Diyarbakır Silvan’da yaşananlar, gariptir, bana 2009’da Habur’da yaşananları hatırlattı.
AKP’nin “Kürt açılımı” Habur’dan giriş yapan militanların kamuoyuna yansıtılan görüntüleriyle nasıl daha başlangıçta bir “kapan”a kısıldıysa, Silvan’da olanlar da bir başka “açılım” tasarrufunda bulunan BDP’yi benzeri bir riskle karşı karşıya bırakmış gibi görünüyor.
BDP, Haziran 2011 seçimlerinde çok ciddi, samimi ve umut verici bir “Türkiye açılımı” başlattı. Türkiye sosyalist hareketinin Ertuğrul Kürkçü gibi abidelerinden Sırrı Süreyya Önder gibi popüler isimlerine açılan yelpazede ve “Yaşasın halkların kardeşliği” sloganının itici gücüyle işletilen süreç, CHP’nin tüm çabalara rağmen “elitist-etatist” (seçkinci-devletçi) çizgiden çıkamaması gerçeğiyle de buluşup BDP’yi Türkiye çapında esaslı bir halk partisi olma yolunun eşiğine soktu.
Ülkenin kalbi İstanbul’un yanı sıra Adana, Mersin, Kars, Iğdır gibi Türk-Kürt “elektriklenmesi”nin hayli yoğun olduğu ve “cereyan”ın hep Türklüğü aktive ettiği yerlerde BDP son seçimde kayda değer mahiyette boy gösterdi.
Niceliksel bakımdan ne kadar minimal olursa olsun artış gösteren BDP oylarında niteliksel açıdan hayli değerli bir “girdi” olarak Kürt-olmayan seçmen oylarının payını işaret etmek gerekir. Bu oylar Türkiye’nin sol, sosyalist, sosyal demokrat kesimlerinden geldi.
Bir Türkiye partisi olması kuvvetlice ihtimal dâhiline girmiş olan BDP’nin bu açılımının önü, şimdi Silvan’da ölüme sürüklenen 20 genç insanın kaybıyla tıkandı.
Dün, Sırrı Süreyya’nın Radikal’deki yazısını okurken sırtındaki hüzün ve acı yükünün yanı sıra onun ne kadar zor bir noktada olduğunu da iliklerime kadar hissettim.
Belli ki alabildiğine büyümüş, bölgesel olmaktan çıkıp “küresel” bir örgüt haline gelmiş PKK bünyesinde “merkezkaç” unsurlar artık kontrol edilemez bir yetkinlik ve etkinlik aşamasına gelmişler. Tabii 30 yılı bulan kirli bir çatışma sürecinde kaçınılmaz olduğu düşünülebilecek bir gelişme bu…
Türkiye’de hükümet de dâhil olmak üzere kamuoyunun, akademisyeniyle, entelektüeliyle, gazetecisiyle federasyon seçeneğini tartışma noktasına geldiği süreçte bu unsurlar Kürt hareketinin bir “Türkiye hareketi” olmasına izin vermeme noktasında harekete geçmiş görünüyorlar. Yıllardır hapiste yıpranmış yaşlı “önder”i de takmıyorlar belli ki… (Kim bilir belki de artık ölüp bir “kült” haline gelse, “mitik” bir nitelik kazansa daha iyi olur diye düşünüyor bile olabilirler!)
Nasıl “feminizm”in hareket noktası kadının ezilmişliği, ideolojik hedefi kadın-erkek eşitliği ise Kürt hareketi de Kürtlerin ezilmişliği noktasından çıkış bulan ve halkların eşitliğini savunan bir ideolojiyle yoluna devam etme imkânı bulmuştu Türkiye’de…
Bu imkân, “içerden” bastırıldı.
Ve tabii “Türk faşizmi”ne gün doğdu.
Türkiye’yi İstanbul’dan ibaret sanan, Diyarbakır’ı, Batman’ı, Siirt’i, Şırnak’ı, Mardin’i, Dersim’i deneyimlememiş bir kentli orta sınıf, Kürt Aynur’a Türkçe şarkı baskısı yaptı.
Hiç düşünmedi, hazırladığı repertuarı onlar için değiştirse ve Türkçe şarkı okusa Aynur’un ne kadar samimiyetsiz olacağını…
Ve hiç fark etmedi, başka zaman Kürtçe söylediği üç şarkı için ayakta alkışlayacağı kadına “konjonktürel” nedenle yuha çekip saldırırken ne kadar samimiyetsiz olduğunu!..
Sanat, duygudan çıkar, ama duygusallığa teslim olmaz.
Aynur repertuarını değiştirmemekle sanatçı onurunu kurtardı.
Türkiye’nin onurunu kurtarmak da şu noktada bir Türkiye partisi olma yolunda ciddi yara almış BDP’nin elinde; hâlâ ve her şeye rağmen…
Hem Türk hem de Kürt fanatizmi ve milliyetçiliğiyle savaşma yolunda Türkiye’ye seslenen bir hareket olma ısrarını sürdürdü, sürdürdü BDP! Aksi takdirde kazananı olmayacak bir kan gölü içinde boğulmamak için hepimizin çırpınacağı günlere çıkacağız.
Bir karanlık, belki de en karanlık noktada BDP siyasî serüveninde…
Ama unutmayalım ve hatırlatalım, Halide Edip’in İstanbul işgal altındayken sarf ettiği o müthiş sözü:
Gecenin en karanlık olduğu an, gün ışığının da en yakın olduğu andır!..