27 Ocak 2012

‘Maşizm’in Namus Belâsı

Kim ne derse desin, ‘Zenne’ taş gibi ve aynı zamanda son derece dokunaklı...


Kim ne derse desin, ‘Zenne’ taş gibi ve aynı zamanda son derece dokunaklı bir film. Bu söylenen, onun hem politik hem de sanatsal kalibresi yüksek bir film olduğu şeklinde de okunsa yeridir. Türk sinemasında eşcinsellik, ondan öte ‘transgender’ (transeksüellik/travestilik) olgusu, hiç bu ölçüde politik ağırlıklı olarak ele alınmadı. 
Filmde her şeyden önce ‘maşist-gelenekçi’ toplumun içyüzü ve ikiyüzlülüğü ortaya serilmekte. ‘Maşizm’i (faşizm çağrışımını da hiç ötelemeye yeltenmeden) maçoluğu norm yapmak, yüceltmek, fetişleştirmek olarak okuyabilirsiniz.  Bu ‘maşizm’le hemhal bir ‘Türk militarizmi’nin şifresi de filmde eşcinsellik ‘decoder’ yapılarak kırılıyor. 
Şu yorum bilmiyorum çok mu abartılı olur: Bütün renkleri aynı hızla kirleten maşist, militarist, heteroseksist toplumda birinciliğin eşcinselliğe verildiğini sarsıcı biçimde düşündüren bir yapıtla karşı karşıyayız!..
Film pek çok yönden ve pek çok düzlemde ele alınabilir ve yine pek çok bakımdan sorgulanıp eleştirilebilir. Bu hâlihazırda yapılmakta zaten… Tartışmaların ekranda da sürdüğünü görüyoruz.  Bense sadece filmin bana çok dokunan bir kesiti üzerinde durmak istiyorum. Yukarıda yaptığım girişte de fark edilecek şekilde eşcinsellik ve erkeklik (daha özel olarak ‘maşizm’) arasındaki ‘yüksek gerilim hattı’ üzerinde daha fazla yoğunlaşma imkânı vereceği için olacak bu…
Bir trans, bir de eşcinsel erkek karakterin birbiriyle dengeli ağırlıkta ön plana çıktığı filmde eşcinsel ‘Ahmet’in (Erkan Avcı) babasının (Ünal Silver), arka planda kalsa da filmin en can alıcı tiplemelerinden biri olduğu kanısındayım. Alabildiğine ‘insan’, bu nedenle de (yine alabildiğine) ‘maşist kültür’ün ‘baba’ beklentisini karşılamaktan uzak bir tipleme bu… Bir erkekten ‘erkek olmak’ adına beklenen ne varsa, sertlik, şiddet, huşunet, vb., bunların hepsinden ‘arî’ bir ‘melek’ insan. Gelgelelim bu haliyle bir ‘sapma’ aynı zamanda. ‘Sapına kadar erkek olmak’tan bir ‘sapma’!..
Film, bu ‘sapma’nın ‘maşist’ Anadolu geleneğinde nasıl ölümcül bir lanetlenmeye uğradığını onun karısı, ‘Ahmet’in de annesi ‘Kezban’ (Rüçhan Çalışkur) karakteri dolayımıyla hikâye ediyor. ‘Kezban’ aynı zamanda ‘maşizm’in erkekle muteber değil, fakat ‘unisex’ olduğunu örnekleyen bir karakter! Bu bakımdan ‘Zenne’, erkeklik ‘kale’sine adeta ‘röveşata’ ile gölü çakan bir çalışma olarak da değerlendirilebilir.
Evet, maçoluktan alabildiğine uzak, müşfik ve yumuşak bir baba ve aksine ‘maşist’ ideolojiyi alabildiğine içselleştirmiş bir anne karakteri filmde vurgulu biçimde bize sunularak onlardan vücut bulmuş ‘Ahmet’in psiko-kültürel alt yapısına dikkatimiz çekiliyor. Bu noktada kendi eleştirimizi kendimiz yapalım: Filmin bana göre sorgulanmayı en fazla hak eden yanı, eşcinsel/transgender kimlikleri ele alırken tematik ağırlığın onların ‘ne olduğu’ndan ziyade onlara neyin ‘neden olduğu’na verilmiş olması… 
Yani ‘maşist’ iktidarın mağlubu bir ‘baba’dan olma ‘Ahmet’, babasından haşinlik yerine şefkati, kabalık yerine yumuşaklığı ta en baştan ‘kültürel’ olarak tevarüs etmiş. Bu ‘miras’tan onu yine ta en baştan döve döve geri almak isteyen annesini de ‘erkekliğin rüknü’ sayılan heteroseksüelliği reddederek protesto etmiş. Filmde böyle bir ima var mı, var. Ama bu ‘kusur’dan dahi ‘hayır’ çıktığı söylenebilir. Çünkü ‘insan’lığından ötürü bir türlü ‘taşıyıcı’sı olamadığı ‘erkek iktidarı’ndan yoksun bir ‘Baba’ ile babasından ‘insan olma’yı tevarüs ettiğinden ötürü o iktidarı elinin tersiyle iten eşcinsel ‘Oğul’un ölümcül karşılaşması, sembolik anlamda hayli radikal mesajlar sunuyor. 
Kendi varoluş formasyonuyla bile ‘erkeklik’ adına bir ‘kir’ teşkil eden adam, bunun bedelini kendisinden olma, dolayısıyla bu kirlilikle mamul ve de malûl eşcinsel oğlunu öldürüp, ‘maşizmin namusu’nu temizleyerek ödemekte. Tabii bu çok alışık olmadığımız bir ‘namus davası’. Ama alışık olduğumuz namus davasından mahiyet itibarıyla bir farkı da yok. Bir adam, maşist düzenin aile-içi temsilcisi olan karısının iteklemesiyle oğlunun eşcinselliğini namus davası yapmakta ve onu katletmekte. 
Namus, cinselliğin erkeğin başına açtığı belâ… Bu belâ, ‘erkek-özne’nin sahiplendiği, yani ona ‘nesne’ kılınmış varlıkların, kadın ya da erkek fark etmeksizin cinsel bir ‘kuraldışı’lığa (isteyerek ya da istemeyerek) savrulmasından geliyor. ‘Kural’ ne peki? Evlilik ve heteroseksüellik… Yani kızının evlilik-dışı ilişkisi kadar, oğlunun heteroseksüalite-dışı ilişkisi de bir erkek için namus meselesi. Bunları ‘namus belâsı’ olarak birleştiren de bir iktidar pratiği olarak erkeklik…
İşte o yüzden ‘Ahmet’in müşfik bir insan kalbine sahip babası, bu müşfikliği ‘yumuşak’lık olarak kendi diline tercüme eden ‘maşist’ iktidarın baskısına daha fazla direnemeyerek belki hayatında ilk kez o iktidarın ‘temsilci’liğine soyunup oğlunu kurşunluyor. Bu ‘temsiliyet’in esasen bir ‘teslimiyet’ olduğu, daha çarpıcı, sarsıcı, ürpertici nasıl anlatılabilir ki?! Oğluna doğrulttuğu silahtan çıkan kurşunlar, özde adamın içinde, iç çeke çeke yaşayan ‘insan’ kalbine saplanıyor.
Foucault’nun meşhur sözüdür, malûm: “İktidar her yerdedir. Ama direniş de!..”
Herhalde bu sözü ‘erkek iktidarı’ özelinde ve ‘Zenne’nin kurgusuyla etkileşime girerek formülleştirmeye çalışırsak eşcinselliğin, bu iktidar karşısında direniş için bir imkân alanı olduğu söylenebilir. Ama buradan, yine Foucault’ya ait, “Hepimiz eşcinsel olmalıyız” sözünü deklare ettiğimiz de zannedilmesin (isteyen zannedebilir de ayrıca!). 
Homoseksüellik, heteroseksüellik, biseksüellik, transeksüellik, travestilik ve daha niceleri, bir ‘yelpaze’ olan insan cinselliğinin seçenekleri… Hangisine yöneliminiz olacağı, dürtünüze, duygunuza, ruhunuza kalmış. 
Mesele, ‘maşizm’e yönelip insanlığınızdan olmamanız! İşte bu bakımdan, eşcinselliğin (ister kültürel olsun ister biyolojik) ‘doğa’sını anlamakta ‘insan olmak’ adına büyük yarar var. 
‘Zenne’ bu yönde adım atmaya izleyenini kışkırtan bir film…

Yazarın Diğer Yazıları

Vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım!

Yöresel ve evrensel düzlemlerde eşzamanlı yaşananları 'insan' gerçeğinde birbirine organikçe bağlamak… Daha iyi bir hayatı var etme umut ve inancıyla gelenekten geleceğe taşınmak… Bunlar, Hasan Hüseyin şiirini bu coğrafyanın en özgün ve özgül yapıtlarından biri kılar

Goebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!"

Bir okurum, siyaseten Refah Partisi - AK Parti çizgisinde yol almış olmakla birlikte bugün gelinen noktada Ak Parti'nin yapıp ettiklerine ve olup bitenlere bağlı olarak bu ideolojik 'gönül bağı'nın nasıl koptuğunu samimi bir eleştirellikle bizimle paylaşıyor

Goebbels'leşme karşısında muhalefeti sorgulamak!

Matbu medyanın hazan mevsiminin, televizüel medyanın da sonbaharının yaşandığı bir dönemde, insanları sıkan, bıktırıp usandıran karakterlere, ağızlara, kabadayılıklara kimse katlanmak zorunda değil. CHP hiç değil

"
"