turda yüzde 7 civarı oy alarak ikinci tura kalamamış olmasına rağmen ikinci turda Castillo'yu destekledi. Bunu yaparken de parasız su hakkı ve kâr temelli olmayan bir ekolojik politikayı öne çıkardı, açıkça kamulaştırma ve devletleştirme önermese de madencilik sektörüne ekonomik müdahaleler lehine savlar ileri sürdü. Fakat özel sektörün çıkarlarına dönük "mülkiyet hakkı" temelli argümanlarıyla sermayenin kuşkularına karşı da bir denge işlevi gördü.

Seçimin sonucu

Bu iki kanadın oldukça çekişmeli geçen ikinci tur yarışı bıçak sırtında geçti. Fujimori'nin yüzde 49,82 oy oranına karşı Castillo yüzde 50,17 oranında oy aldı. İki aday arasındaki fark sadece 60 bin civarında kaldı. Bu tablo karşısında Fujimori'nin seçimde hile olduğunu iddia etmesi şaşırtıcı olmadı. 200 bin oyun iptal edilmesi gerektiğini, ayrıca 300 bine yakın oyun da yeniden incelenmesini talep etti. On yedi eski sağcı başkan, Fujimori'ye arka çıkarak seçimin daha bitmediğini söyleyen bir mektup kaleme aldı. Fakat Bolivya seçimlerinde oldukça tartışmalı biçimde seçim güvenliği sorununa dikkat çeken Amerikan Devletleri Organizasyonu (OAS) seçimlerde hilenin olmadığını açıkladı. Bu açıklama Castillo'nun meşruluğunu pekiştirdi ve çok sayıda devlet başkanı, kendisini içtenlikle kutladı.

Bu noktada ilginç gelişme, aşırı sağın paramiliter gruplarının orduyu "göreve" çağıran söylemleri ve bu temelde gerçekleştirdiği eylemler oldu. Soğuk savaş döneminin sloganlarıyla ve "Komünizme geçit yok" pankartlarıyla sokağa çıkan Fujimoriciler, Peru ordusunun komünizme karşı müdahalede bulunması gerektiğini çekinmeden, açık seçik dile getirdiler. Bu aleni çağrılar karşısında savunma yetkilileri, bu çağrıya olumsuz yanıtlarını sosyal medya kanalıyla verdiler.[i] Buna karşılık sermayenin (bizdeki TÜSİAD benzeri) çelik çekirdek örgütleri hareketlendi. Zenginlerin "komünist korkusu", sermayenin ilkin yurt dışına kaçmasına neden oldu. Bu nedenle ülkenin para biriminde göreceli bir düşüş gerçekleşti.

Fakat buna rağmen Mendoza ve ekibinin tutumları yine de bir denge unsuru olarak varlığını sürdürdü. Bu ekip ayrıca, Castillo'nun (liberallerin, modaya ifadeyle "popülist" diyerek olumsuzladığı) halkçı söylemlerine, teknokrat bir denge sağladı. Öte yandan ABD'nin hoşnutsuzluğuna rağmen Venezuela ve Küba'nın yanı sıra Bolivya, Arjantin ve Nikaragua'da iktidara gelen solcu yönetimlerin açık, Meksika ile Brezilya'daki mevcut ve müstakbel yönetimlerin dolaylı dayanışma mesajları da bir ölçüde uluslararası dayanışma olasılığının varlığının göstergesi oldu. Dahası bu gelişme, son aylarda Şili ve Kolombiya'da sahneye çıkan sosyal hareketlere moral kaynağı oldu.

Castillo'yu ne bekliyor?

Castillo'nun iktidara gelmesi, programını kolaylıkla hayata geçirebileceği anlamına gelmiyor. Daha ilk bakışta ABD-CIA ve onlarla temas içindeki ordu mensupları, ambargo tehditleriyle ilişkilenen sermaye çevreleri, bu bağlamda bir yandan yüzde 50'lik muhalefetin diğer yandan müttefiklerinin beklentileri çok katmanlı bir sorunlar yumağı oluşturuyor. Bundan da önemlisini ise başkanlık rejimine özgü açmazlar oluşturuyor. Zira Castillo, başkanlık seçimiyle aynı gün yapılan kongre seçimlerinde çoğunluğunu elde edememiş bulunuyor. Bu bakımdan başkanın ihtiyaç duyduğu kanunları çıkarması kolay görünmüyor. Sağ kanat partilerin çoğunluğu oluşturduğu Kongre'nin beklentilerini karşılamadan yeni bir anayasayı yürürlüğe koymaları olası sayılmıyor. Öyle ki daha bu satırlar yazılırken bile yürütmenin yasamayı feshetmesini daha da zorlaştıran bir anayasa değişikliği gündeme alındı ve büyük ihtimalle ülkeyi bu konuda bir referandum bekliyor.

Bu bakımdan Castillo'nun ulusal sınırlar içinde sıkışması ve güçlü bir uluslararası dayanışma ağı kuramaması durumunda izolayon içinde hızla çöküşe geçeceğini kestirmek zor değil. Zira bu tür radikalleşme, küresel bir sosyal harekete dönüşmedikçe önce ambargo, sonra da "yağ-şeker-gaz kuyrukları" kaçınılmaz. Buna karşılık, Küba'nın yanı sıra Arjantin (Alberto Fernández), Bolivya (Luis Arce), Guyana (Irfaan Ali), Meksika (Andrés Manuel López Obrador), Nikaragua (Daniel Ortega), St. Vincent (Ralph Gonsalves) Venezuela (Nicolas Maduro) ve çok yakında aralarına eklenmesi muhtemel Brezilya'nın (Luiz Inácio Lula da Silva) güçlenen sola dönüş eğilimleri (İspanyolca bu harekete "pembe dalga" [marea rosa] diyorlar) bu dayanışma için umudu yeşerten bir temel vadediyor.

Bu vaat, hâlihazırda yeni bir viraja girmekte olan Türkiye'den de takip edilmeli…


[i] Darbe olasılıkları, Latin Amerika siyasetinin olağan bir bileşenini oluşturuyor. Öyle ki Brezilya devlet başkanı Jair Bolsonaro'nun başkanlığı bırakmama olasılığına karşı Brazilya Ordusu'nun müdahale yetkisini anayasal bir ödev olarak dile getiren anayasa hukukçuları veya yetkililer bulunuyor. Bunun temeli olarak ise Anayasa'nın (orduya Anayasa'yı kollama ödevi verdiği düşünülen) 142'nci maddesi gösteriliyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye'de içki sadece içki değildir

Vergi adı altında içki içmenin cezası kesiliyor

Köylerde küslük yaratan muhtarlık seçimleri: Eşit ve gizli oy ilkelerinin ihlali

Muhtarlık seçiminde de kendine özgü bir resmî adaylık usulü uygulanmalı ve gizli oy ilkesini güvence altına alan bir pusula standardı getirilmelidir

Tanju Özcan’ın dinsel yemini yaman bir çelişki

Böyle bir pratik, laiklik ilkesine aykırılığın odağı olduğu geçmişte Anayasa Mahkemesince saptanan Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekilleri veya belediye başkanları tarafından dahi gerçekleşmemişti. Bu adımı atmak, bir Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) üyesine nasip (!) oldu