Tamam, diziler üzerine onca lâf edip, onların ticari zaaflarını vurgulayıp, kültür endüstrisinin seyri sermaye yapmış işleyişinden dem vurup sonra da tüm bunlar söylenmemişçesine bir diziye önem atfetmeye ve bir dizi kahramanını yüceltmeye hiç hakkı olmayan biri varsa o da benim.
Fakat, öyle bir güzel “Cemile” ki!..
Tamam, duygusal, romantik, hüzünlü bir hikâyeyi içimizi kâh burkan kâh titreten bir üslûpla işlemeyi başaran bu dizinin pek çok ciddi kusuru da var. Mesela bu toplumda hayli köklü ve yaygın Çingene “fobi”sini “sosyal ırkçılık” yaparcasına (belki çok da farkında olmadan) birkaç haftadır işliyorlar ki, hiç hoş değil.
Fakat, öyle bir güzel “Cemile” ki!..
Tamam, karakter çizimlerinin pek çoğunda abartı var. “Ak” ve “kara” karşıtlığında resmedilmiş tiplemeler var. Kötü, tam kötü... İyi, tam iyi... O yüzden “Karolin” karakteri de, “sağcı genç” karakteri de “cadaloz elti” ile onun “yelloz kızı” da sırıtıyor. Karakterler çizilirken kötünün içindeki iyiyi, iyinin içindeki kötüyü arada bir gün ışığına çıkarma çabası gösterilmiyor. (Belki ileriki bölümlerde bu bakımdan denge sağlanır.)
Fakat, öyle bir güzel “Cemile” ki!..
Tamam, ana temayı besleyen yan tema kurulumlarında bir zenginlik söz konusu olsa da (“Berrin”in “devrimci Ahmet”le, geçerken “68 Kuşağı”na da selâm durulan aşkı; “Mete”nin öğretmeniyle yaşadığı “müzikal” aşk; “Aylin”in neredeyse babası yaşında bir erkeğe, o erkeğin ölümcül hasta kardeşinin de “Aylin”e gönlünü kaptırmasıyla şekillenen melodramatik aşk üçgeni, vs.) bunların hepsinde gerek oyuncu performansları, gerek diyalog akışı, gerekse hikâyeleme bakımından aynı istendik başarı düzeyinin tutturulduğu söylenemez.
Fakat, öyle bir güzel “Cemile” ki!..
Tamam, “Osman” (Emir Berke Zincidi) karakterinin giderek merkezileşmesiyle 5-6 yaşında bir çocuğun omuzlarına büyük fiziksel, zihinsel ve ruhsal yük bindirilerek belki çok yanlış ve çocuk gelişimi uzmanlarını rahatsız eden bir akış söz konusu dizide...
Fakat, öyle bir güzel “Cemile” ki!..
Ve nihayet, tamam, bir yönüyle Yeşilçam melodramlarından, bir yönüyle Kemalettin Tuğcu romanlarından, bir yönüyle “Yaprak Dökümü”nden, “Hatırla Sevgili”den ve galiba yoğun biçimde de “Çemberimde Gül Oya”dan etkileşimler taşıyan “senkretik”, yani bağdaştırmalarla dolu bir diziyle karşı karşıyayız.
Fakat, hakikaten, öyle bir güzel “Cemile” ki!..
***
Bilmiyorum kaç kişi “Öyle Bir Geçer Zaman Ki” dizisinde Ayça Bingöl tarafından canlandırılan “Cemile” karakterine benim gibi takılıp kalmış durumda?! Bilebildiğim sadece birkaç kişi var çevremde ve zaten biraz da onlarla bu konuda hem fikrî hem de kalbî paylaşım içinde olmaktan aldığım cesaretle yazıyorum bu yazıyı.
Ama tahminim o ki bu coğrafya insanlarının pek çoğunun kendi hayatından kesitler bulduğu bir karakter bu…
Kimisi artık yaşlanmış veya çoktan ebediyete yitip gitmiş bir anneden, kimisi çok uzaklarda kaybolmuş, aranıp da bulunması imkânsız kadim bir sevgiliden, kimisi de mucize misali hayatı birlikte omuzlamaya aşkla karar verdiği bir eşten izdüşümleri mutlaka buluyordur “Cemile”de…
“Cemile” tam da Nazım’ın şiirindeki gibi, “anamız, avradımız, yârimiz” bir kadın... Yer yer bunların her biri, yer yer de hepsi!..
“Cemile” çocuklarına gösterdiği, hatta acılarının müsebbibi kocasından bile gerektiğinde esirgemediği şefkatiyle hiç yabancı değil bize...
Kendisine ihanet ve sadakatsizlik acısı yaşatan adama tüm öfkesine rağmen hâlâ duyduğu şehvetli aşkıyla hiç yabancı değil bize!..
Ve erkeğini “çalarak” o aşkı öldüren kadına karşı ürettiği dehşetli şiddetiyle de hiç yabancı değil bize!..
Bu muhteşem şefkat, şehvet ve şiddet yumağına çok aşinayız biz...
“Cemile” hem egzotik ve alaturka, hem eksantrik ve modern, bir yanı maziye bir yanı istikbale bakan, değişime-dönüşüme de açık bir karakter...
İnsanlığını bastıran, baskılayan erkekliğe esir düşmüş kocası “Ali Kaptan” (Erkan Petekkaya) karşısında kadınlığın direngen hali...
Yine, “Ben artık seni sevmiyorum” diyen o hoyrat, acımasız kocası karşısında âşıklığın kırılgan hali...
Kendi evinde kocasını sevgilisiyle dans ederken tutkulu bir esriklikte yakaladığında ise yoğun bir hüznün saldırgan hali...
***
“Cemile”, Ayça Bingöl marifetiyle, epeydir pek çok dizide karşımıza başrollerde ya da ön rollerde çıkan “plastik” ve “endüstriyel” güzelliklerden farklı, doğal, sahici, hatta kusurluluğuyla çekici bir güzellik...
“Spektaküler”, göz kamaştırıcı, cezbedici olanı alabildiğine pompalayan ekranlarda sıradan, sade ve gösterişsiz güzelliği ne kadar özlediğimi ben “Cemile”yle anladım.
Bu haliyle “Cemile”, kültür endüstrisine soğuk ve mesafeli duranları, ona karşı bağışıklığını arttırmaya çalışanları bile o endüstriye tâbi kılan “dokunaklı” bir figür!
Dizinin geçtiği yıllarda, “Osman”dan belki birkaç yaş büyükken, okul çıkışı, öğleden sonraları annemle Ankara’nın eski “palas” tarzı kocaman sinemalarından Derya Sineması’na kapanıp;
Kaşarlı tost ve kolalarımızla, biri “Hülya Koçyiğit-Kartal Tibet”, diğeri “Filiz Akın-Ediz Hun” başrollerinde “2 Film Birden” izlediğimiz;
O hiç unutamadığım naif ama sıcak günleri;
Çok ama çok özlediğim mutlu, uzak günleri;
Ana güveniyle korunaklı bir karanlıkta hayallerle sarmalandığım tadına doyulmaz günleri hatırlatan bir simge “Cemile...”
O yüzden işte, öyle bir güzel “Cemile” ki o…
Bilemezsiniz!..