08 Nisan 2019

'Gaia’nın koynunda': Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği

TÜKD üyelerinin baharı müjdeleyen çiçekler gibi doldurduğu salonun bir parçası olarak, kendimi “Gaia”ya bırakmışçasına dingin bir mutluluk hissettim

Cumartesi günü Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği’nin (TÜKD) “2019 Önder Kadın Ödül Töreni”nde davetli olarak bulundum. Üstüne üstlük, hem de “çifte-kavrulmuş”undan konuşmacı yapıldım! Hayatımın en istisnai ve “imtiyazlı” günlerinden biriydi. Kendimi adeta “Gaia’nın koynunda” gibi duyumsadım!..

“Gaia”, bilindiği üzere, Yunan mitolojisinde Yeryüzü Tanrıçası… Ama ona günümüz dünyasında yüklenen sembolik anlam çok daha büyük. Gerek çevreci “Yeşiller” hareketi, gerekse çevrecilikle feminizmin buluştuğu “Ekofeminizm” bünyesinde “Gaia hipotezi” denilen bir düşünsel pozisyondan bahsetmek mümkün. Bu hipotez doğrultusunda gezegenimiz Dünya, kendine göre bir iç düzene, işleyişe sahip olup karşılıklı bağımlılık ve iş birliği içindeki parçalardan oluşan ve de elbette “dişil”, yani üretken, doğurgan, bereketli bir organizmadır (“Gaia”).

Biz insanlar da onun bir parçasıyız.

Böyle bir anlayışa, nefes alıp verdiğimiz “biyosfer”in, kölesi haline geldiğimiz “teknosfer”e kurban edildiği; hümanizmimizin “animizm”imizi (hayvanlar aleminin parçası olduğumuzu) unutturduğu; ve ataerkil insan merkezci bakış açımızın da bütünlüklü bir canlı-dünya idrakimizi bastırdığı şu zamanda çok ihtiyacımız var. Çünkü gezegenimizi, doğamızı, hayatımızı kaybetme riski artık neredeyse yanı başımızda.

İnsan, bu bakımdan adeta bir “dişil kutsallık” olarak üzerine titrenmesi gereken o şefkatli, merhametli, anlayışlı, sıcacık ve yumuşacık “Gaia”nın dışında, üzerinde ve ona baskın olmadığını; tersine onun içinde ve onun canlılığına bağlı olduğunu bilmek zorunda.

İnsan, kendisini “Gaia”ya bırakmak durumunda!..

***

İşte ben cumartesi günü Şişli Belediyesi Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nin 3’üncü katında, TÜKD üyelerinin adeta baharı müjdeleyen çiçekler gibi doldurduğu salonun bir parçası olarak, kendimi “Gaia”ya bırakmışçasına bir dingin mutluluk hissettim!..

Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği 1949 yılında Cumhuriyet’in ilk üniversite mezunu kadınları tarafından kuruldu. Bakın 70 yılı devirmiş, ama adeta (yaşlandıkça değil) yaş aldıkça gençleşmiş, güzelleşmiş ve güçlenmiş. Bu topraklarda kız çocukları ve kadınların en yüksek seviyede eğitime erişmeleri ve karar mekanizmalarında yer almaları için mücadele ediyor. Bugüne kadar on binlerce kız öğrenciye burs vererek onların eğitimli, meslek sahibi kadınlar olarak yetişmelerine katkıda bulundu. An itibarıyla da 850 öğrenci TÜKD bursu ile eğitimine devam etmekte.

Elbette TÜKD bugün Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliği, kadın hakları, kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve kadının, hayatın her alanında güçlenmesi için de çalışmalar yapıyor. İşte “Önder Kadın Ödülleri” de bu amaca yönelik şekilde her yıl verilmekte.

Bu yıl onur ödülü Prof. Dr. Yakın Ertürk’e, bilim ödülü Prof. Dr. Ayşe Akın’a, sanat ödülü Sumru Yavrucuk’a, medya ödülü Çiğdem Toker’e ve spor ödülü de dünyada büyük başarılara imza atmış kadın güreşçimiz Buse Tosun’a verildi.

 ***

Ben esasen Yakın Hoca aracılığıyla oradaydım, ama ona bu etkinlik çerçevesinde verdiğim sözü de tutamamış olmanın hicabıyla da tabii… Lâkin “Gaia” anlayışlıdır, affedicidir! Hocamla kucaklaştık ve hemen keyiflice bir koltuğa gömülüp izlemeye başladım töreni…

Fakat “Gaia” aynı zamanda sürpriz bereketiyle de doludur! Avukat Canan Arın’ın gönül pınarlarımızı coşturan “Yakın Ertürk tanıtımı” sonrası TÜKD Başkanı Prof. Gaye (ah bakın, “Gaia” burada da içkin sanki!) Erbatur, sürpriz dese de bende şok etkisi yaratan çağrısıyla Yakın Hoca’yı anlatmak üzere beni çağırdı kürsüye. (Sonradan anlayacaktım ki bu daha “birinci raund” imiş!)


Prof. Dr. Gaye Erbatur ve Prof. Dr. Yakın Ertürk

Yakın Ertürk’ü ben Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nde asistanken, Beytepe Kampüsü’nde (artık çoktan tarihe karışmış) bir “zanaatkarane” üniversite ortamında, bizim bölüme üst kattaki Sosyoloji Bölümü’nden sık sık ışık saça saça, içimizi aça aça gelen ve bir “Abla-ferahlığı” getiren insan/akademisyen olarak tanıdım.

Sonra o, Türkiye ve dünyada kadın çalışmaları, feminizm ve toplumsal cinsiyet incelemeleri alanında bir “Kraliçe” olmaya doğru yükseldikçe yükseldi.

“Abla ferahlığı” ve “kraliçe asaleti”; işte Yakın Hoca budur.

Yanında hem şımarıp coşmak istersiniz, ama aynı zamanda önünde saygıyla eğilip elini öpmek de gelir içinizden!..

***

Bu arada bir itirafta da bulundum kürsüde!..

2005’te “erkeklik sorunu”na “içerden” ve bu toprağın deneyimiyle bakan bir yazı kaleme almış, başlığı da “Erkeklik en çok erkeği ezer” şeklinde atmıştım.

Başlık bayağı popüler oldu yıllar içinde. Öyle ki bazen bu sözü “anonim”leşmiş halde duyduğum oluyor kimi ağızlardan...

Ama bana bu başlığın ilhamını veren, Yakın Hoca’nın yine “erkeklik sorunu”yla ilgili olarak bir söyleşide sarf ettiği,“Erkekleri, erkekliklerinden kurtarmak gerekiyor” sözüdür. Oradan vardım ben, “Erkeklik en çok erkeği ezer” deyişine…

İtiraf ettim, rahatladım… Ve elbette “Gaia”da itiraf, merhamete mazhardır!..

***

Tekrar yerime dönüp koltuğuma gömülerek adeta ana rahminde gibi sıcak ve güvenli kaybolmuşken, o da ne?! Gaye Hoca beni “Gaia”dan çıkarıyor yine ve bir kez daha çekiyor kürsüye; bu defa medya dalında ödül alan arkadaşım, meslektaşım, kardeşim Çiğdem Toker için!..


Yakın Ertürk, Tayfun Atay ve Çiğdem Toker

Çiğdem, Nazım’ın “Hoş geldin kadınım benim” diye başlayan şiirindeki, “güldün, güller açıldı penceremin demirlerinde”dizesinin bir karşılığıdır.

Ben hiçbir zaman Çiğdem’i o cin gibi gülümseyen yüzü dışında farklı bir çehrede görmedim; ne üzgün, ne kederli, ne endişeli, ne öfkeli, ne somurtuk, ne düz, ne renksiz…

En zor zamanlarda bile her daim gülümseyen bir yüz ifadesiyle gördüm onu hep…

Evvelsi günkü mahkemeden; gazeteciliğin bedeli olarak 1,5 milyon lira tazminat ile yargılandığı bir davadan ayağının tozuyla gelmişti ödül törenine… Aynı kendisi gibi, gülümsemeyi adeta ibadet kılmış kardeşi Mehmet Erdem Toker’le birlikte…

Çiğdem’de de kadınsı yumuşaklık insani cesaretle buluşur; şefkat, “demir gibi” dirençli bir yüreği sarmalar.

Yakın Hoca ve Çiğdem’le birlikte ödül alan kadınlarımızın hepsinde…

Sanatçıda şöhretin “emek” olduğunun nişanesi Sumru Yavrucuk’ta…

Tüm eril önyargılara göğüs gererek güreş sporunda dünyada zirveye çıkmış gencecik Buse Tosun’da…

Ve ömrü Anadolu’nun dört bir yanında “şifa” olarak geçmiş kıymetli hocamız Prof. Ayşe Akın’da da…

Aynı özelliğin ortaklaşıldığını hissediyoruz.

Gücün dikey, yani öteki insanları ezmek için değil ama “yatay”, yani insanlarla paylaşmak için kullanımı, işe vurulması, hayata geçirilmesi bu…

Bu, “kadın gücü”!..

***

Yapılan konuşmalarda aktarılan bir anekdotu ise daha bir özel kaydettim zihnime.

Ayşe Akın hocamız anlattı, genç bir kadın tıp doktoru olarak gittiği Erzurum’un Çat ilçesinde başından geçen bu olayı…

İlçede ilk 6 ay herkes kendisine “Eb’anım” demiş. Ebelik, ilçe insanlarının gözünde çok saygın bir meslek, ama tabii ki "kadına uygun" bir saygın meslek.

Ama giderek kendisinin ebe değil doktor olduğunu anladıklarında da bu defa “Doktor Bey” demeye başlamış ilçedekiler Ayşe Hoca’ya… O, bunu önce sürçülisan sanmışsa da bakmış ki devam ediyor aynı ifadenin kullanımı, bir gün dayanamamış ve kendisine yine “Doktor Bey” diyen birine, “Bana baksana, ben erkeğe mi benziyorum” diye sormuş sitemle…

Cevap, kendi deyişiyle, “İşte, toplumsal cinsiyet nedir, tam da onun karşılığı” olacak şekilde şöyle gelmiş:

“Estağfurullah, ayıp olmasın diye!..”

Yani, insan nasıl “otomatik” olarak erkekse (“insanoğlu”), doktor da “ataerkil bir otomatiklik”le erkektir (“Doktor Bey”). Ve “Doktor Hanım” tabiri, doktorun cinsiyeti kadın da olsa “doktorluğun toplumsal cinsiyeti” açısından hakarettir.

“Doktor Hanım” denirse, doktorluğa ayıp olur!..

***

O günlerden bugünlere çıkılmasında Türkiye’de “kadın hareketi”nin bir parçası olarak değerlendirilmesi gereken TÜKD’nin katkısı çok büyük; bunu takdir etmemek haksızlık olur. Ama her şey de hallolmuş değil; ataerkil kültürel, politik, ideolojik örüntü hükmünü icra etmeyi sürdürüyor.


Buse Tosun

Baksanıza, gencecik ve pırıl pırıl kadın güreşçimiz Buse Tosun, spor dalında önder kadın ödülünü almak üzere kürsüye geldiğinde göz yaşlarına boğulup konuşamadı. Çünkü dünya şampiyonu olmasına karşın (tıpkı yıllar önce akla sadece erkeğin geldiği doktorlukta olduğu gibi) akla sadece erkeğin geldiği bir spor dalında yok hükmünde olmanın ıstırabı içindeydi.

“Çok mutluyum bugün bu ödülü böylesi elit bir topluluktan aldığım için, ama benim başarılarım bugüne kadar hep yok sayıldı” dedi ağlayarak…

Ve hepimizi hayrette bırakacak şekilde ekledi: Bünyesinde yer aldığı İzmir Büyükşehir Belediyesi Spor Kulübü, kadın güreş branşını, içerisinden böylesi iftihar vesilesi bir sporcu-kadın da çıktığı halde hoyratça kapatmış.

Bu ataerkil hoyratlığın, insani bir ferasetle giderilmesi lazım! Bu noktayı da İzmir’in yeni “Şehremini” Tunç Soyer’in dikkatine sunarak noktalayalım!..

 

Yazarın Diğer Yazıları

Vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım!

Yöresel ve evrensel düzlemlerde eşzamanlı yaşananları 'insan' gerçeğinde birbirine organikçe bağlamak… Daha iyi bir hayatı var etme umut ve inancıyla gelenekten geleceğe taşınmak… Bunlar, Hasan Hüseyin şiirini bu coğrafyanın en özgün ve özgül yapıtlarından biri kılar

Goebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!"

Bir okurum, siyaseten Refah Partisi - AK Parti çizgisinde yol almış olmakla birlikte bugün gelinen noktada Ak Parti'nin yapıp ettiklerine ve olup bitenlere bağlı olarak bu ideolojik 'gönül bağı'nın nasıl koptuğunu samimi bir eleştirellikle bizimle paylaşıyor

Goebbels'leşme karşısında muhalefeti sorgulamak!

Matbu medyanın hazan mevsiminin, televizüel medyanın da sonbaharının yaşandığı bir dönemde, insanları sıkan, bıktırıp usandıran karakterlere, ağızlara, kabadayılıklara kimse katlanmak zorunda değil. CHP hiç değil