Donald Trump’ın Tayyip Erdoğan’a gönderdiği edepsiz mektup çok konuşuldu. Biz de konuştuk; perşembe günlerimize artık damgasını vuran, Seden Mestan’la hazırladığımız “Gerçek Gridir” adlı programımızda…
O programda değindim; hayatın içinden yazının, okumanın, edebiyatın çekildiği bir dünyada insanların ister başkan olsunlar ister başka bir şey, “edepli” olmalarını beklemek saflık olur.
Trump hayatı boyunca kaç mektup yazmıştır ki?
Mektubun (letter) okumak-yazmakla (literate) ve edebiyatla (literature) ilişkisini kuramayacak “nato kafa nato mermer” şahsiyetler için mektup, kitapla ve kütüphane ile kökdaş bir ürün olmaktan çıkar. Böyleleri için mektup, kitapla-kütüphaneyle değil küfürle (kökdaş değilse de) özdeştir.
O yüzden Trump’ın “mektup” diye yazdığına “mektup müsveddesi” demek bile mektuba hakarettir.
***
Bununla birlikte Trump, dil kullanımı itibarıyla herhangi bir edebi kaygı ve hassasiyete sahip olmama hususunda dünya liderlik sahnesinde elbette yalnız değildir. “Artistlik yapma lan; hadi ananı da al git” ve sair bir dolu lakırdının bu topraklardan benzer mahiyette bir pratiğin karşılığı olduğunu unutmamak gerekir.
Bu çerçevede, Trump’ın mektubuna nasıl mukabelede bulunulacağı, bu bakımdan “el”in yükseltilip yükseltilmeyeceği de merak konusuydu.
Ve işte Trump’ın bu topraklarda muadilini arama derdine düşenlerin hevesini hiç mi hiç kursaklarında bırakmayacak bir hadise nihayet kendini gösterdi.
Eski Refah Partisi (RP) milletvekili, abdestli-küfürbaz Şevki Yılmaz, bu ihtiyacı karşıladı.
***
RP’den 1994 yılında Rize Belediye Başkanı seçilen, müteakiben 1995 genel seçimlerinde de 20. Dönem Rize Milletvekili olarak parlamentoya giren Şevki Yılmaz, Rize Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’nde “mutasavvıf” bir şahsiyeti anma toplantısında “Trump’ı öp başına koy” dedirtecek inciler döktürmüş.
Yılmaz hem mülkî erkândan birilerinin hem de din-diyanet, ilim-irfan erbabının önünde, bu resmî ve akademik atmosferle uyarlıca şöyle “zarif” seslenmiş karşısındaki “hâzirûn”a:
“Şu hale bak ya! Kızın, diyor, eve dostuyla gelirse saygılı olacaksın. Vay vay vay! Bir de çay ısmarlayalım kavata öyle mi? Allah ıslah etsin ya!.. Kadın, diyor, bir dostunu eve getirdi, sakın ha kadına el kaldırma, hapse girersin diyor. Yahu ne zaman pezevenkliği siz medeniyet yaptınız. Allah’tan korkun ya!..”
***
Bu noktada hatırlamak ve hatırlatmak gerekir ki “pezevenk” lafzı Yılmaz’ın diline pelesenktir. 1990’larda bir genelev yaptırma mevzusu üzerinden o dönem Gaziantep Belediye Başkanı Celal Doğan’a yönelik olarak da bu sözü hiç utanmaksızın meydanlarda kullanarak ona ve eşine hakaret etmiş, üstelik “Voohaaaa”lar eşliğinde kitlesel takdir ve taltif almıştı!..
Anlaşılıyor ki o zamandan bu zamana “kıraat” faslında Şevki Yılmaz cephesinde değişen bir şey yok.
Değişen, Türkiye’de üniversitelerin hangi retorik ve pratiğe kapılarını, kürsülerini, konferans salonlarını açtığı…
Değişen, Türkiye’de devletin mülkî amirlerinin nasıl bir hitabın muhatabı olduğu…
Değişen, Türkiye’de din adına konuşanların dilinin nasıl “rıfk” yerine “huşunet”, irfan yerine irin saçar hale geldiği…
***
Şevki Yılmaz’ın Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’ndeki, “pezevenkli-kavatlı” ifadelerle süslü “münevver tebliği”ni dinleyenler arasında kimleri görüyoruz, somutlaştıralım:
Rize İl Emniyet Müdürü orada. Müslüman burjuvazimizin amiral gemisi MÜSİAD’ın Rize Şube Başkanı orada. Rize İl Müftü Yardımcıları ve ilçe müftüleri orada… AKP irtibatlı zevatı saymıyorum. Tabii bilumum Kur’an kursu ve dinî vakıf temsilcilerini de…
Sonuç olarak, “ehl-i tasavvuf”tan olduğu söylenerek 10. ölüm yıldönümünde yâd edilen bir isim var ortada. Ve onun, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’nde gerçekleştirilen anma töreninde havada Şevki Yılmaz’ın abdestli ve “mübarek” ağzından çıkan “kavat-pezevenk” lakırdıları uçuşuyor.
***
Tasavvufla ilgili herhangi bir metni açın ve içinde tasavvufun ne olduğuna dair yazılanlara, yapılan tanımlara şöyle bir bakın… En çok karşınıza çıkacak sözcük, “ahlâk” olacaktır.
“Tasavvuf, güzel ahlâktır” ifadesi gözünüze çarpacaktır.
İslamiyet bünyesinde tarihsel süreçte ortaya çıkmış bu “güzel-ahlâk” ekolü vesile/bahane edilerek bir üniversitede düzenlenen konferansta ömrünü dine vermiş, imam-hatipli, Yüksek İslâm Enstitülü bir zat saydırıyor; “pezevenk” diye, “kavat” diye…
Ayrıca bugünlere şükretmek gerektiğini belirtip “28 Şubat” sürecini kastederek şunları da söylüyor:
“20 sene evvel olsaydı bu tören, hepimiz hapisteydik rektörle beraber. Nimetlere şükredelim!..”
***
Aynı fikirdeyim, şükredelim! Şükredelim ki 20 yıl önceki o yanlış siyasi yaptırımların bedeli olarak bugün iktidar olmuş (dolayısıyla asıl o “28 Şubat” ve mimarlarına şükretmesi gereken) Türkiye dinbazlığının gerçek yüzünü, dilini, tıynetini böylece en saf haliyle, kristal berraklığıyla öğrenme imkânı bulduk.
Bunlar iktidara gelene kadar din, inanç, tasavvuf denince akla gelen, “eline-diline-beline sahip olmak”tı.
Bunlarla birlikte din denince de inanç denince de tasavvuf denince de akla gelen “elini-dilini-belini koy vermek” oldu.
Bedeli belki ağır oldu, ama bunu yaşamadan da bunların her siyasi karambolden kendilerini mağdur addettire addettire daha da güçlenerek çıkmalarının önüne geçip, söylem ve pratiklerinin altyapısındaki “küfrü” ifşa etmenin imkânı yoktu.
Şerden çıkan hayırdır bu.
Trump’ın layığını bulduğu örnektir bu.
“Ha Trump Şevki, ha Şevki Trump” tablosudur bu…