Her yerde kadına yönelik şiddetten, tacizden, ayrımcılıktan söz edilen şu Dünya Kadınlar Günü’nde biz geçen sene yaptığımız gibi yine erkeği yatıralım mı otopsi masasına, ne dersiniz?!
Hem de bunu “eril” siyaset sahnemizden taze bir örnekle yapma imkânı mevcutken…
Fırsatı kaçırmayalım!..
Başbakan’la ana muhalefet liderinin İzmir’de banliyö hattı açılış töreninde koltuklarda yan yana otururkenki halini gördünüz mü?
Birbirlerini nasıl “takmaz” bir hava takındıklarını fark ettiniz mi?
Fakat bu havanın altında, aslında birbirlerinden haberdarlığın, yan yana birer hasım gibi oturmak zorunda olmanın yarattığı gerginliği de nasıl dışa vurduklarını hissettiniz mi?
Her ikisinin de o ham, çocuksu, ergen yüz ve vücut dili çekti mi dikkatinizi?!
Öyleyse eğer, “erkek ergenliği”nin vesikalık fotoğrafı olarak saklayın bunu!..
Birbirlerine meydanlarda “siyaseten” hayli ağır eleştirilerde bulunan iki lider, yan yana oturma durumunda kalınca hiç olmazsa “insaniyet nâmına” iki kelam edemezler miydi?
Hâl-hatır soramazlar mıydı?
“Sağlık-sıhhat nasıl” diyemezler miydi?..
Hayır, diyemezler!
Erkekliğin kitabında yazmaz bu…
Kuvvetle eminim ki birbirine siyasî olarak aynı ölçüde muarız iki kadın lider böyle bir pozisyonda, yani yan yana iki koltukta olsaydı görüntü farklı olacaktı.
Çünkü ataerkil toplumda kadınlık ve erkeklik kendilerini farklı, birbirine aykırı pratiklerle ifade eden iki kültürel kategoridir.
Cinsiyetinizin erkek ya da kadın olması hayatın içinde “erkek” ve “kadın” olmanıza yetmez. Erkek olmanın da kadın olmanın da toplum tarafından dayatılan tavır, mizaç ve çehresini kazanmanız gerekir bunun için…
Aynı zamanda kırıcı, örseleyici ve en önemlisi genel “insanlık hali”nden eksiltici bir süreçtir bu.
Erkek, şefkat ve duygusunu, kadın da isyan ve öfkesini hapsetmeyi öğrenir mesela…
Ama bunun ötesinde her iki cins, ta doğuştan itibaren iki farklı “dil”i konuşmayı öğrenir.
Antropolog Deborah Tannen, erkek ve kadın arasında kültürel olarak öğrenilip içselleştirilmiş dil kullanım farkını anlatmak için “cinsiyet lehçesi” (genderlect) kavramını işlerliğe sokmuştur (D. Tannen, “You Just Don’t Understand”: Women and Men in Conversation, 2001).
Kavramın hayatın içinde neye nasıl karşılık geldiğini anlatmak için Tannen’in verdiği bilgiler, Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun görüntülerine yansıyan “erkek lehçesi”nin gramerini çözmemize yardımcı olabilir.
Kullandığı “lehçe” mucibince kadın, bağlantı ve yakınlığın dilini konuşmakta ve duymaktadır.
Erkek ise başına buyruklukla statünün dilini konuşur ve duyar.
Bu, özünde kızlarla oğlanların ayrı dünyalarda büyümeleriyle ilgili bir farklılaşmadır.
Oğlanlar hiyerarşik olarak oluşturulmuş büyük gruplarda oynarlar.
Çoğu durumda liderleri vardır ve lider, diğer çocukların söylediklerine direnir, zaman zaman onları reddeder.
Oğlanların oyunlarında kaybedenler ve kazananlar vardır.
Kızların ise oyunlarının pek çoğunda kazanan ya da kaybeden yoktur.
Kızlar, erkeklerin tersine, küçük gruplarda, hiyerarşik olmayan biçimde, çiftler halinde oynarlar. Oyunlarda herkesin sırası olur.
Genellikle de liderlik olmaz.
Kızlar emir vermez, grubun merkezi olmaya çalışmaz. Daha çok birbirlerine gayet eşitlikçi biçimde tercih ve önerilerini belirtirler.
Erkeklerin dili, rekabetin dilidir.
Kadınlarınki ise anlaşmanın dili…
Pek çok erkek esas olarak başına buyrukluğunu koruma, hiyerarşik bir düzende statü için mücadele etme veya bu statüyü sürdürme yolunda dili seferber eder.
Kadınlar arasında sorun ve anlaşmazlıklar, birbirine meydan okuma olmadan çözülür. Konuşurken, çatışmadan her ne pahasına olursa olsun kaçınılır.
Fakat erkekler için konuşma, hayata bir yarışma olarak yaklaştıkları için rekabet ve çatışma aracıdır. O yüzden de konuşurken çatışmacı bir dil kullanmaktan kaçınılmaz. Aksine bu, tercih ve teşvik edilir.
Dili çatışma için kullanan erkek, çatıştığı hemcinsiyle pek çok zaman ve zeminde sohbet edemez, muhabbet üretemez.
Dilin “grameri” öyle yapılanmamıştır çünkü…
“Lehçe”deki bu köklü farklılığın sonucu olarak kızlar büyür, “ergin” olur; erkekler büyümez, hep “ergen” kalır.
O yüzden koltuklarda yan yana oturan siyasî rakip iki erkeğin ne biri ne de öteki yekdiğerine olgunlukla gülümseyerek hâl-hatır sorup sohbet çeşmesinin musluğunu açabilir.
Çünkü bunu yapacak olan, “ergen” bir telakkiyle, yenilmiş, boyun eğmiş, kaybetmiş sayılır.
Kadının kurtuluşu, evet, erkek egemenliğini kırmaktan geçiyor.
Ama erkek egemenliğini kırmak da “erkek ergenliği”ni aşmaktan geçiyor.
Bu duygu ve düşüncelerle kutluyorum Yeryüzü’nün “ergin” cinsinin “8 Mart”ını!..