TELEVİZYON
Anneler ile Kızları
Star, perşembe, saat 20.00
‘Anneler ile Kızları’nın bende ilk çağrışımı feminist sinemanın başyapıtı ‘Thelma ve Louise’ oldu. İlk bölümün ortalarına doğru ‘Kaçak’ (Dr. Kimble) tarzı bir akış sanısı da oluştu. Nihayet 2’nci bölümde, törenin kendisini mahkûm ettiği ‘levirat’dan (kayınbirader evliliği) kaçış yolundaki Gülizar’ın ‘ya oğlun, ya sen’ ikilemi, ‘Sophie’nin Seçimi’ni çağrıştırdı. Hani şu Nazi subayının, oğlu ya da kızından birini seçmesi, yoksa her ikisinin de ölümü boylayacağı zorlamasında oğlunu alıp kızını bırakan annenin iç yakıcı öyküsünün filmi. Ama ‘ataerkil matriks’in güdümlemesinin bir annede bile nasıl ‘erkek’ çocuktan yana duygu inşası yarattığını da örnekleyen film...
‘Anneler ile Kızları’nda Gülizar’ın oğlunu içi parçalanarak bırakıp seçimini ‘kadınlığı’ ve kızından yana yapması, ‘Sophie’nin Seçimi’nin rövanşını da alıyor!..
Hafızam yanıltmıyorsa televizyon tarihimizin ilk ‘doğrudan’ feminist dizisi bu... İster kırsal-feodal, isterse bunun aşıldığı şehirli-burjuva hayatın içinde olsun, hiç aşılamayan ‘ataerkil örüntü’nün aynı ezici baskısına maruz ‘kadınlık hali’ işleniyor. Malatya’da, okuma-yazması olmayan, geniş aile içinde ev-içi emek sömürüsüne uğrayan Gülizar’la İstanbul’da çekirdek ailede daha ferah hayat süren eğitimli ‘Defne’nin yolu, ‘iyicil’ kocalarının ölümüyle kesişti. Erkeklerini kaybetmek, akabinde de (kızlarıyla birlikte) ‘erkeklik’ten kaçmak, onların ortak yazgısı...
Kadın sorununun kırdaki aşiret kadar kentteki şirket içinde de bakî olduğunu işaret eden dizi, simgesel dilinde de özenli. İki kadından erkeklerini koparan ‘araba’ ve ‘silah’, erkekliğin, hem de tarihsel olarak (At, avrat, silah) ayrılmaz parçaları değil mi? Erkeği yok edenin ‘erkeklik’ olduğu daha güzel nasıl mesajlanır ki!..
Güçlü senaryonun hakkını oyuncular da veriyor. Defne (Ebru Özkan) ve Gülizar (Feride Çetin) dört dörtlük. Ama ‘destek’siz, onların performansı heba olurdu. Ataerkil törenin mahkûmu Baba da (Ali Hürol); kadınlığını kurban ettiği erkek iktidarından gelini üzerinde iktidar kurarak intikam alan, tabii böylece ataerkilliği yeniden üreten Kaynana da (Şerif Sezer); serveti ve güçlü bağlantılarıyla erkeklik oyunundaki ‘piyon’luğunu gelinine ‘haşinlik’, kız torununa ‘hamilik’le icra eden Kayınpeder de (Hüseyin Soysalan) dizinin sosyolojik anlamda inandırıcılığını artırmakta. Umarım diğer oyuncuları gücendirmedim; amacım esasen bu karakterlerin niteliklerini erkeklik sorunsalı açısından değerlendirmeye açmak...
Yönetmen Hakan Arslan’ın hakkı da yenmemeli! İlk iki bölümde bir Malatya’da bir İstanbul’da geçen planlar müthiş bir akış, senkron ve tempo içinde sunuldu, nefes nefese izlendi. Çok sağlam ve bence radikalleştikçe daha da ilgi çekecek bir diziyle karşı karşıyayız. Ama ilgi destekten çok tepkiden de gelebilir. Bundan yılmamalı. Kahramanları iki kadın gibi cesaretli/yürekli olmalı yönetmen de yapımcı da... Çoğunluğu muhafazakâr ‘izlerkitle’den tırsıp işi tavsatmak diziyi öldürür.
(Radikal/Hayat)