'Suskunlar'ın ilk bölümünü izleyip "Geceyarısı Ekspresi masum kalır bunun yanında" diyecek şovenistler çıkar mı bilmem. Ama böylesi 'zincire vurma' hedefli bir karşılaştırmadan silkinip çıkacak hakikilikte bir çalışma bu.
Milli refleksleri en güçlü insanların bile “Evet, bunlar oluyor” diye başını öne eğmekten başka çare bulamayacağı inandırıcı bir başlangıç yaptı dizi. Tabii şu aralar basında gündeme gelen Pozantı Cezaevi’nde yaşananların rüzgârını arkasına aldığını eklemek lazım…
Baklava çalıp (tanıdık bir vaka!) bir de arabayla kazaya sebebiyet veren dört çocuğun cezaevinde maruz kaldıkları dayak ve cinsel tacizin hayatlarında açtığı derin yaraya yetişkinliklerinde ‘intikam tuzu’ basmaları, dizinin açılım teması. Bu ‘çocuk mahkûmlar’ meselesi Yılmaz Güney’in Fransa’da iken çektiği son film olan ‘Duvar’ı da yankıladı zihnimde. Söz konusu meseleye hayli yürek burucu dokunuşta bulunmuş bu filmle hiç etkileşimi var mı ‘Suskunlar’ın, bilmiyorum. Ancak biliyoruz ki diziye doğrudan kaynak olan, Lorenzo Carcaterra’nın bir gerçek yaşamöyküsü temelinde kaleme aldığı kitabı ve kitapla irtibatlı aynı adlı film, ‘Sleepers’. Dayanılmaz bir acı hatırayı unutma çabasını ‘uykuya kaçma’ metaforuyla başlıklandıran orijinal eseri diziye uyarlayanlar, ‘suskunluk’ metaforunu tercih etmiş. Fena bir ‘yerlileştirme’ değil.
Dizinin en can alıcı yanı da bu ‘unut(ama)mak’ hali, daha doğrusu unutmakla hatırlamak arasında insan varlığında her daim mevcut o kahredici ‘gelgit’ üzerindeki odaklaşma. Bunun, nihayetinde bilinci sorunsallaştıran bir odaklaşma olduğu da söylenebilir.
Bilinç, insanda içgüdünün zayıflığını telafi eden bir olanak… İnsanı doğada eşsiz ve üstün kılıyor. Gelgelelim bilinç, aynı zamanda insanın baş belası… Hatırlama, bilincin bir işlevi. O yüzden unutmak, diğer tüm canlılara helal, bilinçten ötürü insana haram… Hele yapılan kötülüğü, yaşatılan acıyı, içine düşülen dehşeti unutmak hiç mümkün değil. Tek çareniz unutmaksa, sonsuz bir çaresizlik içindesiniz demektir. Ve intikam, insan dünyasında en çok bunun için var.
Filmde ‘çocuk dörtlüsü’nün lideri ‘Ecevit’ (Murat Yıldırım) hapiste yaşadıklarından sonra arkadaşlarına tek çarenin ‘unutmak’ olduğunu söylüyor; bir daha hiç karşılaşmamak kaydıyla birbirlerini unutmak derecesinde hem de… Lakin bilinç işledikçe, herkesten kaçsanız da hatırlamaktan kaçamıyorsunuz. Unutma telkini ne arkadaşlarına ne de kendisine söküyor. Olayın üzerinden 20 yıl geçtikten sonra başarılı bir avukat iken geçirdiği bir ‘hatırlama nöbeti’ni savuşturmak için aynanın karşısında çaresiz çabalayışını izliyoruz: “Unut, unut, unut! Unuttum, hiçbir şey olmadı işte” dese de görüyoruz ki bunu başarması mümkün değil. İntikam davetine icabetten başka çaresi yok.
İzlerken ilk düşündürdükleri bunlar filmin… Bilinç unutamamakla malul, en tesirli şifa da intikam demeye getiriyor. Çok hoş olduğu söylenemez belki. Ama gerçekçi olmadığı da…
(Radikal-Hayat)