31 Mayıs 2010

OKUNACAK EN KUTSAL KİTAP DOĞADIR!

Bu dehşet verici çevre felaketi, insanın doğa üzerindeki hâkimiyeti ve iktidarının da en çarpıcı örneği…

Orta Afrika ormanlarında yaşayan, dünyanın en kısa boylu insanları Mbuti Pigmeleri’nin ilginç, daha doğrusu imrenilesi bir inanç sistemi vardır.
Pigmeler "orman"a inanırlar!
Avcılık ve toplayıcılıkla geçinen bu insanlar için bir parçası olarak içinde yaşayıp bitki ve hayvanlarıyla beslendikleri orman, bizim hayatımızdaki tanrıya karşılık gelir.
Bilimsel din tanımlarında genellikle asgari çerçeveyi oluşturan, doğaüstü, soyut ve aşkın bir varlığa inanç, Pigmelerin dünyasında yoktur. Onlarda tapınma, hayatlarındaki en doğal, en maddi ve en somut varlık olan ormanadır.
Bir salgın hastalık ya da avda verimsizlik karşısında Pigmeler ormanı uyandırmaya, onu hoşnut etmeye dönük bir festival düzenler. Onların yaşamının yegâne ayinidir bu.
Yaptıkları, hep birlikte şarkı söyleyerek ormandan memnuniyetlerini ifade etmek, iyi olan her şeyi sunduğu için ona olan inançlarını göstermektir.
"İtikatları” şöyle ifadelenir:
"Orman, ana ve babadır, çünkü o verir bize muhtaç olduğumuz her şeyi. Yiyecek, giyecek, barınak, sıcaklık ve şefkat... Ormanın çocuklarıyız biz. O ölürse biz de ölürüz".
Pigmelerin orman inancı, insanın henüz doğadan tam bir kopuş içinde olmadığı, bir parçası olarak doğaya tâbi olduğu bir hayatın "psiko-kültürel" karşılığı sayılabilir.
Bugün bize "ilkel" gelen, çok geride kaldığını düşündüğümüz bir hayatın inanç sistemidir bu.
Uzayın fethine çıkmış, dünyayı bir elektronik ağla sarıp sarmalamış “modern insan” için bu hayat, ya egzotik ilgi ya da karikatürize değer taşır.
Ama bu "modern" ve "uygar" halimizle harcayıp kaybettiklerimizi düşününce Pigme inancının hayli öğretici ve düşündürücü bir yanı var.
Özellikle doğayla ilişkimiz, ona yaptıklarımız açısından…
Hele ki günde 5 bin varil petrolün durmaksızın ve durdurulamaksızın bir aydır Meksika Körfezi’nde denize dolduğu şu günlerde!..
Bu dehşet verici çevre felaketi, insanın doğa üzerindeki hâkimiyeti ve iktidarının da en çarpıcı örneği…
Pigmelerin doğa ile kurduklarının tam tersi bir ilişkinin söz konusu olduğunu burada özellikle kaydetmek gerekir.
Pigmeler için "ilahi" olan, kuşlar, böcekler, yılanlar, balıklar için ne ise oydu!
Tüm bu varlıklar gibi “Pigme insan” da doğa karşısında bir “hayvani tevazu” içinde teslimkâr konumda kaldı hep.
Ama tarih, doğa karşısında tam tersi bir tutumla isyankâr, talepkâr ve tahripkâr bir “modern insan” da çıkardı ortaya…
O insan doğaya tâbi değil, hâkim oldu.
Kontrolü altına alıp istediği gibi kullandığı doğayı kutsaması da imkânsızdı onun…
Kendisi gibi "antropomorfik" (insanbiçimli) bir kutsal tasarımladı o yüzden…
Yine de süreç başlangıçta hayli “müşfik” bir seyir izledi.
Topraktan fışkıran bereketle kadının doğurganlığı ve besleyiciliği özdeştirilip bereket tanrıçaları tasarlandı önce. Bu, doğanın, “dişil kutsallık” dolayımıyla gözetildiği bir aşama olarak kaydedilebilir.
Fakat daha sonra, mülkiyetle de ilişkili şekilde kadını sahiplenip ezen "erkek insan" için bu tasarım giderek sorunlu hale geldi.
"Eril tanrı" tasarımı ağırlık kazanınca yerin ve göğün hâkimi, göklerde meskûn "Tanrı Baba" motifi belirdi.
İnsanın doğadan aldığı, istediği, beklediği her şey, artık bu "doğa-üstü" varlıktan beklenir oldu.
Doğadan kopuşla beliren boşluk, tanrıyla ve ona yakarıyla doldu.
Doğa gitti, dua geldi!
Bu söylenenler spekülatif gelebilir. Fakat şurası bir gerçek:
Ormana tapan insandan ormanı yakan insana geldik.
Doğanın milyonlarca yılda biriktirdiği hayvansal fosil kaynağı petrolü 10’larca yılda tükenme noktasına getirdik.
Üstelik şimdi onu tüketirken okyanusları da tüketiyoruz.
Fabrika bacaları, otomobil egzozları, kimyasal atıklar, plastik üretimi; bunların hepsi insan eliyle "çevrekırım"ın başta gelen unsurları bugün...
Doğaya tabiyetten doğaya hâkimiyete doğru aldığımız yolda doğayı tüketip tahrip etmeye, giderek katletmeye varmış durumdayız.
Bunda doğaya, içerisinde yer alan insan-dışı tüm canlılar da dâhil olmak üzere alabildiğine yabancılaşıp tepeden bakmamızın payı büyük. Doğanın bir parçası olduğumuz bilincini yitirmemizin sonucu bu.
Doğanın parçası olduğumuzu tekrar bilmedikçe, onunla kaim ve daim olacağımıza iman etmedikçe ve onu taparcasına sevmedikçe felaketten kurtuluş yok bizim için...
O yüzden Pigmelerin inancına çok ihtiyacımız var.

Yazarın Diğer Yazıları

Vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım!

Yöresel ve evrensel düzlemlerde eşzamanlı yaşananları 'insan' gerçeğinde birbirine organikçe bağlamak… Daha iyi bir hayatı var etme umut ve inancıyla gelenekten geleceğe taşınmak… Bunlar, Hasan Hüseyin şiirini bu coğrafyanın en özgün ve özgül yapıtlarından biri kılar

Goebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!"

Bir okurum, siyaseten Refah Partisi - AK Parti çizgisinde yol almış olmakla birlikte bugün gelinen noktada Ak Parti'nin yapıp ettiklerine ve olup bitenlere bağlı olarak bu ideolojik 'gönül bağı'nın nasıl koptuğunu samimi bir eleştirellikle bizimle paylaşıyor

Goebbels'leşme karşısında muhalefeti sorgulamak!

Matbu medyanın hazan mevsiminin, televizüel medyanın da sonbaharının yaşandığı bir dönemde, insanları sıkan, bıktırıp usandıran karakterlere, ağızlara, kabadayılıklara kimse katlanmak zorunda değil. CHP hiç değil

"
"